Masaya geçerken bana o kadar güzel gülümsüyorlardı ki onlara tebessüm etmek zorunda hissettim kendimi. O kadar zamandır ifadesiz bir suratla yaşıyordum ki gülümsemek bir işkence bile değildi. Nasıl olduğunu unutmuştum. Belki de gülümsemek, sessizce en arka sırada dersi dinliyormuş gibi yaparken annemi düşündüğüm zamanlarda öğretmenin tahtaya anlamayacağımızı bildiği halde yazdığı ve ezberlememizi söylediği trigonometri formüllerini unutmak gibi değildi. Ama yine de bedeniniz bu hareketiniz karşısında kısa devre yapabilirdi. Dudaklarımı yukarı kıvırdım ve olabildiğince nazik bir şekilde sandalyeme oturdum.

Annem elindeki gümüş çatalı tabağının kenarına bıraktı ve onu izleyen gözlerimin arasında o da gözlerini bana dikti ellerini birbirine geçirip çenesinin altına koydu. İçten mi, yoksa iyi anne tavırlarından bir gülümseme mi; bilmiyordum.

'' E, çizebildin mi bir şeyler bari canım? '' Sanane be kadın.

Tabi ki de biliyordum. En ufak bir şeyimin bile aslında umurunda olmadığını biliyordum. Bacasından duman çıkan ve yanından küçük bir nehir geçen bir ev çizsem de, holdinglere satıp yüzlerce dolar alabileceğim kaliteli moda çizimleri yapsam da tırnağının ucu kadar umurunda olmadığını tabi ki de biliyordum. Bunu ben 6 yaşındayken beni teyzemlerin -ya da ben öyle biliyorum- çiftliğine bırakıp gitmesinden de belli olmamış mıydı zaten? Liseye kadar köydeki çiftlikte kalmıştım. Annem ve babam, teyzem ve eniştem olmuştu. Lafımı geri alıyorum; sadece annem teyzem olmuştu. Beni bıraktıklarında daha bisiklete binmeyi yeni öğreniyordum. Çiftliğe bıraktıklarında bisikletimi isteyip ağlamıştım. Getireceğiz demişleri. Teyzeme bana baktıkları için para gönderecekleri gibi. Getirmediler. Teyzemlerin durumu normaldi. Ama ara sıra kötü zamanları oldu. Sesimi bile çıkarmadım.

Teyzemin çocuğu olmadığı için çok sevdi beni. Lise için buraya geldiğimde ise gerçek annemi yani sevimsizlerin deyimiyle teyzemi orada bırakmak içimi buzla kaplıyordu. Tamam Bade, biyolojik annen dahi olsa dilinin zehrini temizlemelisin.

'' Pek sayılmaz. '' Çok hissiz söylemiştim. Ama mutsuz da çıkmamıştı sesim. Kalbimdeki ateşlerin her gün daha da yaklaştığı korkuyla bağıran küçük kızın sesini kaçırmamıştım. Çiftlikte arkadaşı dahi olmayan küçük kızın.

'' Anladım canım. '' Yüzünde beni sorgularcasına bir ifade vardı. '' Okuluna hazır mısın peki? '' Ya, ne demesin. Gün sayıyorum. Okul bu. ''Biliyorsun, son senen lisede. Sınavlar daha acımasız ve önünde seni bir sırada duygudan duyguya sokabilecek bir YGS sana adım adım yaklaşıyor. '' dedi. Gülümsüyordu. Sokabilecek derken çok doğru söylediğini içimde tastikledim. Bu kadın gerçekten her seferinde beni nasıl böyle rahatlatıyor(!)? Okullar açılana kadar düşünmek istemiyordum ama yine kaynar suların başımdan döküldüğünü değil de içlerinde boğulduğumu fark ettim.

Çaresizce yutkundum ve gözlerimi kırpıştırdım.

'' Farkındayım. Yavaş yavaş kendimi topluyorum. '' dedim. Artık babamın da o mavi gözlerini üstümde hissediyordum. İyi ki babamdan almıştım gözlerimi. Sadece rengi değil, bakışlarımız da aynıydı. Annem gibi çıkar peşinde bakmıyordum hayata.

'' Bu güzel. Ama artık şu çizim işlerini bıraksam diyorum. Gereksiz yere uğraşmanı istemem canım. '' Suratını ekşitti. '' Bu yıl son senen ve kendini toparlamalısın. '' Duygusuz kadın.

'' Bir şeyler çizmeni yasaklıyorum. '' dedi. Üvey bir anneden ne farkı vardı ki?

Küçüklüğümden beri hep çizerdim ben. Çiftlikteki loş odamda, öğle aralarında ve artık her akşam. Sinirden gözlerim dolmuştu. Anneme cevap vermesini beklediğim için umut dolu gözlerle babama baktım ama o cevap dahi vermedi ve kaşlarını kaldırıp başını onaylarcasına bana bakarak salladı. Babamı da zehirlemişti o diliyle. Hayır, kimse bir şeyler çizmeme engel olamazdı. Babam dahi.

AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin