Bölüm 46: Dağ Evi

4.4K 160 50
                                    

Kağıdı elime aldım ve yazanlara baktım.
Rakamlar?
Sadece bir sürü rakam vardı.
Titreyen ellerimle ve aralanmış dudaklarımla şaşkınca baktım birkaç saniye.
Kağıt hala elimdeyken telefonu aldım elime, Efe'ye mesaj yazdım. " Sadece rakamlar var, bir sürü rakam. "
Efe'nin cevap yazmasını beklerken kağıda bakmaya devam ettim.
Ne anlama geliyordu bunlar?
Birinin numarası mı gizliydi?
Ya da bir şekilde rakamlar harfleri mi şifreliyordu?
Efe bu sırada cevap yazdı.
" Aşağıdayım, kapıyı açmanı bekliyorum. "
Dalga mı geçiyordu? Ne ara gelmişti ki?
Telefonu ve kağıdı yatağın üstüne attım ve odadan çıktım. Merdivenlerden hızlıca indim ve evin kapısını açtım.
Efe heyecanlı gözüküyordu. Onun da bu heyecanlı halini görünce kendimi bir oyunun içinde gibi hissettim. Olanlarla başa çıkabilmenin zor olacağını hissedebiliyordum.
Efe içeri girdi, kapıyı kapattım ve ardından onu kolumla nazikçe salona buyur ettim.
Tekli koltuklardan birine oturdu ve gözleri üzerimde gezindi.
" Ne ara geldin, hala şaşkınım. " dedim onun yanındaki koltuğa otururken. Bir yandan da önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına attım.
" Hoşbulduk. " dedi kaşlarını hafifçe kaldırıp. " Kağıt nerede? "
" Odamda. Alıp geliyorum. " dedim ve harekete geçip ayağa kalktım.
" Fark etmez, odanda bakalım. " dedi ve o da ayağa kalktı.
" Tamam. " dedim ve ben önde, o birkaç adım arkamda odama çıktık. Odanın kapısına geldiğimde içeriye bir bakış attım. Sandık yerde, telefonum ve kağıt yatağın sol ayak ucu tarafında duruyordu.
İçeriye girmeden önce onun da yanıma kadar gelmesini bekledim. Ondan güç, cesaret alıyordum. Bana söyleyemiyor olsa da o olan biteni biliyordu.
Tam yanımda, benden bir adım arkamda duruyordu. Sol omzu sağ omzuma değiyordu. Kafamı sağıma çevirdiğimde onun gözlerinin çoktan yatağın üstündeki kağıda bulduğunu gördüm.
Bana çok kısa bir bakış attıktan hemen sonra kendini biraz yan çevirerek kapıyla benim aramdaki boşluktan sığdı ve yatağın üstündeki kağıdı eline alıp incelemeye başladı.
Ona doğru birkaç adım attım.
Kağıda göz gezdirmeye devam ediyor, bir anlam arıyordu. Düşündüğünden daha uzun süreceğini anlamış gibi yatağın ucuna oturdu.
" Ne düşünüyorsun? " dediğimde gözleri bir saniyeliğine kağıttan benim gözlerime kaydı.
" Birkaç şey geliyor aklıma. Basit düşünmüştür, biz de basit düşünmeliyiz. "  dedi.
Onun yanına oturdum ve ben de kağıda  bakmaya başladım.
Cebinden telefonunu çıkarttı. Parmakları ekranda hızla bir yerlere girerken bir yandan da konuşuyordu. " Direkt konumunu yazmış olabilir, ama olmayabilir de. Bu kadar basit olsaydı direkt adresini yazardı, öyle değil mi? " dedi. Bu bana yöneltilmiş bir soru değildi. Kendi kendine konuşuyordu.
" Şaka mı bu? " dedi ardından ekrana donmuş gözlerle bakarken. " Tam burası çıkıyor yazdığı konum. "
Kaşlarımı çattım ve düşünmeye başladım.
