• otuz dört

34.5K 2.4K 7.9K
                                    

- - -

34| Kim o?

Gözlerimi olabilecek en yavaş şekilde araladığımda, yüzüme vuran güneş ve hemen ardından kulağıma dolan boğuk bir ses gerçeklik algılarıma dokundu. Bedenimin yorgunluğu arasında boş tavana diktiğim gözlerimin pusu gitsin diye birkaç saniye ayırırken olduğum yeri, mekanı ve zamanı algılamak için durakladım. Biraz zamanımı aldı. Gelen sesi duyuyor ama dinlemiyordum. Sanki kolumu dahi hareket ettirsem acı çekecekmişim gibi bir hisle yapabildiğim tek şey boş tavana bakmakmış gibi öylece uzanıyordum.

Ama çok sürmedi. Esneme ihtiyacıyla önce sızlayan bacağımı ileriye doğru uzattım sonra kolumu yana doğru attım ve bu bir şeylerin farkındalığını yarattı. Geçirdiğim gece bir film şeridi gibi gözlerimin önünden kayıp giderken, Jimin'in çamaşırımı değiştirmeme yardım etmesinin hemen ardından kolumun arasına kıvrıldığı anı hayal meyal hatırladım. Birkaç kelime gelip gitti ve ister istemez başımı yatağın boş tarafına çevirip kaşlarımı usulca çattım.

Burada değildi.

Burada değildi ve olmayışı ne zaman böyle bir his yaratmaya başlamıştı bilmiyordum.

Aşk, korkunç bir kelimeye dönüşmüştü benim için. Jimin neden olmuştu buna. Hayatıma ansızın girmişti, benimle uğraşıp durmuştu, çabalamamıştı bile. Ona kapılmam, ona bir şeyler hissetmem için çabalamamıştı. Aksine bundan kurtulmamı istemişti. Ama şimdi buradaydım. Hayatım boktan bir hal almaya tam gaz devam ederken ben uyandığımda onu yanımda göremediğim için mahvolmakla meşguldüm.

Düşünülmesi ve yapılması gereken milyon şey vardı. Vicdan azabı çekmem gereken konular, düşündükçe krizimi tetikleyecek ama bir şekilde hallolması gereken onlarca şey. Ama umursamıyordum. Garipti ama gerçekti.

"Çok saçma." Odanın kapısı biraz gürültülü bir şekilde açıldığında ve ben düşüncelerimi bir kenara bırakıp reflekssel olarak o tarafa döndüğümde bana bir saniye bile bakmadan dolabıma ilerleyen pembe saçlı çocukla karşılaştım. Gözleri şiş, bir elinde tuttuğu telefonu kulağına yaslayan ve üzerinde benim siyah çamaşırımdan başka hiçbir şey olmayan pembe saçlı çocuğa.

Kaşları çatılı bir şekilde dolabın önünde durduğunda ve bana tamamen arkasını dönüp çıplak sağ ayağını sol bacağına yaslayarak açtığı dolaba dikkatle baktığında hafif bir şaşkınlık kırıntısıyla onu izliyordum. Ne yapmaya çalıştığına bakıyor ve bu sırada sırtındaki o minik benlerinin arasında ara ara kalmış kırmızı çizgilere bakıyordum. Benim eserimdi. Yakında tamamen kaybolacaktı ama yine de karşımda duran bu şaheser benim eserimdi.

"Yoongi evden çıkamaz." dedi mırıltıyla. "Bacağı ne kadar kötü farkında değil misin?" Telefonla olan konuşmasına ilgim arttı. O açtığı kapağı kapatıp köşedekine ilerlediğinde ve kapüşonlularımı koyduğum bölmeyi açtığında "Tamam," dedi. "O zaman Seokjin buraya gelsin?" Durdu. Karşı tarafı dinlerken en üstteki açık mavi kapüşonlumu aldı. "Tamam, tamam." dedi bıkkınlıkla. "Tamam, onu da hallederiz. Sen işlerini hallettikten sonra uğra. Wheein'le misin?" Bana doğru döndü. Ona bakan gözlerimle karşılaştığında kaşlarını kaldırdı ve telefona son kez "Tamam." dedi. "Görüşürüz, kapatıyorum."

Telefonu kulağından çekip kapağı açık dolabımın rafına umursamazca bıraktıktan sonra hoş bir tebessümle bana baktı "Neye gülüyorsun?" dedi. O diyene kadar güldüğümün farkında bile değildim. Yine de umursamadım. Kapüşonlumu giyinerek yatağa doğru gelmesini izlerken dünya yansa yine umrumda olmazdı.

Bu his geçmek bilmeyen bir garipliğe bulanmıştı. Yine de ona alışıyordum. Ben de kendimi o garipliğe bulayıp duruyordum.

"Hiç." dedim yattığım yerde yukarı sıyrılan tişörtümün ortaya çıkarttığı karnımı hafifçe sıvazlarken. "Bacağım acıyor, ona gülüyordum."

cruel : yoonmin ✓Where stories live. Discover now