15. BÖLÜM - Sukutuhayâl

65 16 34
                                    

Canlarım yine yeni yeniden ben geldim. Bu bölümü yazmak için cesaret toplamam baya zamanımı aldı çünkü geçen bölümün sonunda da dediğim gibi bu bölümler benim için çok önemli bölümler ve bu bölümleri yazarken stresleniyorum ama bana her daim yardımcı olan ablam ve dostum Sevgi var. Bu bölümü onlara ithaf ediyorum. Ufak bir not: İlk defa bir bölüm yazarken ağladım ve bölüm içerisinde sizi bir sürprizim vaaar! ;)) O zaman keyifli okumalar...

Sukutuhayâl: Hayal kırıklığı

Müzik:

Tom Odell / Heal 

.

Duyduklarım, duygularım ile karışıp beni alt etmeye çalışıyordu. Bedenim her zamanki gibi ayakta durmakta zorlanıyordu, nefeslerim sıklaşmıştı ve onun dudaklarından dökülen kelimeleri kavramaya çalışıyordum. 'Ben gelmediğim sürede kurul'da herhangi bir değişiklik oldu mu?' diyordu kulaklarımdaki ses. Ardından ekleniyordu. 'Başkanın kızı geldi efendim.' diyordu bir ses daha ama ben buna inanmak istemiyordum. Bunları duymak istemiyordum. Gözlerinin gözlerim ile eşleşmesini istemiyordum ama bunu engelleyemedim.

O an telaşla benim tarafıma döndü. Göz göz geldik. Bir süre ne o tepki verebildi ne de ben... Arkasındaki kişiler ise çoktan yanıma ulaşmışlardı fakat umurumda değillerdi. Hiç kimse, hiçbir şey umurumda değildi.

"Elis hanım gördün mü? Ailene çok güzel rest çektin ama asıl resti sana onlar çekti. Asıl ihaneti onlar sana yaptı. Biz seni en azından kullanmadık ama onlar kullandı. Bak ne diyeceğim? Aralarından biri bana dedi ki; 'Benimle neden konuşuyorsunuz?' dediğini söyledi ve bu soruna karşılık onlar seni geçiştirmiş. Kısaca kullanıldın, kızım. Hiç sevilmedin, sevilemeyeceksin. Bizim tarafımızdan değil onlar tarafından..."

Duyduğum her kelime beynimin içinde dönüp duruyordu ama onları asla bir yere sığdıramıyordum. Karşımdaki iki çift göz beni kandırmıştı. Ben... Ben çok aptaldım. Ona inanmıştım ve ona güvenmiştim ama o beni kandırdı, duygularımla oynadı. Beni nasıl bu kadar kolay kendine inandırdı? Bunu bana neden yaptı?

"Andaç..."

Gözlerim ağrıyordu. Dün gece çok ağlamıştım ve şimdi ise göz yaşlarım yine benimleydi. Bana yalan söylemeyen tek onlardı. Oysa yalan en sevmediği şeydi ama insan en çok korktuğu şey tarafından vurulurdu değil mi? Vurulan bendim, silahım ise yalan ve beni vuran en sevdiklerim... İşte hayat bu kadardı; bir insana güvenemeyecek kadar kısa, bir şeyden korkamayacak kadar uzundu.

Arkamda ilk ve son dostlarım, önümde kalbimdeki acısını keskin bir bıçakla hissettiğim sevdiğim... Ortalarında da ben varım. Yalanlarla dolu bir çemberin içine sıkışmış gibiyim. Tek kurtuluşum kendimle beraber o çemberi yakmak, öyle de yaptım. Sert adımlarımı ona yönlendirdim ve okkalı bir tokat attım. Ardından ardımda hayallerimi, umutlarımı, hayatımdaki yalanları ve beni gerçekten seven sandığım ve onlara her şeyimi adadığım insanları bıraktım.

Hızla merdivenlerden çıktım ve kuruldan ayrılmadan önce duyduğum son ses annemin sesi oldu." Andaç kızımın peşini bırak artık. Yalnız kalsın."

Kuruldan çıkmıştım, yürüyordum ama nereye? Ne tarafa? Bilmiyordum. Zaten kendimi kaybetmiştim. Yolumu da kaybetsem ne olurdu ki? Yakında ruhumu da kaybederim ve sonsuza dek bu hayattan da, kirli yalanlardan da kurtulmuş olurum ama kolay olan bu değil mi zaten? Her şeyi, herkesi geride bırakıp yavaşça gökyüzüne doğru süzülmek... Bu kolay olan ama ben bunu istemiyorum.

Hiç kimseye değil, kendime güçlü olduğumu kanıtlamak istiyorum. Bu yüzden bunun için her şeyimi vereceğim ama tüm bunları yapmadan önce içimdekileri halletmeliyim. Kafamın içindeki bilinmezlik ve yalan kazanını karıştırıp onları en uygun yere yerleştirmeliyim. Artık önce kendimi, sonra başkalarını düşünmeliyim...

FİKOTRA: Zihin SerisiOù les histoires vivent. Découvrez maintenant