16. Bölüm: Sevgili

18.7K 821 427
                                    

Keyifli Okumalar!

***

Sekiz yıl evvel, 20 Ekim

Soğuk bir cumartesi günüydü. Saatler akşam beşi gösterirken televizyonun karşısına kurulmuş, bir dizinin tekrarını izlemeye başlamıştım. Aslında dizi izlemeyi pek sevdiğim söylenemezdi ama şu an televizyonda izleyebileceğim pek bir şey yoktu. Mecburiyetten izliyordum yani. Yoksa bir dizinin beni içine çekebilmesi için o diziden kaos ve entrika kokusu almam gerekirdi. Beni besleyen şeyler bunlardı. Ötesi sarmıyordu. Esasında ben dizi hayatıma, Aşk-ı Memnu'nun final sahnesini izledikten sonra veda etmiştim. O finalin ardından Behlül'e, "sen benim oğlumdun" deyip gözüne ışık kaçmış tavşan misali kalakalan Adnan Ziyagil gibi donup kalmıştım ekranın önünde... O günden beridir uğradığım hayal kırıklığından mıdır nedir bilmem, ekranlarla arama mesafe koymuştum.

Ayaklarımı uzatmış bir şekilde televizyonun karşısında keyif çatarken babamın, "Keyif de sende bakıyorum," diye söylenerek odaya girdiğini gördüm. "Ben uzun zamandır şu şekilde uzandığımı hatırlamıyorum."

Babam bir işletmede vardiyalı bekçilik yapıyordu. Birlikte çalıştığı arkadaşının sağlık problemleri nedeniyle uzun zamandır işe gelememesi babamı da zora sokmuştu. Adam neredeyse bir aydır hem geceli hem de gündüzlü bekçilik yapıyor, gün içerisinde ancak iki saat falan uyuyabiliyordu. Allah'tan hafta sonu için üçüncü bir bekçi vardı da adam hiç değilse sabahları evine gelebiliyordu. Canım babam, onun için çok üzülüyordum. Bizim için çok çalışıyordu ve bundan hiç de şikâyet etmiyordu. Ben bu kadar çalışsam, herhalde evde terör estirirdim.

Uzandığım yerden toparlanarak, "Günaydın babacığım!" diye cıvıldadım. "Rahat uyuyabildin mi?"

Uyumaktan gözleri şişen babam gülümsedi, "Sana da günaydın kızım. Annen nerede?"

"Annem bir saat önce Sevgi teyzeye, akşam çayına gitti. Birazdan gelir. Aç mısın? Sana bir şeyler hazırlayabilirim."

Babam başını onaylar biçimde salladı, "Vallahi çok iyi olur."

Zıplayarak yerimden kalktım ve mutfağa girmeden hemen önce babamın yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Çok seviyordum be bu adamı. Gerçekten çok seviyordum. Zaman zaman bazı konularda atışsak da hiçbir zaman kıyamıyordum ona. Onun sevmediğim tek huyu namus düşkünlüğüydü ama bunun dışında gerçekten şeker gibi bir adamdı ve sevgi dolu bir babaydı. Bize çok değer verir ve hiçbir şeyini bizden esirgemezdi. En çok istediği şeyse çocuklarının okumasıydı. Benim okul hayatım çok mükemmel olmasa da devam ediyordu ama Ekrem ağabeyim benim aksime lise son sınıfta okulunu bırakmıştı. Ağabeyimin okulu bırakmasına babam çok üzülmüştü çünkü ondan gerçekten de çok şey bekliyordu. Ben ağabeyimin yerinde olsam okumak istemiyorsam bile yalnızca babamın üzülmemesi için okuluma devam ederdim. Yani en azından liseyi bitirirdim. Tabi ağabeyimin hayırsızın önde gideni olduğu için kadir kıymet nedir bilmezdi ve dolayısıyla babamın üzülmesine karşı böyle ruhsuz bir tepki vermesi garip değildi.

Mutfağa girdiğimde ilk olarak ocağa çay suyu koydum. Daha sonra annemin enfes görünen peynirli böreklerini ısınmaları adına fırına sürdüm. Buzdolabından çıkardığım kahvaltılıkları kısa sürede yemek masasına dizdim. Birkaç tane de salatalık ve domates dilimleyerek tabaklarını masadaki kahvaltılıkların bir köşesine iliştirdim. Bunca şeyi hazırlarken bir yandan da iştahım kabarmıştı. Sanırım babamın yemeğine ortak olacaktım.

Aslında bir yanım yemek yememe şiddetle karşı çıkıyordu çünkü bu aralar kıtlıktan çıkmış gibi yemek yiyordum. Midem hiç boş durmuyordu ya abur cubur yiyordum ya da belli saat aralıklarıyla evdeki yemeklerden yiyordum. Hiçbir şey bulamasam boş ekmek yiyordum. Neydi beni yemek yemeye bu kadar iten bilmiyordum ama bir gün bu yemek düşkünlüğüm başımı feci halde bir belaya sokacaktı ama bilirsiniz, Meryem Çapan belaların kraliçesidir... Sizce başımın belaya sokacağımı bilsem de bundan geri adım atar mıydım? Elbette kocaman bir hayır! Benim bu konudaki mottom bellidir:

MUKADDERATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin