Melezin Gölgesi

Bởi foxesparade

136K 7.3K 742

Alexandria ve Aiden'dan sonra yeni bir dönem. Kurallar sil baştan yazıldı. Herşey değişti ve şimdi Mia anne... Xem Thêm

Melezin Gölgesi.
2.Bölüm
3.Bölüm.
4. Bölüm.
5.Bölüm.
6.Bölüm.
7.Bölüm.
8.Bölüm.
9.Bölüm.
10.Bölüm.
11.Bölüm.
12. Bölüm
13.Bölüm.
14.Bölüm
15.Bölüm
Not:
16.Bölüm
17.Bölüm
Not:
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
Tanıtım Video'su
22.Bölüm
23. Bölüm
2. Tanıtım Video'su
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
Not!!!
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
Not: ( biliyorum bu notlardan bıktınız...)
42. Bölüm "Finale Doğru"
43. Bölüm "Finale son bir"
44. Bölüm "FİNAL"
Yeni Hikaye

36. Bölüm

1.6K 116 14
Bởi foxesparade


Mrb! İste yb! Umarim begenirsinz. Bolum geç geldiği için üzgünüm. Lütfen son notumu okuyun ve lütfen Oy ve Yorumlarinizi esirgemeyin. Keyifli okumalar:)))

CARTER
Kırmızı duvarlarla kaplı odanın içinde bir adım daha attım. Nerede olduğumu zerre bilmiyordum ama sanki burayı bir yerlerden anımsıyordum. Oda lüks denebilecek kadar hoştu ancak içerinin normal sıcaklıkta olmasına rağmen vücudumu ter basmıştı. Etrafımda bir tur dönüp odanın her bir köşesinde göz gezdirdim. Pencerelerin yanlarına küçük bir kumaş parçasıyla tutturulmuş iki dev uyku perdesi, odanın ışık almasını önlüyor ve içeriye loş bir ortam sunuyordu. Yere serilmiş küçük tüylü kilim ise odayı  nostarjikleştiriyordu...
Bütün bunlar çok hoştu ama neden burada olduğumu bilmiyordum. Tanrılar aşkına! Kafam patlayacak gibi ağrıyordu. Sanki beğnim odayı hatırlamaya, veya en ufak bir anıya dair bir şeyler arıyordu ama bulamıyordu. Derin derin bir kaç nefes alarak ağrının uzaklaşmasını diledim. Ama geçecek gibi değildi...
Bir anda odanın açık olan penceresinden ani esen rüzgârla ve içeri buz gibi bir havanın dolmasıyla ürperdim. Kulaklarımı dolduran usul ve sessiz bir fısıltı duyduğumda elim refleksle pantalonumun hançer cebine gitmişti ama... Kahretsin! Üzerimde hiç silah yoktu. Gardımı alıp fısıltının geldiği yönü bulmak için dikkat kesildim.

'Hatırlamalısın....'
Hışımla arkamı döndüm. Kimse yoktu ama sesin bu yönden geldiğinden emindim.

'Αυτο μοu...'
Aniden başıma saplanan o tanıdık, korkunç ağrıyla isterik bir inleme sesi çıkardım. Lanet olsun! Şu ağrıdan kurtulamayacak mıyım ben? Sesler giderek beğnimde yankılanmaya başlamıştı. Sanki biri kafamın içine girmiş bas bas bağırıyordu. Kendimi zorlayarak bir iki adım geriye sendeledim ve kendimi duvarın dibine bıraktım. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve kafamdaki bütün seslere aldırmamaya çalıştım. Lanet olası ağrı!

"Carter!"

Gözlerimi birden bire açtığımda az kalsın oturduğum metal iskemleden düşüyordum. Son anda dengemi koruyarak düşmeden ayağa kalkmayı başardım. Lanet olsun! Kim bilir ne zamandan beri uyuyordum. Birde görev yerinde uyurken Kronos'a yakalansam yandığımın resmiyetiydi.

"Carter!"

Kulak tırmalayıcı bir kız çığlığı arasında adımı duyduğumda irkildim. Neler oluyordu?

"Carter!"

İkinci bir çığlık duyduğumda merakım git gide kabarıyordu. Bu sesi tanıyordum. Kızın sesiydi. Son günlerde bu çığlıkları daha çok duyuyordum. Bazen saatlerce bile sürdüğü oluyordu. Ve çığlık sesleri kesildiğinde de nöbetime geri dönüyordum. Kıza ne kadar acımamaya çalışsamda başarmıyor onu o şekilde- kanlar içinde- acınası bir durumda görünce dağılıyordum. Oysa bu duygular bana çok tersti. Başarılı bir avcı olarak bir sürü kişiyi gözümü bile kırpmadan öldürmüştüm. Şimdi ise sadece bir kız yüzünden yüreğim sızlıyordu. Hatta bu çığlıkları duyduğumda adeta kızın acısını kendi içimde hissediyordum. Ona karşı nasıl davrancağımdan bile emin değildim.

Kahretin! Kafam öyle karışıktı ki...

"Carter!"

Üçüncü bir çığlık uzun koridorda yankılandığında yerimde duramayacak kadar sinirli ve meraklı bir hale gelmiştim. Ancak bu gün nöbet sırası bende değildi ve eğer kıza bakmaya gidersem Kronos'un birşeylerden şüpeleneceğinden adım gibi emindim. Gece nöbetine kadar kızı göremeyecektim.
MİA

Sol yanağıma ikinci, sert bir darbe alınca kafam bir kez daha hızla soğuk betona çarptı. Şu anda neye benzediğimi gerçekten de merak ediyordum. Yüzüm dağılmış haldeydi. Kandan ve yaralardan neredeyse ten rengim görünmez olmuştu. Gözlerimi yumup yattığım küçük kan göletinin ortasında kıvrılıp gözlerimi yumdum. Ağzımdan hâlâ belli belirsiz inlemeler kaçıyordu ama çığlık atacak gücü yitirmiştim. Nefes almak bile belli başına bir işkence gibi geliyordu.

Ulu tanrılar! Ölmek istiyordum. Herşeyi bırakıp-nefes almayı bırakıp- ölmek buradan kurtulmak istiyordum.  Beni hatırlamayan Carter'ı bırakmak istiyordum.

Kronos ağzından daha önce hiç duymadığım bir küfür savurup kaburgalarıma hızla bir tekme yapıştırınca ciğerlerimdeki azıcık hava da kaçıp gitmişti.

Yüzüme yapışmış saçları umursamadan ağzımdaki tüm kanı yere tükürdüm. Kendimi zorlayarak yerde Kronos'tan uzaklaşmaya çalıştığımda Kronos'un büyük ellerini saçımda hissettim.

Lanet herif öyle bir asıldı ki saçıma, gözümden yaş geldi.

"Seni lanet kız! Akaşayı öyle ya da böyle bana vereceksin."

Sesi adeta beynimde çınlıyor kafamda bir uğultu eşliğinde yankılanıp duruyordu. Cevap verecek halde değildim. Ama altta da kalmamalıydım. Zonklayan kaburgalarımı umursamadan hafifçe doğruldum. Zorlukla, hissedemediğim uyuşmuş kolumu kaldırdım ve Kronos'a orta parmak çektim.

Bu hareketimle tanrının resmen gözü dönmüştü. O beyaz elektrik saçan gözler bir anda alev saçan kırmızı lavlara dönüşmüştü. Öyle ki bir an kendime ona el hareketi çektihğim için sövmüştüm.Kronos öfkeyle kükredi ve hırsını alana kadar karnıma bir kaç sıkı tekme yapıştırdı.

"Yarım akıllı kaltak! Sana son kez söylüyorum. Eğer hemen şimdi Akaşayı bana vermezsen sonsuza kadar bu pis yerde çürürün!"

Karnıma yediğim darbelerden dolayı nefes dahi alamıyordum ama gücümün son kırıntılarını kullanarak konuşmayı başardım.

"Çürümeyi..." Sözüm genzimden gelen hırıltılı öksürükle bölündü.

"Çürümeyi tercih...ederim."

Kronos yüzüme sert bir tokat atmak için elini öfkeyle havaya kaldırdı. Eli yüzüme santimler kala durduğunda gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı. Yüzünde ezici bir kibir ve kendini beğenmişlik vardı. Sanki aklına yeni bir fikir gelmiş gibi sırıtmaya başladı.

Elini indirip usulca yaklaştı ve kulağıma fısıldadı.

"Seni ikna etmek için daha iyi bir fikrim var..."

Ardından hışımla arkasını döndü ve kapıya doğru bağırdı.

"Scott!"

Bir dakika sonra kapı gıcırdayarak açıldı ve İrissiz siyah gözleri, solgun hastalıklı teni ve yüzünü kaplayan mor damarlarıyla Scott içeri girdi. Ona eskiden beri duyduğum nefret, bu haliyle- iblis haliyle- ikiye katlanmıştı. Ancak Kronos'un o zalim aklına ne gelip te Scott'u buraya çağırdığını merak ediyordum. Scott iblislere özgü mide bulandırıcı sesiyle konuştuğunda fırsattan istifade ederek sürünerek Kronos'tan uzaklaştım ve duvar dibine top gibi kıvrıldım. Düzensiz nefeslerimi kontrol etmeye çalışırken bir yandan da konuşmaları dinliyordum.

Scott eğilerek tanrının önünde küçük bir selam verdi.

"Efendim, beni çağırmışsınız?..."

Kronos elinin bir hareketiyle hücremin kapısını açtı ve Scott'a gelmesini işaret etti.

Scott içeri girince kapıyı geri kilitledi. Hâlâ Kronos'un amacını anlamamıştım ama iyi bir şey olamayacağı kesindi.

Kronos kibirle sırıtarak önce bana sonra Scott'a baktı.

"Öğle yemeğini yedin mi, Scott?"

Gözlerim birden panikle büyüdü. Hayır, hayır...bu kadar ileri gidemezdi. Lütfen düşündüğüm şey olmasın. Lütfen...

"Hayır yemedim, efendim."

Kafamı kaldırdığımda Scott bana bakıyordu ve yüzünde bende kusma isteği uyandıran iğrenç bir sırıtış vardı. Sivri iğrenç dişleri yüzünden istemsizce ürpermiştim.

Tanrılar aşkına! Adeta korkudan titriyordum. Buradan kaçmalıydım.Beni ısırmasına izin veremezdim.

Akit'in sınırları dışına çıktığımda ormanda iblisin dişlerini enseme geçirişi ve o berbat acıyı anımsayınca iyice panik olmuştum. Ensemdeki damga izi hâlâ duruyordu ve vücuduma yeni bir damga eklenmesine hiç niyetim yoktu.

Kronos sırıtarak Scott'la aramdan çekildi.

"Sana afiyet olsun. Ancak kızın ölmesini istemiyorum anlaşıldı mı?"

"Evet anlaşıldı, efendim..."

Scott tüyler ürperten soğuk sırıtışıyla bana doğru yaklaşırken zorlukla, sendeleyerek ayağa kalktım. Zonklayan kollarımı kaldırabildiğim kadar kaldırıp yarım yamalakta olsa gardımı aldım. Ancak bu haldeyken hiç birşey yapamayacağımı biliyordum. Bırakın dövüşmeyi ayakta zor duruyordum. Ve tabii tavana çizilmiş titan sembolleri yüzünden elementleri de kullanamıyordum.

Lanet olsun! Lanet olsun!

Scott tehlikeli adımlarla yaklaşmaya devam ederken sımsıkı yumruk yaptığım ellerim  ve her bir adelem kasılıp titriyordu. Bacaklarımsa bedenimi taşımak için gücünün her bir damlasını kullanıyordu.

Ellerimi biraz daha yukarı kaldırıp bağırdım.

"Daha fazla yaklaşma! Seni öldürürüm, Scott. Sakın yaklaşma!"

"Hadi ama... Bu kadar kaba olma. Seni öğle yemeğime davet ettiğim için teşekkür etmelisin."

Her bir kelimesi kafamda uğulduyordu. Ve panik ile korku vücudumu tamamen esir almıştı. Sırtımı duvara vererek tekrar bağırdım.

"Ciddiyim, Scott. Eğer bana elini sürecek olursan buradan cesedin çıkar."

Sadece korku filmlerindeki yaratıkların atabileceği cinsten cırtlak tiz bir kahkaha attı. Blöf yaptığımın o da farkındaydı. Başka bir zaman olsa ona karşı kendimi savunabileceğimi biliyordum ama şu halimle yapabileceğim pek bir şey yoktu.

Tehtitkâr bir adımla aramızdaki ufacık mesafeyi de kapattığında vücudumdaki titreme de şiddetini artırmıştı. Kısaca ödüm koyuyordu.

Scott hiç beklemediğim bir anda öne atıldı ve göğsüme kadar kaldırdığım kollarımdan birini yakalayıp çekti. O kadar hızlı çekmişti ki, az kalsın yere düşecektim. Son anda dengemi bularak ayakta kalmayı başarmıştım.

Çırpınmaya başladım.

"Bırak kolumu! Seni bok yaratık!"

Kolumu tutup dirseğimi hızla bükünce acıyla haykırdım. Kemiğin kırılma sesini nerede olsa tanırdım ve az önce duyduğum seste bundan pek farklı değildi. Çırpınmaya devam ederek kolumu Scott'tan kurtarmaya çalıştım ama boşuna. Tırnaklarını koluma geçirmişti bir kere.

"Kıpırdama, küçük kaltak! Üstümün kirlenmesini istemiyorum."

Tam diz kapağıma bir tekme yapıştırdığında daha fazla ayakta duracak gücüm kalmadı ve sırt üstü yere düştüm.

Kahretsin!

Tekrar ayağa kalkmak için bir hamle yapmıştım ki mideme yediğim sert tekmeyle kafam tekrar yere çarptı. Scott üzerime oturarak ayaklarıyla kollarımı yere mıhladığında çıkmayan sesimle boğuk çığlıklar atmaktan başka bir şey yapamıyordum. Scott çığlıklarıma aldırış etmeden bir kolumu sımsıkı kavradı ve o iğrenç sivri dişlerini tam avuç içime geçirdi. Bağırdım. Sesimin yettiği kadar- boğazım yırtılana kadar haykırdım. Hayatta bir iblisin sizi ısırmasından daha büyük hiç bir fiziksel acı yoktur. Bu öyle boktan bir acıdır ki... İblis dişlerini size geçirdiği an herşeyi- içinizdeki herşeyi çekip alır. Ruhunuzu sizden koparır.

Şu anda hissettiklerim tam olarak bunlardı işte. Ruhum bedenimden teker teker sökülüp alınmaya çalışılıyordu. Çığlık atacak gücü hatta kopnuşacak gücü yitirdiğimde çırpınmayı da bıraktım. Acı bedenimi kasıp kavuruyor, iblisse benliğimin her damlasından tadıyordu. Tanrım! Ölüyordum.

Scott dişlerini avcumdan çektiğinde bilincim yarı kapalıydı. Gözlerim ağırlaşarak kapanmaya çalışıyor bana eziyet ediyordu.

Kronos'un yanıma gelip çömeldiğini yarım yamalak da olsa görebildim. Bir eliyle kir pas içindeki saçımı eline doladı ve başımı yerden kaldırdı.

"Evet, sana son bir şans. Buradan kurtulman için son bir şans. Eğer şimdi Akaşa'yı bana verirsen tüm bunlar bitecek."

Söylediklerine cevap olarak sadece başımı olumsuz anlamda sallayabildim. Bunun üzerine ağzından bir küfür savurup kafamı hızla yere vurdu ve bilincim hepten kapandı.
**********************************
CARTER

Saat yediye yaklaşırken mahzene inmek için Scott'un nöbetinin bitmesini ve mahzenden çıkmasını bekliyordum. Zaman öyle yavaş geçiyordu ki, bir dakika bir yıl gibi geliyordu. Oysa özellikle bu gün bir an önce kızı görmek istiyordum. Çünkü bu gün ki çığlıklar anormal derecede uzun sürmüştü ve bu defa içimden bir ses daha çok acı çektiğini söylüyordu. Tanrılar aşkına! Bir an önce içeri girmek istiyordum. Artık sabrımın sonuna gelmiştim.

Neden bilmiyorum ama o kızdan uzak olduğum her saniye aklım onda kalıyordu. Evet aramızda asla aptalca ve yapış yapış bir şeyler- duygular- yoktu ama...bilmiyorum. Yine de az olsa ona karşı bir çekim hissediyordum. Belki de sadece ona acıyordum. Evet bu daha mantıklıydı. Sadece merhamet duygum baskındı o kadar. Ona karşı hiç bir şey hissetmiyordum.

Mahzenin ana titanyum kapısı açıldığında irkildim. Scott denilen herif hücreden çıkarken suratıma bile bakmadan yürüyüp gitti. Bu herife o kadar uyuz oluyordum ki içimden onu yere yatırıp saatlerce yumruklamak ağzını gözünü dağıtmak geliyordu. Tabii ki böyle bir şey yapamazdım çünkü Scott'ta benim gibi Kronos'un sağ kollarından biriydi. Onu öldürmek teşkilata ihanet olurdu. İşin garip yanı ise Scott'la adamda daha önce hiç bir konuşma geçmemesine rağmen ona bu denli sinir olmamdı. Sanırım bu sinirimin sebebi de iblislere olan nefretimden geliyordu.

Scott'un mahzenden tamamen çıktığından emin olunca daha fazla vakit kaybetmedim ve hemen içeri girdim. Her zaman ki gibi ilk önce duvarın kenarında ki metal iskemlemi çekip hücrenin parmaklıklarının yakınına oturdum.

Kafamdan ne geçiyordu bilmiyorum ama hücreye girer girmez bir tuhaf olmuştum. Öncelikle içerisi aşırı derecede soğuktu ve iğrenç kokuyordu. Diğer bir sebep ise kızı gördüğümde vereceğim tepkiden korkmamdı.

En sonunda cesaretimi toplayıp kafamı kaldırdım. Gördüğüm şey her zaman ki gibi rezaletten başka bir şey değildi. İçimde yine bir şeylerin kırıldığını hissettim. Nefes almakta zorlanıyordum. Kız baygın bir şekilde, kıpırtısız yerde yatıyordu. Ve hücre zeminin çeşitli bölgelerinde kurumuş kan lekeleri vardı.

Kızın o ilk gün ki güzel yüzü çizikler, bereler, kurumuş kan ve kir içindeydi. Saçları darmadağan tutamlar halinde yüzünün bir kısımını kapatıyordu.

Tanrılar aşkına! İçim öyle bir yanıyordu ki... Adeta kalbim acıyor, parçalanıyordu. Kızın yanına gitmek ona sarılmak ve onu teselli etmek istiyordum. Ama hiç birini yapacak cesaretim yoktu...

Bir dakika. Belki de sorun buydu. Vicdanım rahat etmiyordu. Eğer ona ufak da olsa bir  yardım yaparsam kendimi bu kadar kötü hissetmezdim. Bunu yapabilirdim sanırım...

Usulca sandalyemden kalkıp cebimdeki anahtarı çıkardım ve hücrenin kapısını açıp içeri-kızın yanına- girdim. Kız hâlâ baygındı. Anahtarı özenle geri cebime koyarken elim cebimde ki önceden koyduğum bir paket çikolatayı bulmuştu. Çikolatayı cebimden çıkarıp kızın yanına çömeldim. Hafifçe omzuna dokunup uyanması için sarstım. Gözleri birden bire açıldığında uykusundan kelimenin tam anlamıyla sıçradı ve kollarını kendine dolayarak boğuk bir fısıltı eşliğinde konuştu.

"Lütfen vurma!"

Gözlerini sımsıkı kapamış kendini beklediği darbeye karşı kollarıyla savunmaya çalışıyordu. Bu hali içimin daha çok yanmasına sebep olmuştu. Bir elimle usulca yüzünün önünde tuttuğu kollarından birini kavrayıp kolunu indirdim.

"Sakin ol... Sana zarar vermem, ben."

O güzel, gri gözleri yavaşça aralandığında nefesim kesildi. Çok güzeldi gözleri. Bu boktan yerde- bu karanlıkta bile- gümüş gibi parlıyordu.

Yavşça kendini toparladı ve yerde doğrularak aramıza biraz mesafe koydu. Bana bakışları şaşkındı. Bir süre öylece bakıştık. Ardından onun konuşmayı başlatmayacağına kanâât getirince ben konuştum.

"Sana bir şey getirdim..."

Yüzü hâlâ şaşkın bir ifadeye sahipti. Ama bana ne olduğunu sormadı. Sadece susup bekledi. En sonunda konuşmasını beklemekten vazgeçip arkama sakladığım çikolatayı çıkardım.

"Umarım çikolata seviyorsundur?"

Başını usulca olumlu anlamda salladığında gülümsedim ve çikolatayı minik ellerine tutuşturdum. Ancak tam çikolatayı eline verirken fark ettiğim şey yüzünden nefesimi aniden tuttum. Elindeki kırmızı renkli kabarık ısırık izini görünce nefesim kesilmişti. Bu ısırık izi sıradan bir iz değildi. Bu bir damgaydı. Yani iblis ıssırığı. Üstelik bu damga daha yeniydi. Bunu yaranın hala kırmızı oluşundan anlayabiliyordum. Elim istemsizce bir refleksle onunkini kavradığında kız yerinden sıçradı. Elini benden kurtarmaya çalışıyordu ama bırakmıyordum. En sonunda yaranın acımasına aldırış etmeden avcunu sımsıkı kapattı. Tanrılar aşkına! Çıldıracaktım sanırım. Evet Kronos'un emirlerine sadıktım ama bu defa fazla ileri gitmişti. Hiç kimse bir iblis ıssırığıyla cezalandırılmayı haketmiyordu. Bu o kadar zalimceydi ki...

