48. Bölüm: Teslimiyet

13.7K 991 676
                                    

Keyifli Okumalar! 

*** 

Haziran 2013

Mezuniyet balosundan bir gün önceydi. Öyle ya da böyle geçen lise hayatım resmen sona eriyordu. Buna hem çok seviniyordum hem de üzülüyordum. Çünkü her ne olursa olsun liseli olmak güzeldi.

Balodan bir hafta sonra da üniversite sınavına girecektim. Üniversite sınavı için geleceği daha şimdiden pek parlak göremiyordum ama yine de şansımı deneyecektim. Olmazsa da dünyanın sonu değildi, gerekirse bir yıl boyunca hazırlanır, gelecek seneye o sınava bomba gibi girerdim. O yüzden kendimi pek strese sokmamaya çalışıyordum. Tabii ben ne kadar sakin kalmaya çalışıyorsam ailem de beni bir o kadar sıkıyordu. Hiç çalışmadın Meryem, bu gidişle üniversite sana hayal Meryem, şehir içinden kazanamazsan gerisini unut Meryem, Meryem de Meryem... Neyse ki söylenenler bir kulağımdan giriyor, diğer kulağımdan çıkıyordu. Bir başkası benim yerimde olsa kafayı sıyırmıştı herhalde! Ben istediğim takdirde her şeyi yapardım ve ne yazık ki aileme bunu bir türlü anlatamamıştım.

Hayalimdeki meslek hemşirelikti. Nedendir bilmem, lisenin başından beri sağlık alanına garip bir sempati besliyordum. Aslında doktorluk da isteyebilirdim belki ama altı yıl okumak benim için imkânsızmış gibi geliyordu. Ayrıca hemşirelik bana doktorluktan daha çekici geliyordu. Bazen düşünüyordum; kocaman bir hastanenin koridorlarında, üniformasıyla ve plastik terlikleriyle pıtı pıtı gezen bir Meryem hemşire... Ah, bunun hayali bile inanılmazdı!

Yarın akşamki balo için kıyafetim çoktan hazırdı. Beyaz bir elbise giyecektim. Elbisenin üzeri tamamen dantel motiflerle kaplıydı. Aynı dantel motifleri kollarımı, dirseklerime kadar ikinci bir deri gibi sarıyordu. Elbisenin en açık yeri göğüs kısmıydı. Göğüste derin bir dekoltesi vardı ve ayrıca omuzları düşüktü. O yüzden balonun yapılacağı mekâna giderken üzerime ince, şal benzeri bir şey alma ihtimalim yüksekti. Son olarak elbisenin eteği pileliydi ve etek dizlerimin iki parmak altında bitiyordu. Annem çok karşı çıktıysa da ben, bu elbiseyi bayıla bayıla almıştım. Bu şeyi giyinmek için yarını resmen iple çekiyordum!

Öğle saatleriydi. Annem altın günü için hazırlık yapıyordu. Altın günü bizim evde olmamasına rağmen hazırlık yapması da tamamen gösteriş merakındandı. Bugünkü menüsünde de kabak tatlısı vardı. Çok saçma bir biçimde cümle âleme en güzel yemekler yapanın kendisi olduğunu göstermeye çalışıyor ve yapılan övgülerle de göğsünü kabartıyordu. Mesele sadece yemekler de değildi. Annem altın gününe gideceği zaman her zamankinden daha özenli giyinirdi. Hatta resmen süslenirdi. Makyaj yapmaktan pek anlamamasına rağmen gözlerine rimel sürmeyi de asla ihmal etmezdi ama ne yalan söyleyeyim, annem diye demiyordum, gerçekten çok güzel bir kadındı. Rimel sürünce uzayan kirpikleriyle de resmen bir afete dönüşüyordu.

Belki mahallede yemekleri ondan daha iyi olanlar olabilirdi fakat buradaki hiçbir kadın annemin güzelliğiyle yarışamazdı. Ay gibi bembeyaz ve pürüzsüz yüzü, tek bir teline bile ak düşmemiş gece karası saçları, balık etli fiziği ve onu olduğundan çok daha genç gösteren gülümsemesiyle mükemmelliğinden asla ödün vermiyordu. Kırk yaşında olmasına rağmen dışarıdan taş çatlasın otuz gibi görünüyordu ve bu da demek oluyordu ki ileride ben de en az annem kadar genç görünecektim. Daha doğrusu öyle görünmeyi ümit ediyordum.

Elinde poşete sardığı büyük bir cam tabakla çıkagelen annem, "Meryem hadi anneciğim," diyerek anahtarları eline aldı. "Gidiyoruz."

Kaşlarımı çattım, "Nereye gidiyoruz?"

MUKADDERATDonde viven las historias. Descúbrelo ahora