18. Papatya Çayı

282 36 1
                                    

Selaaam uzatmadan kaldığımız yerden devam edelim.

Keyifli okumalar...

🌼

~~~

Fazla zamanım yoktu. Zaten Öfkesi başında olan birinin asistanı olarak ortadan kaybolursam hiç iyi şeyler olmayacaktı.

Buraları pek bilmediğim için sekretar kadından etrafta bir market olup olmadığı sormuştum. Tam 8 dakikalık yürüme mesafesinde bir marketin olduğunu söyleyince adımlarımı oldukça hızlı atarak o markete gitmiştim.

Direk kahvelerin ve çayların olduğu reyona giderek bulmak istediğim şeyi aradı gözlerim. Sonunda üzerinde beyaz sarı papatyaların resmi olan çay paketini elime aldığım gibi kasaya koşmuştum.

Çayı aldıktan sonra son hız şirkete dönmem sadece 13 dakika sürmüşt. Ama karnıma çok sert sancılar girmişti koşmaktan.

Sekretarın bana hiçbir şey demediğine göre Livionun henüz bana işi düşmemişti. Hemen mutfağa girdim ve bir paket çayı üzerine kaynar suyu koyarak bir bardak papatya çayı hazırlamıştım. Etrafta kimsenin olup olmadığını kontrol ettikten sonra çantamdan çıkardığım şeker kokulu Glikizordan bir tane alıp çayın içine atmıştım.

Gerçekten inanılmaz hızda saliseler içinde eriyip kaybolmuştu. Bu küçücük şeyin 370 gün sonra nasıl bir insanı hayattan koparabileceğini düşünmüyor değildim. Meteye güveniyordum ve çayda tat farklılığı olmadığını umarak Livionun odasına doğru yürüdüm.

İçeriden artık sesler gelmiyordu. Bir elimle yavaşça kapıyı tıklattım. "Girebilirisin." Aldığım İtalyanca yanıtı anlayabilmiştim ve kapıyı nazikçe açarak içeriye girdim. Beni gören Livio çok yapay gülümsemesini yüzüne yerleştirerek tepeden tırnağa beni süzmüştü. "Bugün sana biraz tatsız olaylar yaşattığım için üzgünüm." Sabah sabah geçmişimi canlandırmıştı pislik adam. "Bir şey değil Bay Livio. Güne daha enerjik ve daha rahat bir halde devam edebilmeniz için size papatya çayı yaptım." Elimde tuttuğum çayı muhtemelen kendim için yaptığımı düşünmüştü. "Amerikan çayı hariç pek çay içmiyorum." Salak adam! "Bugüne biraz stresli başladığınızı gördüm. Papatya çayı insanın üzerindeki stresleri yok etme özelliğine sahip." Bunu içmek zorundaydı. "Madem çok ısrar ettin ver hadi içeceğim." Başarmanın sevinciyle gülümseyerek elimdeki çayı masaya bıraktım.

Sanki çayı benim için içiyormuş gibi yudumlarken gözlerime odaklanmıştı. Sıcacık çayı tek kaldırışta bitirmişti. "Şuan sanki bütün stresletimden kurtulmuş gibiyim." Cümlesini bitirir bitirmez ikimizde gülmüştük. "O zaman ne mutlu bana. Müsaadenizle işimin başına döneyim." Tam gidecekken beni eliyle dur işareti yaparak durdurdu. "Öğleden sonra bir toplantım var. Sende benim asistanım olarak benimle gelmeni rica ediyorum." Toplantı saatlerini ben düzenlediğim için bugün öğleden sonra, yurd dışından gelen yaşça büyük iş adamlarıyla toplantısı olduğunu biliyordum ama benim gelmem saçma olurdu. "Efendim ama benim İtalyancam bütün toplantıyı anlayabilecek kadar iyi değil."

"Merak etme sadece yanımda otursan olur." İtiraz etme gibi bir lüksüm yoktu bu sebeple kabul etmek zorunda kalmıştım ve ofisine geri dönmüştüm.

Rafların arasına sakladığım telefonumu oradan çıkartıp alınan ses kaydını baştan sona dinlemiştim. Ben gittikten uzun bir süre sonsına kadar Livionun bağırışları devam etmişti. Sonra bir şey olmuş ve içeride sesler kesilmişti. Livionun bağırarak söylediği hiçbir şeyi anlamadığım için ses kaydını direk Meteye göndermiştim.

Muhtemelen şuan uçaktaydı ve belki mesajıma bakmayacaktı.

Öğleye kadar sekretarın getirdiği geçmiş senelerin King mağazalarının faturalarını yenileriyle karşılaştırıp özetlerini çıkarmıştım. Şükürler olsun ki burası büyük bir şirket olduğu için her şeyin bir ingilzice kopyası daha vardı. Yani kısacası yorucu geçmişti. Sadece bilgisayar başında oturmaktanda insanı çok yoruyordu.

HAYATIN SİMASIWhere stories live. Discover now