" Belki bu da onu bulmamamızı, beklememizi kast ettiği bir nottur. " dedim ilk aklıma geleni belirterek.
" Hayır. " dedi çok emin bir şekilde. " Beklemeni istediği için yollamış olamaz. Sana yerini söylemediği halde onu bulma ihtimalin dahi yok zaten. "
Birkaç saniye daha düşündü. Ardından gözlerini bana çevirdi. " Dediğim gibi, direkt konumunu yazmamış demek ki. "
Elimle alnımı ovuşturdum. Düşünüyordum. Önümde bir sürü anlamını bulamadığım rakam duruyordu.
Tekrar konuşmaya başladı. " Bu notu sana bıraktı Bade. Benim yardım ediyor olacağımı düşünerek yazmamıştır. O yüzden sana yönelerek çözebileceğimizi düşünüyorum. " dedi
Mantıklı konuşuyordu. Sanki her gün böyle şeylerle uğraşıyormuş gibiydi.
Aradan saatler geçti. Yemek yedik, salona geçtik. Aklıma gelen her şeyi denedik ve denemeye de devam ediyorduk.
Birkaç kez telefon konuşması yapmıştı dışarı çıkıp.
Saat gece yarısına geliyordu. Uykum gelmişti ama belli etmemek istiyordum.
Kağıdın fotoğrafını çekmiştim. O kağıda bakarken ben de telefondan bakıyordum.
Gözümü telefondan ayırıp Efe'ye baktım. Kaşları çatık bir şekilde telefonla uğraşıyordu. Sanki ona baktığımı hissetmiş gibi gözlerini telefondan ayırdı ve göz göze geldik. " Uykun mu geldi? " dedi direkt.
O kadar mı belli oluyordu?
" Yok, gelmedi. " dedim gülümseyerek.
Sırıttı. " Yüzün pek öyle demiyor. " dedi ve gözlerini benden ayırıp koltuğa biraz daha yayıldı.  " Sen uyu hadi. Umarım sen uyanana kadar bulmuş olurum. "
" Sen uyumayı düşünmüyor musun? " dedim. Onun da dinlemeye ihtiyacı vardı.
" Uykum gelirse uzanırım kanepeye. Şimdilik uyumak gibi bir düşüncem yok. " dedi.
" Olmaz. " dedim. " Lütfen sen de dinlen. Yarın devam ederiz. "
" Bade, uykum gelmedi işte daha. " dedi daha kararlı bir sesle. " Sen çık odana. "
" Bir şartla. Bulduğunda saat kaç olursa olsun bana da haber vereceksin. "
Gülümsedi ve onaylayarak başını salladı.
Ben de gülümsedim. Ardından koltuktan kalktım ve merdivenlere doğru yöneldim.
*
Kuş seslerinin kulaklarıma dolmasıyla uyandım. Gün çoktan doğmuştu. Güneş yatağımın üstünü kızıllaştırıyordu. Elimle yüzümü ovuşturup yataktan doğruldum.
Yüzümü yıkayıp telaşla aşağı indim. Efe  koltukta uyuyakalmıştı. Bir kolunu koltuktan aşağı sarkıtmıştı, bir kolu ise karnındaydı. Telefon hala elindeydi.
Dudakları hafif aralanmıştı, saçları biraz bozulmuş, kabarmıştı.
Hızlanan kalbime engel olmaya çalışıyordum. Onu uyandırmalı mıydım?
Aramızda 2 metre kalacak kadar yanına geldim. Ardından kağıt gözüme takıldı. Koltuktan sarkan kolunun hizasında, yerde duruyordu kağıt.
Ses çıkarmadan yerden kağıdı aldım.
Kırmızı kalemle bazı rakamları daire içine almıştı. Rakamları yan yana getirdiğimde dudaklarım hafif aralandı.
Efe gerçekten zeki bir çocuktu. Artık kimse beni aksine inandıramazdı.
Doğum günüm. Rakamların arasında doğum günü tarihim gizliydi. Bu anahtarlığı da o gün göndermişti ya zaten.
Geriye doğru bir adım attım oturmak için. Ama yanlışlıkla masaya çarptım ve üzerindeki cam tabak kayıp ses çıkarttı.
Gözlerimi Efe'ye çevirdiğimde uykulu gözleri aralanmıştı.
Gözlerini kırpıştırdı. Ardından " Bade? " dedi ve koltukta toparlandı. Esnedi ve omuzlarını geriye doğru çekerek gerindi. Pek rahat bir uyku çekmediği her halinden belli oluyordu.
" Günaydın. " dedim ve gülümsedim.
" Günaydın. "  dedi ve ardından kolundaki saate baktı. " Sana güzel haberlerim var. " dedi.
Sağa sola bakındı, sanırım kağıdı arıyordu.
" Kağıt bende. " dedim elimdeki kağıdı ona göstererek.
Aranmayı bıraktı. Önce kağıda baktı, sonra bana.
Kağıdı ona uzattım.
Elimden aldı ama hala bana bakmaya devam etti.
" Bir sorun mu var? " dedim korkuyla.
" Yo, dediğim gibi sana güzel haberlerim var. Gel, otur. " dedi.
Koltuğa oturdum, ellerimi kucağıma koydum ve " Dinliyorum. " dedim.
" Görmüşsündür kağıtta. Bunu sana gönderdiği günü saklamış rakamların arasına. Geriye kalan rakamlar da şu an bulunduğu yerin matematiksel konumu. " dedi.
" Efe, sen olmasan bunu çözemezdim. Sen çok iyi bir dostsun. " dedim minnet dolu bakışlarımla. " Peki, nereyi gösteriyor konum? "
Dudaklarını bilmiyorum dercesine büzdü ve kafasını iki yana salladı. " Bilmiyorum. Bakmadım. " dedi.
" Neden? " dedim. " Hadi bakalım hemen! "
" Ateş nerede olduğunu bana söylemeke istemedi Bade. Nerede olduğunu sadece sen bilmelisin. Bence böyle olmasını istiyor. " dedi.
" Neden böyle bir şey istesin ki? " dedim gözlerini benden kaçırıp yere baktı. " Senin bilmeni neden istemesin? " dedim.
Cevap vermedi bir süre.
" Benim değil, kimsenin bilmesini istemiyor. Bu hikaye sizin Bade. " dedi.
Gülümsememe engel olamadım.
" Hikaye falan yok Efe. O gün öylece çekip gittiğinde hikaye bitti. Ben sadece bulacağım onu. Nerede, ne halde olduğunu göreceğim. En zor zamanımda beni yalnız bırakmasının nedenini soracağım. Bir anda çekip gitmesinin sebebini. " dedim.
Ben konuşurken hala yere baktığı, dolan gözlerimi görmediği için şanslıydım. Aşağı düşen yaşları hızlıca sildim. İçime doldurduğum özlem dudaklarımdan çıkanlardan farklı konuşuyordu. 
" Hepsi bu kadar. " dedim.
Arkaplanda " Sen üzülme, acıdan bu sözlerim. " çalıyordu.
Yere bakmaya devam etti. " Hayır Bade. Onu özledin, ona hala ihtiyacın var. Bu yüzden onu görmek istiyorsun. Öylece çekip gitmesi diyorsun, sana dokunan bu. Seni yalnız bırakmasının çok önemli nedenlerinin olmasını istiyorsun. Bu nedenleri ondan duyup ona hak vermek istiyorsun. "
" Nasıl böyle bir düşünceye varabildin? " dedim kaşlarımı çatıp.
Gözlerini yerden kaldırdı. Bana baktı, içimden lütfen az önce ağladığım belli olmasın diyordum.
" Hala onun resmini çizebilecek kadar onu unutmamışsın. " dedi.
Bir saniyeliğine dondum, gözlerimi kırpıştırdım. Utanman gereken bir şey yok, sakin ol Bade dedim içimden.
