Bölüm 42: Ağaç

4.3K 201 71
                                    

Media: Ateş ve Bade

Kalbim parçalanıyordu ve duygularım son kırıntılarına kadar yok oluyordu.

Bir yanım Ateş için deliriyordu ama diğer yanım buralardan gideceğim için onu şimdiden unutmaya çalışmam gerektiğini söylüyordu.

Keşke kalabilsem burada, yanında dedim içimden. Ama annemi o kadar iyi biliyordum ki... Gözünün önünde bir çocuğun, küçük bir çocuğun gitmemek için bağıra bağıra ağlamasını görmezden gelip, kardeşinin bakması için ona bırakan bir anne. Pek yabancı değildi çocuk bana. Bendim. Ve ben şimdi o kadına yurtdışına gitmek istemediğimi ve aşık olduğumu mu söyleyecektim?

Belki de aşk kötü bir şeydi. Babam kadar iyi bir adamın böyle bir kadınla evlenmesine neden olan da aşktı.

Önümde bir şeyler söylememi deli gibi bekleyen bir Ateş vardı. Kendime engel olamıyordum, ona bu kadar yakın olup bu kadar uzağında kalmak zorunda olduğuma lanet ettim.

Sadece birkaç saniye içinde yanaklarımdan aşağıya birçok gözyaşı düşmüştü. '' Lütfen... '' dedim zorla konuşarak. Deli gibi bağırıp ağlamak için yanından ayrılmayı bekliyordum ve boğazımdaki düğümler konuşmamı daha da zorlaştırıyordu. '' Lütfen bir daha böyle konuşma. '' dedim titreyen ama sert sesimle. Kucağımdaki hamburger tabağını hızlıca yere bıraktım ve ayağa kalkarak parkın derinliklerine doğru koşmaya başladım. Bir yandan bütün gücümle koşuyor, bir yandan da çenemden damlayan gözyaşları bırakıyordum arkamda. Benim için çok mu kolaydı buradan saçma bir okula gitmek?

Bir kilometre kadar koştuktan sonra ciğerlerim nefes almama dahi yetmeyince kendimi yumuşak çimenlere attım. Her nefesimde acıyan akciğerlerim ağzımdan çıkan hıçkırıklarla daha da batıyordu.

Ağaçların gökyüzünün bir kısmını izledim bütün gücümle ağlarken. Daha sonra hala parkın içinde olduğumu fark ettim. Birinin beni bulmasını istemiyordum, birinin gelip sanki umurundaymışım gibi bana sarılıp ağlamamam gerektiğini söylemesine ihtiyacım yoktu.

Nefesim büyük oranla düzene girmişken ayağı kalktım ve 50 metre ötemde duran tellere baktım. Fikret hocanın çıkmamıza izin vermediği tellere. Umursamadım. Koştum, tellerin üstünden atladım, yine koştum.

Masum ve bakımlı çimenlerle budanmış ağaçlar yoktu artık. Sert dikenler, yabani otlar ve koca koca ağaçlar vardı. 5 dakika kadar yürüdükten sonra güneşin son ışıklarının kaybolduğunu gördüm. İçimde hissettiğim acı duygusu o kadar büyüktü ki kampın 1 kilometreden fazla uzağında olmam en ufak bir korku hissetmeme neden olmuyordu.

Bir ağaç buldum kendime. Çıkması kolay, kalın bir ağaçtı. Yerden birkaç metre yükseğe tırmandım ve bir dalına geçtim. Ağladığım için bulanık gören gözlerim bir an düşmeme sebep oluyordu ama idare etmiştim. Ayaklarımı sarkıttım aşağıya ve içimden geldiği gibi ağlamaya başladım. Bazen kulak yırtan ince bir sesle, bazen de burnumu bütün gücümle çekerek ağlıyordum.

Güneş artık yok olmuştu ve yavaşça karanlık çöküyordu. Gözlerimi kapattım ve gece kuşlarının başlayan ötüşlerini dinledim.

Buradayken kafamdaki her şey daha netti. Hayatım bomboş insanlarla doluydu.

Annem beni hiç sıcaklığını hissedebileceğim şekilde sevmemişti. Babama da bunun fırsatını vermemekte ısrar ediyordu. En yakın arkadaşım dediğim kız tam bir fiyasko çıkmıştı. Hoşlandığımı sandığım çocuk bana aşıktı ama umurumda değildi.

Her şeyini sevdiğim çocuk da beni seviyordu ama birlikte olma imkânımız yoktu. Bütün hayatım boyunca onu hatırlayacaktım gitsem bile.

Ellerimle yüzümü kapattım ve tırnaklarımla aşağıya kadar çizdim. '' Ya ben tek bir şey istemedim senden şu yaşıma kadar! '' diye bağırdım önümde uzanan ormana doğru. '' Sımsıcak bir ailem hiç olmadı, sustum. Yıllarca bir çiftliğin küçük bir odasında büyüdüm ailem villaları ardı ardına değiştirirken. Umurumda olmadı. Yalnız kaldım ben be. Arkadaşlarım dahi olmadı benim, içime kapandım, yine sustum. '' Burnumu çektim ve biraz daha ağladım. Boğazlarımın acımaya başladığını hissediyordum. '' Ama bu sefer bunu yapamazsın bana! Susmuyorum işte be! Beni ondan ayıramayacaksın! Bir yolunu bulduğum anda içime hapsedecek kadar sıkı sarılacağım ona, ve sen bize zarar veremeyeceksin. ''

Yaptığım şeyin saçmalığını anlayabiliyordum ama birilerine kızmam gerekiyordu. Bunların sorumlusu olan biri lazımdı bana. Yoksa kendimi öldürecektim.

