William (3)

2.2K 134 10
                                    

Başlangıç Notu: William'ın bölümleri hikayenin dördüncü ayağını oluşturuyor. Kendisin doğrudan diğer hikayelerle bir bağlantısı bulunmuyor, ama hikayenin bütünü açısından oldukça önemli. Çünkü özellikle bir önceki bölümden de fark edeceğiniz üzere felaketin ne olduğu ve küresel etkileri William'ın üzerinden anlatılıyor. Aynı zamanda Poyraz, Reis ya da Leyla kısımlarını okumadan bile doğrudan sadece William'ın kısımları bile tek başına okunabilmektedir. Yorumlar kısmında bu zamana kadarki tüm William bölümlerine ulaşabilirsiniz.


WILLIAM (3)

İçinde bulundukları lüks ve güvenliği arttırılmış gemide bir sürü oda ve salon vardı. Bu salonlardan birinde ise bir kokteyl havasında yemek verilmekteydi. İnsanlar tartışmışlar, felaket sonrası mahvolmuş toprak parçalarında yeni ülke sınırlarını belirlemek için seferber olmuşlardı. Her ülke hakkı olanı istiyordu, bazı ülkeler arasındaki geçmişte kalması gereken hesaplaşmalar yeniden ortaya atılıyordu ve daha çok gerilime neden oluyordu bu.

William bu kavgaların tamamını gereksiz görüyordu. Temsil ettikleri ülkeler artık ölüydü, üzerinde yaşayan insanlar hangi ülkenin vatandaşı olduklarını bile hatırlamıyorlardı. İnsanlar sadece hayatta kalmak istiyordu, birilerinin gelip onları kurtarmasını bekliyorlardı. Burada ise aptalca tartışmalarla zaman kaybediliyordu.

Gözleri masalar arasında dönüp dolaşıyordu. Konuşması esnasında fark ettiği güzel bayanı aramaktaydı. Türkiye'den kaçmayı başarmış yöneticiler, büyükelçiler ve önemli konumda olan akademisyenlerin bulunduğu masayı bulması tahmin ettiğinden de zor olmuştu. İki masanın birleşiminden oluşturulan sofralarının üzerlerine örtülen örtünün yarısı kırmızı yarısı da beyaz renkteydi bayraklarını temsilen.

Kadın büyükelçi de oradaydı. İsminin Alev olduğunu öğrendiği kadına bir süre uzaktan bakmakla yetindi. Saçının kızıl olmasının adıyla bir bağlantısı var mı diye merak etmeden duramadı, ismine uygun olarak mı saçını kızıla boyamayı tercih etmişti diye düşünmüştü. Kadının bu kadar gözetlemenin üzerine kendisini fark edeceğini beklemiyordu. Alev, onu görünce elindeki kadehi dikkatlice taşıyarak yanına kadar gelmişti.

"Biraz sakarımdır da, elimde kadeh varken aman dikkatli olun," diye uyardı Alev adamı.

William başta ne diyeceğini bilemedi ve kadına bakmayı sürdürdü. Oldukça zarif bir duruşu vardı ve dediği gibi o kadar sakar birine benzemiyordu. Yaşını tahmin etmeye çalıştı, sonuçta direk kadına soramayacaktı uzun bir müddet. En fazla kırk beş yaşında olabilirdi, gerçekten de gençlik iksirini bulmuş gibi bir görüntüye sahipti. Gençliğini özenle korumuştu bu yaşına kadar, tabii yaşı kaçsa.

"Merhaba," dedi Türkçe olarak, daha doğrusu demeye çalıştı. Bildiği tek Türkçe kelime buydu zaten. Dil konusunda berbattı. Araştırmaları sebebiyle sürekli gidip geldiği Meksika'da daha rahat iletişime geçebilmek için İspanyolca öğrenmek istemiş ama becerememişti. Ta işin başında zorlanmaya başlıyordu, en çok da artikel kavramı zorluyordu onu. İngilizcede artikel denince akla sadece "the" geliyordu, ama İtalyanca, İspanyolca ve Almanca gibi dillerde daha çok artikel ve bu artikellere bağlı olarak da kural vardı. Bir de bu dillerde kelimelerin dişilik ve erkeklik durumları söz konusuydu ki, bu da o dilleri öğrenmeyi onun için daha da imkânsız hale getiren bir detaydı. Türkçede bunlar yoktu, ama o dilin de yapısı tamamen farklıydı, bu yüzden hiç bulaşmamayı tercih etmişti.

Alev kendi dilinde karşılanmayı beklemiyordu, bu yüzden şaşırmıştı. Sonra da hemen kendi dilinde "Merhaba," diye karşılık verdi. "Gerçek bir centilmen olduğunuzu söylemişlerdi."

Son dediklerini anlamak istiyordu, ama kadın bilerek Türkçe konuşmaya devam etmiş olmalıydı. Aradaki bir kelime tanıdık gelmişti, kendi dillerindeki bir kelimeye benziyordu. Sanırım kibar biri olduğunu söylemek istemişti. Sonuçta bir iltifat olduğu belli olan bir cümleydi, o da karşılık olarak teşekkür etti.

Sonunda İngilizce konuşmaya başlayan Alev: "Sizi daha fazla zorlamayacağım, ama kabul edeyim eğlenceli oldu bu," dedi gülerek. Gülerken bile hanımefendi duruşunu bozmuyordu, ona hayran olmamak mümkün değildi.

"Devam edelim demek isterdim ama Merhaba dışında benden yana bir diyalog duyamazdınız."

"Olsun bu da bir başlangıç sayılır, daha sonra da Güle Güle demeyi öğretirim ben size."

William kadının şaka mı yaptığını yoksa arada ona taş mı atmaya çalıştığını pek anlayamamıştı. Ne olur ne olmaz diye: "Mesaj alınmıştır," şeklinde karşılık verdi.

Kadın, adamın alınmış olabileceğini fark ettiğinde hemen durumu düzeltmek istemişti. Gülümseyerek: "Yalnızca takılıyordum. Bugünlerde buralar çok sıkıcı, tahmin edersiniz siz de," diye belirtti.

"Türkiye kendi arasında bir karara vardı mı peki?" diye sordu William, artık ciddi konulara girme zamanı geldiğini düşünerek.

Kadın biraz bozularak: "Anlaşılan kaçamıyoruz bu konuşmalardan, aramızda konuşabileceğimiz başka konu bulamıyoruz tabii," dedi başta, ama sonra William'ın tepkisini beklemeden hemen sorduğu soruya yanıt verdi: "İnsanlarımız orada ne durumda bilemezken burada olmaktan dolayı çok rahatsızlar. Sanırım en azından ordunun geri kalanıyla birlikte geri dönmeyi düşünüyorlar."

"Erken değil mi? Yani şu an için ordunuzu hemen topraklarınıza geri götürmek. Sonuçta kimse şu anda kendi ülkesine geri dönmüyor, tehlikeli olabilir diye. Bu dumanın tamamen geçeceği zamanı bekliyorlar."

"O zamana kadar iş işten geçmiş olabilir, yönetilen toprakta insan kalmazsa yöneticilere ne gerek kalır? Kendi kendimizi mi yöneteceğiz? Orada insanlar kendilerine yol gösterecek birilerini bekliyor, kim bilir ne tür acımasız olaylar olmuştur biz burada midemiz dolu aramızda tartışadururken?"

"Haklısınız ama sonuçta oraya vaktinden önce giderseniz de bu sizin aleyhinize sonuçlanabilir, ordunuzun kalanı ve burada olanlar ülkenizin hayatta kalan son vatandaşları olabilir, oraya gittiğinizde geriye insan kalmamış olabilir."

"Biz burada durmaya devam ettikçe söylediğiniz şey zaten gerçekleşecek Bay Storms."

Kadınla bu konuyu tartışmanın ne kadar aptalca olduğunu fark etmeye başlamıştı, sonuçta kendi ülkesi değildi. Başka bir ülkenin kararını sorgulamak onun haddine değildi. Belki de yeni tanıştığı bu güzel bayanın yakında gidecek olmasından ötürü hayal kırıklığına uğramıştı. Onun hakkında daha çok şey öğrenmek isterdi.

"Kimse her şeyi öngöremez," dedi William ve kadehine yeniden şarap doldurmak için masalardan birine ilerledi, bu sefer beyaz şarap içecekti.

"Sadece aptallar böyle düşünür Bay Storms. Emin olun, buradaki kimse aptal değil," dedi arkasından Alev ve elindeki şarabı ne ara üzerine döktüğünü düşünürken de kendi masasına doğru ilerledi.

William kadının ona söylediği son söz üzerine bayağı bir kafa yormuştu. Bir daha kadının yanına gitmedi o günkü yemek boyunca ve kimseyle de konuşmadı. Sadece düşündü ve şarap içti. Yemek de yememişti. Öylece düşündü durdu.

"Aptallarmış!" dedi kendi kendine "Burada ne arıyoruz o halde, her şeyi öngörüyor olsaydık en baştan burada hiç olmazdık!"

VaroluşWhere stories live. Discover now