Görsele titreyen ellerle girdim. Yüzü gözü kan içinde ağzı bağlı bir adam. Bu Gece olamazdı. Hayır hayır olmamalıydı. Gözlerim yaşlarla dolarken koltuğa devrildim. Ne yapacaktım şimdi? Bunu Gece'ye kim yapmıştı? Titreyen bedenimi kontrol etmeye çalıştım ama olmuyordu. O ölürse ben ne yapardım? Buna izin veremezdim. Dediğini yapmam gerekiyordu. Olabildiğince hızlı hareketlerle Gecenin çalışma odasına girdim. Kasanın şifresini titreyen ellerle girdim. Ne kadar para varsa büyük bir çantaya tıkıştırdım. Aklım hâlâ Gece'nin o halindeydi. Kesinlikle kumpasa kurban gitmişti. Kasayı kapatacakken gözüme gümüş renkli bir metal takıldı. Bu bir silahtı.

Onu al. Ne olur ne olmaz.

İçimden geçen o sese uydum. Silahı alıp pantolonumun arkasına sıkıştırdım. Şimdiden on dakikam bitmişti. Ki evimiz dünyanın öbür ucundaydı. O adrese bir saatten kısa sürede gitmem imkansızdı. Hızlı adımlarla odadan çıktım. Ama göbeğim adımlarımı daha da hızlandırmama izin vermiyordu. Merdivenleri hızla inmeye çalıştım. Evden çıkmadan önce üzerime ince bir hırka geçirdim. Adımlarım panikle doluydu. Arabayı garajdan çıkarırken hiç olmadığım kadar korku dolu hissediyordum. Onu asla affetmeyeceğimi düşünsem de Geceye bir şey olacak düşüncesi beni çok korkutuyordu. Kafayı yiyecek gibi oluyordum. Evet ona kızgındım ama oku ölüme terk edemezdim. Şimdiyse endişeden ben ölecektim. Adresi navigasyona girdim. 45 dakikalık bir yol olduğunu söylüyordu. Anayola çıkana kadar bastım gaza. Gözlerim kararıyor ve korkuyla titriyordum. Bu olayın altında eminim ki o ihale meselesi vardı. O adamlar Gece'yi kaçırmıştı ve bana da şantaj yapıyorlardı. Tek dertleri paraydı o pisliklerin. Adrese çok az bir yol kalmıştı. Ama vaktim de azalıyordu gitgide. Bu saatte trafik fazla olmazdı ama şansıma yollar doluydu. Anayoldan ayrıldıktan sonra ıssız bir adrese gidiyordu araba. Karanlıktan görebildiğim kadarıyla etraf tarladan farksızdı.

Girilen adrestesiniz.

Navigasyondan gelen robotik sesi beklemediğim için korkuyla sıçradım. Daha sonra derin bir nefes alıp yan koltuktaki para dolu çantayı aldım. Etrafı aydınlatan en ufak bir ışık kaynağı bile yoktu. Telefonumun flaşını açtım ve ıssız yolda terkedilmiş depoya yürüdüm. Yarı açık kapıdan içeri girdim. İçerisi de karanlıktı. Yürüdükçe buranın ne kadar soğuk olduğunu fark ettim. İlerideki aralıklı kapıdan ışık yansıyordu. Adımlarımı oraya doğru hızlandırdım. Telefonumun flaşını kapatıp arka cebime koydum. Bileğime sürtünen soğuk metali hissedince biraz cesaret topladım. Silah bana anlamlandıramadığım bir cesurluk katmıştı. Yarı açık kapının diğer yarısını da ben açtım ve rutubet kokan odaya girdim. Etrafa bakındım burda da kimse yoktu. Gece neredeydi? Onu öldürmüş olamazlardı değil mi?

"Yengeciğim."

Duyduğum sesle adımlarımı kestiğim yerde öylece kaldım. Lütfen... lütfen bu bir rüya olsun. Arkamı dönüp baktığımda bana pis pis sırıtan Yalçın'ı fark ettim. Gece'yi kaçıran o muydu?
Bana doğru gelirken adımlarım arkaya doğruydu.

"Gece... Gece nerede?" dedim güçlü çıkarmaya çalıştığım sesimle.

Omuzlarını yukarı doğru itip alt dudağını da öne çıkardı.

"Bilmem. Tahminimce cesedini bulamayacak kadar uzak bir yerde."

Ağzım apaçık kalmıştı. Anlamaya çalışıyordum. Elimdeki çantaya baktı.

"Ah Işık. Çok safsın. Çocukken de böyleydin sen."

Kahretsin! Beni kandırmış mıydı? Attığı resim gerçek değil miydi? Ama o Geceydi. Buna eminim.

"N-neler oluyor?"

Az önce zor bela güçlü çıkardığım sesim şimdi titriyordu.

"Neler olduğunu Gece sana anlatmış besbelli."

GECENİN IŞIĞIWhere stories live. Discover now