Bölüm 12: Öfke

6K 256 8
                                    

Zaten sinir olduğunuz bir insandan daha ne kadar nefret edebilirsiniz? Nefretin sınırı var mıdır? Bir doruk noktası, tepe değer ya da belli bir ucu yoktur bence. Ve soyut bir kavrammışçasına davranılır. Fakat karşınızdaki kişi gerçekten sinir bozucu biriyse nefreti artık somut olarak görmeye başlarsınız. Ve siz her sinirlendiğinizde arkanızdan gelir, size destek olduğunu belirtircesine omzunuza dokunur. Sizi yönlendirir ve yaptıklarınıza memnuniyetle gülümser.

Ateş yüzünden boyluyordum. Evet, resmen Bakırköy'ü boyluyordum. Hikayenin sonunu görebiliyordum. Deli elbisesiyle camdan bahçedeki insanları hıyar şeklinde görerek izliyor olacaktım. Ve yürüyen hıyarlara gülecektim. Belki de Ateş beni ziyarete gelecekti ve ben yine çıldıracaktım. Bunlar olası şeylerdi.

Yine kendi içimde sinir krizlerimden birini yaşıyordum ve omzumda nefretin elinin sıcaklığını hissedebiliyordum. Nasıl olur da böyle davranabilirdi? Benim üç yıldır gizliden gizliye izlediğim çocuk bana mesaj attığında nasıl böyle bir cevap verebilirdi? Bu özgüven nerden geliyordu?

Sakin olmak ve başucumda bekleyen nefreti başımdan savmak için çok fazla gayret harcıyordum. Sahi, şimdi ne yapmalıydım ben?

Eğer şimdi ona bağırırsam ve bir tokat atıp gidersem benden bunun karşılığını feci alırdı. Hem, ben ona nasıl tokat atabilirdim ki? O özgüven maalesef bende taze bitmişti. Belki sadece bağırır ve kolumda Yağız'la bu binadan çıkardım. Ama bunun bir de ilerisi vardı. İki ay boyunca kölesiydim ve benim nelerden hoşlanmadığımı iyi biliyordu. Beni delirtebilirdi. Beni peşinde kuyruk gibi dolaştırıp, yakınlaşabilirdi bana. Ne de olsa tacizine uğramıştık ya bir kere. Şimdi patlamamalıydım. Sadece biraz hesap sormam, yeterli olacaktı. Ama asla unutmayacaktım bunu. Zamanı geldiğinde tahmin edemeyeceği şeyler yapacaktım ona.

Masanın üstünde oturup, öne doğru eğilmişken bir ayağımla sinirden ritim tutuyordum. Yanaklarımı şişirmiştim ve bir fermuar yüzünden başıma gelenleri idrak etmeye çalışıyordum. Bilmiyorum, belki de annemin aldığı, fermuar için bile yer olmayacak şeyleri o ilk dediğinde giymeliydim. Ama olmuştu işte her şey. Hem ben bu özgüvensizlikle pantolonu bile zor giyiyordum ya... Ne yapabilirdim ki?

Geçen her saniye, alev toplarıyla toplu kum saatinden aşağıya, bana düşüyordu sanki. Yavaş yavaş yok oluyordum. Etraftaki benim yaşlarımda olan çocukların yandan bana bakarak birkaç kelime sarf ettikten sonra kahkaha atmaları bile artık arka plana atılmışçasına kulağıma girmiyordu. Bana gereksiz yere suni tenefüs yapmıştı. Ben izin vermediğim halde beni kucağına da almıştı, patates çuvalı gibi omzuna alıp da taşımıştı. Ve. Ve bana dün gece evinin önünde yaptığının bir açıklaması yoktu. Sırf şu itici egosu yüzünden ezik olmadığını kanıtlamak amacıyla bir kıza o kadar yaklaşabilirdi. Ama bana yaklaşamazdı. O gece beynimde tekrar oynarken, kendini bana bastırması, kaşlarımın çatılmasına ve dudaklarımın aşağıya doğru inmesine neden olmuştu. Yüzü, mavi gözleri, alayla kıvırdığı dudakları, şekilli burnu ve şu sürekli kaldırdığı kaşları sadece öfkemi katbekat arttırıyordu. Kulaklarımda artık sadece ince bir uğultu ve nefes alıp verişlerim oynuyordu. Gözlerim sanki arada duş kapısı yokmuş gibi delercesine o tarafa bakıyordu.

Duşun kapısı açıldığı anda artık suratına bakmak dahi istemediğimden istemsiz olarak ayağa kalktım. Şu binadan çıkmalıydım. Gözlerim niye dolmuştu? Sinirden hiç ağlamamıştım. Aşağıya inen merdivenlere doğru hiç düşünmeden koşmaya başladım.

'' Bade! '' Arkamdan gelen öfkeli bir ses, sana bunların hesabını soracağım diyordu sanki. Bir küfür gevelediğini duydum. Merdivenleri üçer beşer inerken arkamdan gelmediğini hissetmeye başlamıştım. En alt kata geldiğimde, özgürlük ile aramda sadece elli metre vardı. Bu büyük binanın kapısına ulaşabilecek miydim, fikrim yoktu. Etrafta bana dikilen gözlere aldırmamaya çalışıyordum. Koşmaya başladım.

AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin