Bölüm 10

40.1K 1.4K 84
                                    

"Bu şiirdeki ölçüyü kim söyleyecek bana?"

"..."

"Bunu da mı bilmiyorsunuz? Bir tane bilen yok mu aranızda?"

"..."

"Peki. Şöyle soralım; Hece ölçüsü mü Aruz ölçüsü mü?"

"Hece ölçüsü hocam."

"Çocuğum Divan Edebiyatı şiirlerinden bu. Bak yazarı Fuzuli. Ayrıca bu bir beyit. Beyitlerde hece ölçüsü mü olur a akıllı? ... "

"..."

Hala bir şeyler konuşulduğunu ve hocanın ders anlattığını anlayabildiğim konuşmaları duyuyordum. Ama uyumaya çalışıyorum burada! Bir susun ama..

Sıkıcı Dil Anlatım, Edebiyat ve Coğrafya dersinden sonra öğle arasına nihayet gelebilmiştik.

"Tuğçe geliyor musun, kantine gidiyorum?"

"Tamam. Geliyorum. Bensiz yapamıyorsun dimi ama canım ya"

"He he Tuğçe. Senin için deli oluyorum. Sırılsıklam aşığım sana."

Söylene söylene kantine indik. İlayda ile birlikte sıraya daldık. Tabiki milleti itekleyip en önde yerimiz aldık. En öne geldikten sonra bir de kantincinin seni takmasını bekle. Parayı uzatıyoruz yan taraftakinin yemeğini bizden önce veriyor. Bu konuda torpilli olduğum sevindim bir an. Kantinci kankam olur, biliyorsunuz. Bülent abiye parayı uzatıp istediklerimizi söyledim. Göz kırpıp gülerek dediklerimizi hazırlamaya başladı. İlayda'nın sıradan tarzı turşu ve domates var ama ketçap mayonez marul yok. Adam ezberledi artık. Ben tabiki hepsinden koydurtuyorum.

"Bağdagül naber kız?"

"İyidir Bülent abi. Sen şunları hızlı hazırla ya."

Bülent abi hiçbir zaman benim adımı öğrenmedi, sormadı da. Sürekli bu tarz takma adlarla hitap eder kendisi.

Sıradan çıkıp yemeğimizi her zamanki masamızda yedikten sonra bahçeye çıkıp Çardakta oturmaya karar verdik. Kantin kapısından çıkarken asılı olan afiş dikkatimi çekti. Durup okudum. Yakında kamp yapacakmışız. Gelmek isteyen müdür yardımcısına gidip ismini yazdıracakmış. Her zaman böyle şeylere katılmayı istemişimdir. İlayda'yı dürtükleyip afişi gösterdim.

"Lütfen gidelim İlayda lütfen?"

"Bence de koş ismimizi yazdırmaya gidiyoruz. Çağan'ın adını da yazdıralım. Gelmezse öldürürüm onu!"

Gidip müdür yardımcısına ismimizi yazdırdık. Çadırlar için para toplanacakmış. Biz çadır getirmeyecekmişiz. 6 kişilik büyük çadırlardan alınacak ve bir çadırda kimlerin kaldığı gidince kurayla belli olacaktı. Çadırlar da maşallah yani 6 kişi ne la? Aç kalırsak diğer 5 kişiyi yerim garanti!

Müdür yardımcısının odasından çıktıktan sonra İlayda'yla çardakta oturup vakit öldürdük. Daha zile 10 dk vardı.

"Ben yukarı çıkıyorum Tuğçe."

"Dur ya daha 10 dk var zile."

"Çişim geldi ama."

"İyi git. Ben biraz daha durup çıkarım sınıfa."

"Tamam."

İlayda gittikten sonra üst bahçeye çıktım. Ellerimi sweetshirt'ün cebine sokup öyle boş boş yürümeye başladım. Üst bahçede az kişi olurdu. Bazı yiyişenler ve üst taraftaki çardaklarda oturan arkadaş grupları. Bazen de benim gibi kafa dinlemeye gelenler..

Biraz ilerledikten sonra Bartu'yu gördüm. En uzak noktadan bile dikkat çekiyordu. Elinde sigarası vardı ve sigarayı dudaklarının arasına götürüp içişi.. Benim yerime başka bir kız olsaydı eriyip yok olmuştu herhalde. Tamam ben de biraz etkilenmiş olabilirim ama ben güçlü ve sert görünümlü bir kızdım ve erkeklere ihtiyacım olmadığına kendimi tamamen inandırmıştım. Bu özelliğimle gurur duyuyordum. Güçlüydüm, bazı durumlar hariç çoğunda cesurdum, kimseye ihtiyacım yoktu.

Yanına gitmeye karar verdim. Kampa gelip gelmeyeceğini soracaktım. Neden bilmiyorum ama gelmesini istiyordum ve bunun Doruk'la yaptığım anlaşmayla alakası yoktu. Gerçekten gelmesini istiyordum.

"Selam. Naber?"

"İyi."

"Bir şey soracaktım ben. Kampa gelecek misin?"

"Ne kampı?"

"Görmedin mi afişi. Okul düzenliyormuş. Gelmek isteyen ismini yazdırıyor. Sende yazdırsana ismini?"

"Boşver."

"Hadi ya, gel işte. Hem biz senle yeniden tanışıp arkadaş olmadık mı? Arkadaşını mı kıracaksın?"

Ben neden ısrar ediyorum? Hiç bir fikrim yok. Ne yapıyorum ben ya. Bu ben değilim. Kendine gel Tuğçe. Bu sen değilsin. Gelmezse gelmesin. Teklif var ısrar yok.

"Şey pardon. Banane ki? Sen bilirsin, ister gel ister gelme. Ben sınıfa çıkıyorum, sınıfta görüşürüz." dedim ve gülümseyerek yanından uzaklaştım. Arkamdan konuştuğunu duydum.

"Gelicem."

İçimdeki ben parandeler atarken, dışardan sadece arkama son bir bakış attım gülümseyiş eşliğinde.. Neden bu kadar sevinmiştim?

--

Ders monoton, sıkıcı... Kardeşim son dersteyiz sıkma bizi kafa kaldırmıyor lütfen ama? Kapı açıldı. Evet kafamı kaldırmak istemiyorum. Kaldırmıcam. Ne bok yemeye kim girdi bu sınıfa? Ya da kim çıktı. Nöbetçidir kesin. Aklıma gelen şeyle başımı kaldırmaya karar verdim. Aklıma her nöbetçiye yapıp nöbetçinin o salak halini izledikten sonraki sınıfın gülüşü geldi. En azından şu dersten iyiydi. Ufacık bir eğlence ya. Ufacık. Minicik. Hihihi.

Nöbetçiyi izledim. Hocaya elindeki kağıtları imzalattı ve sınıf defterini de alıp kapıya doğru yöneldi. Ve devreye Tuğçe girer..

"Kağıt düştü. Şşşh nöbetçi kız kağıt düştü kağıt bak şurda."

Kız dönüp dönüp on kere baktı etrafına. Tabi sınıf kızın bu haline anırarak gülüyor. Saf. Ya bakıyorsun bari bir kere bak anla kandırıldığını. Yok on kere bakcak. Ay içim acıdı ya la. Kız sonunda sınıftan çıktı. Ve çıkarken hocanın varlığına aldırmadan kapıyı çarptı. Ananın evinde değilsin be gülüw. Kapı bu kapı! Tabi bu harekete bizim sınıfın malları daha çok güldü.

Ben yine kafamı sıraya gömdüm.Yaklaşık 5 dk sonra tekrar kapı açıldı. Bu sefer aynı kız gelmediyse yine aynı planı uygulayacaktım. Hemen kafamı kaldırdım. Kaldırmaz olaydım. O da kim? Şaka mı bu? Zırt bırt yeni öğrenci geliyor. İnkar edemem ilk defa bu okula bu kadar yakışıklı çocuk geldi.

Gelen kişi gözlerimi pörtletmeme sebep olmuştu. Sanki donmuş, öylece bakıyordum.

İNANAMIYORUM. YETER ARTIK!

...

--

DEĞİŞİMOù les histoires vivent. Découvrez maintenant