33

5K 436 17
                                    

. Bitkileri ararken aklımda bir sürü düşünce dolandı durdu.

Kendimi, sanki üniversite okumak için başka bir şehre gelmiş gibi hissettiğimi düşündüm. Ailemi özlüyordum ve Melike'yi ikna etmenin yolu var mı onu da bilmiyordum. 'Dünya senin için tehlikeli' diye tutturmuştu.

Önümdeki bitki topluluğunu incelerken fotoğrafdakilerden birisine benzeyen bir bitki gördüm. Turuncu yaprakları ve kırmızı meyveleri olan bir bitkiydi. Koparıp yanımdaki poşetin içine koydum.

Bulduğum bitkinin fotoğrafından adını okuyup, fotoğrafı cebime tıkıştırdım ve geri gidip "Simya bitkisini buldum" diye diğerlerine seslendim. Hepsi o bitkiyi eleyip başka bir bitkiyi aramaya geçerken ben de az önceki yere geri gelip aramalarımı sürdürdüm.

Sinan ve Stephen bir tane daha bitki bulduğunda ben de ilerlemeye devam ediyordum. Dağın yamacından biraz daha yukarı çıkarken nefes nefese kaldım. Seslerini daha az duymaya başlamıştım ama her yer o kadar aydınlık ve cıvıl cıvıldı ki bu durum korkmamı engelliyordu.

Sık sık arkama bakıp onları kaybetmemeye çalışırken bir dal parçasını ezip çıkardığı sesten ürktüm.

Korkak!

Karnım gittikçe acıkmaya başlarken ormanın derinliklerine doğru baktım. Ne tuhaf bir yerdi. İki hafta önce birisi bana böyle bir şey anlatsa izlediği filmleri ya da okuduğu kitapları değiştirmesi gerektiğini söylerdim. Tekrar arkama baktığımda sadece Stephen'ı gördüm. Dağın engebeli kısmından yukarı tırmanmaya çalışırken, üstteki bir ağacın köküne tutunuyordu. Kendini asılıp yukarı çıkmayı başardığında derin bir nefes aldı. Şimdi, vücudunun yarısı bir başka ağacın arkasında kaldığı için daha az görünüyordu. Neyse ki yanımda Sera ve Evren'in vesikalığı vardı. Ayrıca referans aldığımız ağacı bulmam zor değildi. Geldiğim yerleri hatırlıyordum. Önüme döndüm ve yürümeye devam ettim.

Hadi bakalım. Bir an önce şu bitkileri bulup yatağıma kavuşsam hiç fena olmazdı. Elimdeki fotoğrafları bir kez daha inceledim. Bitkiyi gördüğüm anda tanımam için bu gerekliydi. Yürürken çıkardığım sesler, şu an yalnız olduğumu fısıldıyordu. Diğerleri epey gerimde kalmıştı ve halen korkmamam şaşırtıcıydı.

Bir dal kafama çarpıp saçlarımı yolunca ağaca söylendim. Yemyeşil yaprakları olan köknar ağacına sinirle bakıp "Şu dallarını biraz daha yukarı çevirsen ölür müsün?" diye bağırdım. Sonra birden sınıfın kapısı gibi, ağacın da konuşup konuşmadığını merak ettim. Burada neyin dili var belli olmayabilirdi. Neticede tabakları soğutmayan bir buzdolabım vardı.

Buzdolabı ne alaka şimdi?

Nefesimi tutup korkuyla ağaca bakarken aklımdan özür cümleleri geçiyordu. Bir şey söyleyip sinirlenirse hemen diz çöküp özür dileyecektim. Zira kapı, ona vurdum diye beni itip canımı yakmıştı. Bu ağaç da dallarıyla pekala beni linç edebilirdi. Ağaç hiçbir şey söylemeyince, bunun yeryüzündeki ağaçlar kadar sıradan bir ağaç olduğu sonucuna vardım. Hayal gücümün epey geliştiğini kabul etmeliydim. Yakında ayakkabılarımdan bile şüphelenmeye başlayacaktım. Şu ana kadar konuşmamış olsalar da, onlara kötü davrandığım zaman bana karşı komplo kurmayacaklarını bilemezdim öyle değil mi? Kesinlikle deliriyordum. Evet evet. Bir kaç hafta sonra yüzde yüz deli bir peri olarak tarihe geçecektim. Yüzlerce yıl sonra Yeraltı Tarihi dersinde beni anlatırlardı artık.

Yeryüzünden Gelip Deliren Peri Kız.

Güldüm ve rahat bir nefes aldım.

"Ağaçlarla konuşmaya başlamışsın" Yüreğim ağzıma gelerek arkamı döndüm ve korkuyla sendeledim. Neredeyse korkudan kalp krizi geçirecektim. Gelişine dair en ufak bir ses bile duymadığım için tamamen hazırlıksız yakalanmıştım.

SİHİR-KARANLIK ŞATO-Where stories live. Discover now