" Sen neden bahsediyorsun? " dedim. Delilleri duyana kadar inkar, tek yapabileceğimdi.
" Hadi ama! " dedi ve koltukta arkasına saklandı. " Çalışma masanın üzerinde duruyordu. "
Tamam, salaklığımdan ortada bırakmıştım resmi. Şu an hatırlıyordum.
Olsun dedim içimden, inkar!
" Oda o küçük sandığı ararken biraz dağıldı. Onu da o sırada çıkartmışım, masanın üstünde kalmış. Eskiden çizmiştim onu. " dedim.
Kısa bir bakış attı bana. Sanki yüzümden yalan söylediğimi anlayacak diye korktum.
" Hem seninle bir anlaşma şartımız vardı. Şifreyi çözdüğün gibi bana da haber verecektin. " dedim.
" Odaya kadar geldim ama uyandıramadım. " dedi. " Sonuçta o saatte öğrenmen bir şeyi değiştirmeyecekti, uykunu dağıtmak istemedim. "
" Bu kadar düşünceli olma. " dedim. Tebessüm ettim ve elimi omzuna koydum. " Hadi bulalım şu adresi. "
" Bade, kendin bulmal- " derken lafını kestim.
" Efe, ben senin bilmende bir sakınca olduğunu düşünmüyorum. Ve fikrim de değişmeyecek. "
Onu zar zor ikna ettikten sonra konumu buldu. Odamdan bilgisayarımı getirdim.Uydudan görüntülere baktığımızda bu yerin biraz şehir dışında kaldığını gördük. Daha doğrusu bildiğin ormanın başıydı. Bir ev gözükmüyordu. Uydu görüntüleri birkaç yıl eski görüntülerdi. Bu yüzden gözükmediğini düşündük.
" Yolculuk için hazır mısın? " dedi.
Ben hala bilgisayar ekranındaki görüntüye bakıyordum. Çok ıssız bir yerdi.
" Sence tüm bu olanlar mantıklı mı? " dedim gözlerim ekrandayken. " Bir anda gidiyor, aylar sonra gelip beni bulmak yerine şifreleyip adresini bırakıyor. Ve biz de dedektifçilik oynayıp ona ulaşmaya çalışıyoruz. "
" Bunları onu bulduğunda ona sorabilirsin. Hadi hazırlan, oraya ulaşmamız birkaç saati bulabilir. " dedi.
Görünüşe göre oraya gidecektik, yapabileceğimiz tek şey buydu.
Kafamı onaylayarak salladım ve ayağa kalktım. Odaya gidip üstüme en rahat pantolonumu giydim. Üstümü değiştirmedim. İki tane hırka aldım ve aşağı indim.
Efe dış kapıya yaslanmış beni bekliyordu. Elimdeki siyah büyük hırkayı ona attım. Refleks olarak tuttu ve gülümsedi.
Evden çıktık ve arabasına bindik.
Yolculuk başlamıştı.
Bir yerde durup kahvaltı olarak tost aldık, bir yandan onu yedik.
Ateş'i özlediğimi herkese inkar edebilme kabiliyetine sahiptim, kendim hariç. Ona yaklaşıyorduk ve bu benim elimin ayağıma dolaşmasına neden oluyordu.
Yolculuk sırasında pek konuşmadık Efe ile. Sessizdik, ikimiz de Ateş'i düşünüyorduk.
Biz yaklaştıkça yol kenarındaki evler azalmış, yerini önce ağaçlara sonra da kocaman bir ormana bırakmıştı.
Artık tamamen ormanın içindeki bu yolda ilerliyorduk.
Yarım saat daha gittikten sonra " Vardık sayılır. " dedi Efe ve tekrar navigasyona baktı.
Ben kafamı yana çevirmiş ormanı izlerken Efe'nin arabayı yavaşlatması, ardından durması ile kafamı öne çevirdim.
Yol bitmişti.