Donuk gözlerle karanlığa gömülmüş ormana baktım. Büyük ölçüde sakinleşmiştim ve hava karardığı halde ormanın içinde olduğumu anca hissettim. İşte şimdi biraz korkuyordum. Sabahı beklemem gerekecekti geri dönmek için.

Yokluğumu fark edip beni almaya gelecek biri yoktu. Ateş'e benden uzak dur sözleri etmiştim. Arya büyük ihtimalle Yağız'dan ayrıldığı için daha çok nefret ediyordu benden. Ölsem umurunda mıydım, bilmiyordum bile.

Ardından bir ses duydum. Ağacın altından bir çatırtı. Korktum kalbim gümbürderken. Nefesimi tuttum ve fark edilmemek için defalarca dua ettim.

'' Nefesini tutma, benim. '' dedi o her zaman bildiğim ses.

'' Ateş? '' Büyük bir rahatlama ile birlikte şaşkınlık yaşıyordum.

'' Sümüklü? '' dedi o da bütün samimiyetiyle.

'' Senin burada ne işin var? Beni nasıl buldun? ''

'' Hayata yaptığın atarlar kaç kilometreden duyuluyor haberin var mı? '' Ağacın dibinden gelen sesi gözlerimle göremesem de karanlığın içinde bir yerlerde olduğunu gösteriyordu.

'' Herkes duydu mu şimdi beni? '' Kafamı yukarı kaldırıp ağlamaklı bir ses takındım. '' Bir tek rezil olmam eksikti bütün sınıfa. ''

'' Dert etme. '' Sesi sakin olmamı öğütlüyordu. '' Ben onlardan neredeyse bir kilometre ilerideydim ve ben bile zor duydum. ''

Derin bir nefes verdim rahatlayarak. Gözlerimi kapattım kısa bir süre.

Ardından bir sesler duydum tekrar aşağıdan. Sanırım yanıma tırmanıyordu. '' Dikkatli ol! '' Düşmesinden korkmuştum bu karanlıkta.

Ağaçtaki karanlık gövdesinin yanıma kadar çıkışını izledim. Dalın ucuna doğru kaydım ve o da yanıma oturdu. Ay ışığı ağaçların arasından yüzüne vurunca her şey çok daha netleşmişti.

Bana çok güzel bir gülüş bahşediyordu yanımda.

Gelmesine hala şaşkındım. Bana o kadar güzel şeyler söyledikten sonra ben ona konuşmamasını söyleyip gitmiştim.

'' Neden geldin Ateş? '' dedim sessizce. Bir yandan da soğuyan hava ile üşüdüğümü hissediyordum.

Yavaşça hareketlendi. '' Gideyim eğer istemiyorsan. '' dediği gibi hızlıca iki elimle bir koluna yapıştım.

'' Hayır, lütfen gitme! '' dedim. Ama o sırada daldan iki elimi de çektiğim için dengemi kaybettim ve ağzımdan küçük bir çığlık çıktı. Ateş ise hızlıca bir elini belime diğerini ise omzuma koyup beni düzeltti.

'' Tamam, tamam. '' dedi ve ardından kocaman gülümsedi. '' Biraz sakin. ''

'' Sakinim. Sadece gitmenden korktum. ''

'' Gitmem. ''

Ormanın sessizliği birkaç dakika içinde tekrar bozuldu.

'' Sen benimle kimsenin konuşmadığı kadar güzel konuştun, bense susmanı söyledim. Çektim gittim düşünmeden. Ve sen yine de vazgeçmedin. '' dedim yavaşça ayaklarımı sallayıp aşağıya bakarken.

'' Senin gibi çocuk muyum ben badem? '' dedi ve ardından bir elini çeneme koyup kafamı yavaşça kendine çevirdi. Hala reşit olmamamla espri yapabiliyordu. '' Birini onun için savaşabilecek kadar sevmen önemli olan tek şey. Eğer onun için savaşacağın kadar büyükse yeri sende, sonrasının hiçbir önemi yok. ''

'' Böyle konuştuğun zaman o kadar kötü biri olduğumu hissediyorum ki. Çok üzülüyorum. ''

'' Ben de üzülüyorum be kızım. Ama dedim ya, ben senin için savaşacağım. Sen uçağa binip gidene kadar savaşacağım. Sonrası için elimden hiçbir şey gelmiyor. ''

'' Sen de gel benimle, olmaz mı? '' dedim ümitle. Onun dudaklarının arasından çıkacak olumlu bir söz bekliyordum oysa.

Ardından aşağıdan tanıdık birinin bağırışını duyduk.

'' Bade! ''

Sizce kim bsjfbsjb

AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin