Bölüm 4: Kaderin Cilvesi

4.6K 361 45
                                    


Bölüm şarkısı: Nazende Sevgilim - Ata Demirer (Bölümü tamamen bu şarkıyı dinleyerek yazdım.)

Bölüm 4: Kaderin Cilvesi

Küçüklüğümden beridir en sevdiğim yer ağaç tepeleridir. İlkbaharda çiçek açan dalları arasında saklanmayı, arılarla savaşmayı, yeni böcekler keşfetmeyi severdim. Biraz yaramaz bir çocuk oluşum annem ve babamın başını hayli ağrıtırdı zira gittiğimiz yazlıkta yan komşunun bahçesine dadanmayı, çıktığımız tur gezilerinde zarar işlemeyi, evde de rahat durmayıp annemin en sevdiği vazodan, aile fotoğrafımıza kadar her şeyi kırıp parçalayabilirdim. Annemin nasıl sinir krizleri geçirip terliğiyle popomu gevşettiğini bir ben bilirim, bir de annesinden dayak yiyen kader ortaklarım bilir. Babamsa çoğunlukla şirketle uğraştığı için akşamdan akşama görüşürdük, annemi en iyi anladığı zamanlarsa ailece çıktığımız tatil ve geziler olurdu. Benim gibi bir çocukla uğraşmak kısmen zordu.

Hele bir de yanıma kendim gibi bir arkadaş buldum mu yaptığımız haşarılıklar çoğu zaman kötü biterdi. O sıralar Sami favorimdi sanırım. Aklına yatmasa da adını duyurmak için delice bir istekle bana katılırdı. Bazen komşunun yeni yıkanmış arabasını kiraz bombardımanına tutardık, bazen futbol topumuz bilmeyerek (!) özenle dikilmiş çiçeklerin üstünden geçerdi. Henüz küçük yaşımıza rağmen okuldan kaçıyor oluşumuzdan bahsetmiyorum bile! Okuldan kaçınca ne yapıyorsunuz derseniz, en yakın parka gidip yorgunluktan bayılana kadar oyun oynardık, zaten okul yokluğunuzu anlayıp ailelerimize haber verdiğinde çokta şansımız kalmazdı.

Sami çocukluğumun en haşarı dostu olsa da sadece bununla sınırlı değildi. Şirketimizin hissedarlarından birinin oğluydu. Zamanla ben düzelsem de o düzelememişti, eğlence stili değişen arkadaşım şimdilerde playboyluğuyla gecelere akıyordu. Şirketle zerre iletişimi olmamakla beraber hayatın tadını çıkarıp baba parası yemeğe devam ediyordu. Hoş, bana da bir şans verseler bende gönlümce eğlenirdim... Şirket kaçmıyor ya!

Ama bu dostlukta bir tane de aklı başında insan gerekiyordu. Dağıldığımızda arkamızı toplayan, sorunlarda çözüm bulmaya çalışan, kimi zaman yakamızı tutup sallayan ve bizi kendimize getiren o kişiyse Baran'dı. Küçüklüğünden beri aklı başında oluşu, onu şirketin potansiyel yöneticisi yapmakla beraber babamda dahil olmak üzere herkes ondan yanaydı. Aramızda kıskançlık namına bir şey olmadığından bunu yadırgamazdık, sanırım benim de işime gelirdi. Sonuçta işi ona yükleyip anı yaşamaktan güzel ne olabilirdi ki?

Olmadı... Baran'ın yaptığı hainlik sonucu kendimi bir anda bir plazaya sıkışmış bir halde buluverdim. O andan beri de resmen sürüklenerek toplantıdan toplantıya, fabrikadan fabrikaya sürükleniyordum.

Yine böylesi şahane bir günde Baran'ın yıktığı onca dosyayı bir kenara bırakmış birkaç gün önce olanları düşünüyordum. Sanılanın aksine aşktan nefret ettiğim falan yoktu, ama korktuğum doğruydu. Henüz bu genç yaşımda birine tutulupta hayatı yaşamayı bırakmaktan korkuyordum ben, yoksa zamanı gelince gönlüme taht kuracak o kadını merak etmiyor değildim... Ki, sanırım onu da bulmuştum sonunda.

Babamın sıktığı bir günde, babamdan kaçmışken onu bulmam hayatın bana en büyük hediyesiydi fakat ruhumu yaralayan bir hediyeydi.. Hiçbir zaman insanları eksiklikleri yüzünden yargılayan bir insan olmamıştım, benim ki sadece hüzündü. Onun görmediği bir dünyayı görmek ona ihanetti sanki, kalbimin diğer yarısına ihanet etmiş gibiydim.

Sıkıntıyla arkama yaslandığım sandalyeden kalkıp ellerimi cebime soktum. Ceketimi çoktan odanın bir köşesine bırakmış, en nefret ettiğim takım elbisemin içinde rahatsızca adımladım. Bir kez daha hayal kırıklığına uğrayacağınızı bilmeme rağmen açıklık getiriyorum, sandığınız gibi yerden tavana kadar bir camın önünde değilim. Normal boyutlarda bir pencerenin önünde, boğaz manzarası yerine trafik manzaralı şahane bir yerdi. Yani kasvetime kasvet eklemekten başka bir işe yaradığı yoktu.

Kör Duygular Where stories live. Discover now