vingt-neuf

250 13 205
                                    

tamam harry en iyisi sensin. en yakışıklı en karizmatik en tatlı en her bok sensin. şimdi kes tüm bunları olmayı -,-

ya bi ben mi uyuz oluyorum anlamadım ki.

her neyse! biz geldik! yine tatlı bir bölümle geldik üstelik...

umarım hoşunuza gider! iyi okumalar :]

-⤝♆*♆*♆⤞-

Kasım ayının iç soğutan güneşi ufukta belirirken at arabası sakince yol alıyordu. Hafif bir sallantı ve kuş sesleri içinde yapılan bu yolculuk tek bir kelimeyle betimlenebilseydi kuşkusuz bu huzur olurdu.

Caroline başını hafifçe cama yasladı. Dürüst olmak gerekirse uykusunu pek alamamıştı. Sabah erkenden saraya varabilmek için geceden yola çıkmışlardı. Eh, geçirdikleri günlerin tatlı bir yorgunluğu da yok değildi.

Charles'la beraber İskoçya yakınlarındaki güzel köyleri, şapelleri gezmişlerdi. Bu kadar yakın coğrafyalarda olup farklı kültürlere sahip olmayı ilginç bulmuştu, Caroline. Kuşkusuz İngiliz toprakları kadar bakımlı ve yeni değildi her şey. Aksine, eskiydi ve tüm binaların, yapıların bir ruhu var gibi görünüyordu. Çok daha koyu ve karanlık şehirlerdiler. Belki daha pis... ancak Caroline çok beğenmişti. Özellikle sık yağan yağmurun ardında bıraktığı kokuya bayılmıştı. Islanan taştan binalar, kiliseler, sokaklar... garip bir kokuyla harmanlanıp inanılmaz bir duygu yaşatıyordu insana. Hiç benzemiyordu Londra'ya, ya da Beaufort'a, oysa o da görünüşten çok hissiyata önem verenlerdendi.

Kuşkusuz bu gezinin amacı İskoçya'nın güzelliklerini keşfetmek değildi. Prens hazretlerini daha yakından tanımaktı. Başarılı da olmuştu bu konuda, Caroline. En azından bunu düşünüyordu. Sayamayacağı kadar çok yerde, çok anda baş başa vakit geçirmişlerdi. Kimi zaman Prensin dediklerinde sahici olduğuna inandı, kimi zaman bir rol yaptığına. Ancak günün sonunda aklındaki resim değişmişti.

Prens Charles, fark edilmek istiyordu. Ona güvenilsin istiyordu, onun da bu ülkeyi yönetebileceği bilinsin istiyordu. Bunu yapabilmek için her yolu deniyordu, ancak ne yaparsa yapsın tüm sonuçlar Harold'ın lehine oluyordu. Ne kadar başarılı olursa olsun, kardeşinin gölgesinde kalıyordu. Üstelik ondan daha büyük olmasına rağmen.

Neydi onu bu denli geri planda bırakan? Kötü niyeti mi?..

Ancak bunu yalnızca biraz olsun dikkat ve ilgi çekebilmek için yapıyordu. İşin özünde Caroline, Charles'ın kardeşlerini sevdiğine emindi. Harold'ı dahi sevdiğine emindi. Ancak yine bir o kadar emin olduğu bir şey varsa o da taht için yapmayacağı hiçbir şey olmadığıydı. Her ama her şeyi gözünü kırpmadan yapabilirdi, Charles.

Sevilmeye ihtiyacı vardı, birilerinin ona inanmasına, kendini kanıtlamak için canla başla çalışmak onu yormuş gibi görünüyordu. Ancak pes etmiyordu. Etmezdi, etmeyecekti. Bunun için bir sebebi yoktu.

"Gel..."

Caroline uykulu gözlerinin arasından Prense baktı. Hafifçe gülümserken oturduğu yerde hafifçe kaydı ve başını adamın omzuna yasladı, "Omzunuz ağrırsa söyleyin, ekselansları. Canınızı yakmak istemem."

"Siz benim canımı yakamazsınız, leydim..." derin bir soluk verdi, "Hem bilmiyormuş gibi konuşmayın, başınız omzuma değecekse çekeceğim ne ağrı ne sızı umrumda olmaz."

"Ancak benim umrumda olur," dedi Caroline, "Her ne kadar omzunuz rahat olsa da..."

"Öyle mi?.." dedi Charles başını hafifçe kızınkinin üstüne yaslarken, "Sizin epey uykunuzun geldiği belli. Yoksa nasıl duyarım bu sözleri dudaklarınızdan?" hafifçe güldü, "Hadi... biraz uyumaya çalışın. Az yolumuz kaldı."

mon chéri | harry stylesWhere stories live. Discover now