13. BÖLÜM - Yurt

47 15 65
                                    

Canlarım yine yeni yeniden ben geldim. Bölümü saat olarak geç atıyorum. Bir işim çıktı ama olsun. Bölüm yetişti. O zaman hepinize keyifli okumalar...

Müzik:

Jamie Harrison / Spent So Long

.

Duyduğum ses bir araba yaklaşma sesiydi. Her ne kadar ayağa kalkmaya çalışsamda kendimde o gücü bulamadığımdan dolayı kalkamıyordum. Henüz gözlerimi de açamamıştım ama duyduğum sesler şimdilik bana yetiyordu. Mesela şu an araba sesi durmuştu ve bir kapı açılmıştı.

"Elis." İşte dakikalardır duymayı beklediğim ses bana sesleniyordu. Andaç gelmişti ve ben şimdiden onu tek bir kelimesi ile rahatlamıştım. Ağır ağır gözlerimi açtım. Bu sırada Andaç beni belimden kavrayarak o güvenli kollarının arasına aldı. Ne arabaya ne de ormandaki tek bir ağaca bakmıyordu. Okyanus mavisi irisleri benim deniz mavisi irislerime çoktan karışmıştı.

"Andaç bey, yardım etmemi ister misiniz?" Andaç dakikalardır bana odakladığı irislerini benden çekip şoföre çevirdi. "Kapıyı açman yeterli."

"Hemen açıyorum." Bu beyaz gömlek, siyah ceket ve pantolon üçlemesini giyen yaşlı şoför bana oldukça anlayışlı bakıyordu. Sanki annemgilden alamadığım o yumuşak bakışları bu adam bana şimdi, burada duyduğum eksikliği kapatmak ister gibi bakıyordu.

Tüm bu sırada Andaç beni arabaya bindirdi, kafamı dizlerinin üstüne yatırdı ve saçlarımı nazikçe toplayarak arkaya attı. Ardından kumral renkli saçlarımı hafifçe okşamaya başladı. Şoföre gitmek için onay verdi ve bu beni delip geçen, hâlâ etkisini atlatamadığım yalanların barındığı kuruldan usul usul uzaklaştık.

On dakika kadar gittikten sonra Andaç bana beklediğim o soruları sormaya başladı. "Güzel kokulu çiçeğim, neler oldu bana anlatmak ister misin? Bu koca ormanda tek başına ne işin vardı ve neden yerde yatıyordun? Yoksa..." Aklına gelen düşünceyi çoktan anlamıştım ve panik yapıp öyle bir şeyi aklına getirmemesi için dizinden kalktım ve gözlerini gözlerime kilitledim. "Hayır, öyle bir şey değil. Anlatacağım şeyler o kadar anlatmaya müsait değil ki nereden başlayacağımı bilmiyorum."

Durdum ve nefeslendim, kafamdaki planı ve Andaç'a söyleyeceğim cümleleri kurguladım ve konuşmaya başladım. "Andaç, bunları şu an burada anlatamam." Şoföre baktım. "İlk başta bizim eve gidelim, sonra konuşuruz." Her ne kadar şoför iyi birine benzesede annem ve babamın bir ağacın içinde çalıştıklarını burada söyleyemezdim. Bu yüzden ben kıyafetlerimi toplarken Andaç'a her şeyi anlatacaktım...

.

12.22 - Ev

Neredeyse bir saattir yoldaydık ve evime yani eski yaşadığım yere ulaşmak üzereydik. Tüm bu bir saatin her dakikasında her saniyesinde bundan sonra ne yapacağımı düşünmüştüm fakat aklıma yurda gitmekten başka hiçbir fikir gelmiyordu. Evet, yurt çok yakındı ama en azından onların soluklandığı, rahata erdikleri yerden uzakta olacaktım.

Ayrıca yaşadığımız yer; şehirden bir saat uzaklıkta olan bir kasaba. Liseyi şehrin içinde bir yerde tutturmuştum ama o yaz buraya taşınmıştık ve şimdi buraya neden taşındığımızı çok iyi anlıyordum. İşleri için benim yaşam alanımı da değiştirmişlerdi.

Tüm bu düşüncelerin ardından sıkıntılı bir nefes verdim ve Andaç'a döndüm. Gece mavisi gözlerini anında gözlerime çevirdi. Ardından yanaklarıma, saçlarıma, burnuma ve dudaklarıma baktı. "Elis hanım şu an nasıl görünüyorsunuz biliyor musunuz?" Andaç daha önce görmediğim sevimli hâllerini şu an bana gösteriyordu. "Dudaklarınızın doğal rengi canlı bir pembe olmasına rağmen ağladığınızdan dolayı kıpkırmızı olmuş ve minik yüzünüzde büyük bir afet gibi duruyor. Ayrıca kumral saçlarınız dağılmış olmasına rağmen asla göz alıcı parlaklığını kaybetmemiş, arabanın camından gelen hafif rüzgâr ile salınıyor ve yanaklarınız olabildiğince al al olmuş ve şu an utandığınızdan dolayı daha fazla kızarmış bir durumda. Minik burnunuzun ucu hafif kızarmış ve bu durum sizi oldukça tatlı kılıyor. Gözleriniz... Gözleriniz ise deniz mavisi renginin içerisinde barındığı parlaklık, göz bebeklerinizin inadına dikkat çekmeye devam ediyor."

FİKOTRA: Zihin SerisiOnde histórias criam vida. Descubra agora