" Geldik mi ? " dedim ona dönüp.
" Hayır. " dedi. " Sanırım yolun kalan kısmına arabamız olmadan devam edeceğiz. "
Kucağımdaki telefondan saate baktım. Akşam olmasına birkaç saat vardı.
Arabanın kapısını açıp inecekken Efe kolumdan tuttu.
" Sence doğru yolda mıyız? " dedi. Bu olay biraz canını sıkmış gözüküyordu.
" Buraya kadar gelmişken bakmadan dönemeyiz. " dedim.
Korkmadığımı mı düşünüyordu? Korkuyordum ama Ateş'i bulma ihtimalimiz vardı.
Kolumu bıraktı ve o da arabadan indi. Burası soğuktu. Ağaçların arasından güneş ışığı yeteri kadar içeri giremiyordu. Hırkalarımızı giydik ve elimizdeki adrese bakarak ağaçların arasında, bayır bir yoldan ilerlemeye başladık.
Yol git gide kötüleşiyordu. 4 kez düşünce Efe mecburen koluma girmişti.
" Daha ne kadar var? " dedim. Ümidimi kaybetmekten korkuyordum.
Telefonunu çıkarttı ve olduğumuz yere baktı. " Önümüzdeki bayırı da aştığımızda oradayız. " dedi. Telefonu tekrar cebine koydu.
" Bade? " dedi.
" Efendim? "
" Bulamazsak üzülme tamam mı? Burada olmasa da elbet ona ulaşacağız. " dedi.
Bir yandan yürüyorduk.
" Bence burada. " dedim. Cevap vermedi.
Bayırın tepesine ulaştığımızda tepenin diğer tarafında kalan ev gözüktü.
İçimde hissettiğim duygularım bir tarifi yoktu.
Bir dağ eviydi. Tahtalardan yapılmıştı, iki katlıydı. Perdeleri kapalıydı.
Gülümseyerek Efe'ye baktım. O sırada gülümsemiyordu. Bana bakıp zorla da olsa gülümsedi.
" Başardık! " dedim ve Efe'nin kolundan çıkıp hızla evin önüne gittim.
Derin bir nefes aldım önümdeki eve bakarken.
Defalarca kapıya vurdum.
Bir dakika kadar kapının önünde bekledikten sonra arkamı döndüm.
Efe'yi göremiyordum. Hemen arkamda değil miydi? Nereye kaybolmuştu?
Çok kısa bir an kendimi bu ormanın ortasında yapayalnız hissettikten sonra soğukla da beraber tüylerimin diken diken olmasına engel olamadım.
Tekrar vurdum kapıya.
Ateş, lütfen orada ol dedim içimden.
" Ateş! Benim, Bade! " diye bağırdım.
İçeride olmak zorundaydı. Olmadığını düşünmek istemiyordum. Efe de kaybolmuştu. Ormanın ortasında yapayalnız kalamazdım.
Tekrar kapıya vurdum.
İçeriden bir ses duydum, emin olmayarak. O an Ateş'in orada olduğunu hissettim.
Kalbim küt küt atmaya başladı.
" Ateş! " dedim tekrar.
Ayak sesleri duyduğuma artık emindim. Sesler git gide yakınlaştı, kapının arkasına geldiğinde kesildi. Ve kapının arkasındaki kişi beklemeye başladı. Birkaç saniyenin ardından kapı açıldı.

Merhaba arkadaşlar, umarım bölümü beğenmişsinizdir. Bade'ye kızmayın lütfen, uzun bir süre yapayalnız kaldı. Bu yüzden bu bazı duygusuz tavırları.
Bir de kitabımızın güzel bir kapağa ihtiyacı var. Bu kapağı ben yapmıştım, gördüğünüz gibi çok acemice. Yardımcı olabilecek birilerini tanıyorsanız ya da siz yardımcı olabilecekseniz lütfen mesaj atın. Şimdiden teşekkürler, mutlu günler dilerim.

AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin