İlk ne zaman başladı?

"Polislerle görüştüm." dedi sonunda. "Wheein'i de aradım ve Namjoon'u falan işte. Ayrıca Kim Seokjin sana şahitlik edecek. Şimdi hastaneye gitmeliyiz ama-" Durdu. Yutkunuşunu izledim. Gerginliği havaya yayıldı. Ortamın ağırlığını omuzlarımda hissediyordum.

"Ama?"

"Ben-" Bana döndü. Bakışlarımız kesiştiğinde titreyen göz bebeklerine baktım. Orada koca bir galaksiyi taşıdığını fark ettiğim ilk an bu oldu. Bana ne yaptı? Bana tüm bu sikik duyguları fark ettirecek kadar ne yaptı? "Busan'ın içine girersem iyi olur muyum bilmiyorum." dedi aniden. "Olası bir kriz riski çok yüksek. Yakınlarda bir hastane buldum oraya götüreceğim seni ve hızlı olacağım. Eğer ellerim titremeye başlarsa... Direksiyonu tutuyor ol." Bacaklarını salladı. "Kanaman kötü durumda, daha da kötüleşmeden gitmeliyiz." Direksiyonu sımsıkı tuttu. Parmak eklemlerinin beyazlamasını izledim.

Busan'la olan sorununu bilmiyordum ama bu durumda tahmin etmek o kadar da zor değildi. Hatta oldukça kolaydı. Onun bu şehirden kaçtığını, geçmişini burada bıraktığını fark etmek iki kere ikinin dört olduğunu bulmak gibi basitti.

"Dikkatini dağıtmamı ister misin?" dedim pürüzlü bir sesle. Bu yeniden bana bakmasına neden oldu. Yüzüm ne halde bilmiyordum ama bana baktı. Dudaklarını yaladı ve "Yorma kendini." dedi.

Gülümsedim. Ya da sadece gülümsediğimi düşündüm çünkü ense köküme yapışan ağrı kendini belli etmek ister gibi kulaklarımın arkasında zonkluyordu. Yüzümü buruşturmama neden oluyordu.

"Tamam." dedim sadece. İkimiz de onu dinlemeyeceğimi biliyorduk. Yine de sadece kabul ettim. O arabayı çalıştırırken son kez gecekonduya bakıp nefesimi tuttum. Belki de onu sahiden denize atmalıydık. Belki de sahiden Jimin'in planını uygulamalıydık. Belki de ondan polisleri aramasını hiç istememeliydim.

"Polisler yoldadır." dedi yanımda. "Hastanede ifade vereceksin."

"Tamam."

"Kendini suçlama."

Arkamızda kalan gecekonduyla birlikte önüme döndüm. Sabahın erken saatlerinde aydınlanan yola baktım. Bomboştu. Sadece gökyüzünü süsleyen birkaç kuş, orta boylarda ağaçlar ve yıkık dökük evler.

Bir de deniz. Günlerdir sesini duyduğum deniz.

Ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım. Hala direksiyonu sıkan parmaklarına, hızını arttırışına ve gergin bir şekilde yola verdiği odağına. Dikiz aynalarım gitmişti. Arabanın yanlarında ciddi hasarlar olduğunu biliyordum. Yine de umrumda değildi.

Sadece ona baktım.

"Üzerindekinden bende de var." dedim konu açmak için zar zor.

Başını salladı. "Saint Laurent severim."

"Ve ayakkabılarından da var." diyerek devam ettim ama bu aynı zamanda belli belirsiz kaşlarımı biraz çatmama neden oldu.

Ve sonra çattığım kaşlarım gevşedi. Ani bir farkındalıkla ona yeniden dönerken hafifçe havalandı ve dudaklarını ıslatmasını takip ettim. "Prada." dedi. "En çok alış veriş yaptığım markalardan biridir. Çok normal."

Belli belirsiz bir gülümseme yerleşti dudaklarıma. "Jimin."

"Efendim?"

"Buraya neden benim arabamla geldin?"

Sustu.

Ben herhangi bir cevap için ona bakarken o ani bir şekilde arabayı durdurdu, cebinden telefonunu çıkartıp hızla birkaç şeyi tuşladı ve sonunda açtığı navigasyonu arabanın ekranına yansıtırken bana döndü. "Kendini yorma." dedi biraz fevri çıkan sesiyle. "Yaralısın."

cruel : yoonmin ✓Where stories live. Discover now