Kendimi tutarak, kızı korkutmamak için sakince konuşmaya çalıştım.

"Bunu sana Scott mu yaptı?"

Cevap yok. Sadece gözlerini benden kaçırıp sustu. Ama ona kızmamın bir anlamı yoktu. Sonuçta böyle bir şeyi hiç kimse istemezdi. Şansımı tekrar denedim.

"Mia....lütfen avcunu aç. Sadece görmek istiyorum."

Avcunu açmamakta ısrar ediyordu. Adeta sabrımı sınıyordu.

"Lütfen..." diye direttim. En sonunda pes edip avcunu açtı.

Ulu tanrılar! Kalbim resmen kulaklarımda atıyordu. Ellerimi- parmaklarımı- hafifçe avcunda gezdirdiğimde titrediğini hissettim. Kim bilir ne kadar canı yanıyordu.

Usulca mırıldanarak konuştum.

"Çol acıyor mu?"

Cevap vermedi. Her zaman ki gibi.

"Konuşmayacak mısın?"

Sonuç her zaman ki gibi aynıydı. Yani cevap yok. Onu daha fazla zorlamamaya karar verdim ve tam ayağa kalkıp hücreden çıkıyordum ki aklıma gelen başka bir düşünceyle geri döndüm. Hâla meraklı gözlerle bana bakıyordu. Üzerimdeki siyah, deri, avcı ceketimi tek bir hamlede çıkarıp içimdeki beyaz gömleğimle kaldım.

Ardından ceketi kızın omuzlarına sardım. Bu soğukta sadece üzerindeki kısa kollu yırtık pırtık tişörtle kalması içimin cız etmesine sebep oluyordu. Ceketi tamamen ona giydirip fermuarını da boğazına kadar çektiğimde yüzünde masum ama bir o kadar da şüpheci bir tavır vardı. Ona gülümsedim ve fısıltı gibi sessiz bir şekilde konuştum.

"Kronos geldiğinde ceketi almasını istemiyorsan saklamanı tavsiye ederim."

Yine cevap vermedi  ama zaten cevap vermesini de beklemiyordum. Arkamı dönüp tam hücreden çıkıyordum ki, kulaklarımı dolduran boğuk fısıltıyla dona kaldım.

"Αυτο μοu..."

Birden hışımla arkamı döndüm.

"Ne dedin sen?!"

Sesim istemsizce de olsa yüksek çıkmış ve onu korkutmuştu. Kızın korkusu yüzünden ve gözlerinden okunuyordu. Aceleyle kendini biraz daha uzağa çekti ve bakışlarını benden kaçırarak duvarın dibine top gibi kıvrıldı.

Ona bağırdığım için kendime kızıyordum ama bağırılmaycak gibi de değildi. Bana az önce ne demişti?
'Αυτο μοu'.....Bu kelimeyi daha önce de duymuştum. Hem de daha bu gün duymuştum. Öğlen gördüğüm o tuhaf rüyada biri kulağıma 'Αυτο μοu' diye fısıldamıştı. Peki neydi tüm bunların anlamı. Tesadüf olamazdı değil mi?

Birden bire mahzenin kapısı açıldığında irkildim. İçeri daha önce Kronos'un yanında gördüğüm iblislerden biri girdi. Adı Rick miydi neydi?

İfademi ciddileştirerek sert bir ses tonuyla konuştum.

"Senin burada ne işin var, Rick?"

İblis çirkin yüzünü buruşturarak daha da çirkinleştirdi ve cevap verdi.

"Sana son kez söylüyorum, adım Riley..." aklımda kalması için adını bir kez daha heceleyerek vurguladı. "Ri- ley...anladın mı?"

Umursamazca gözlerimi devirdim. Adının ne bok olduğu zerre umrumda değildi.

"Herneyse... Niye geldin?...nöbet sırası bende..."

Eliyle yukarıyı işaret etti ve iblislere özgü sırıtışıyla konuştu.

"Kronos seni ofisine bekliyor ve sen yokken de nöbet tutmam için beni görevlendirdi."
Aman ne güzel...

İç çekip son kez kıza baktım. Gözleri faltaşı gibi açılmış adı Rick miydi, Rackie miydi işte o yaratığa bakıyordu. Eh, bir iblis tarafından ısırılmış olsam bende iblislere böyle bakardım herhalde. Ama içimden bir ses bu bakışının farklı bir sebebi olduğunu söylüyordu.

İblis bıkkın bir ses tonuyla dikkatimi kızdan uzaklaştırdığında, kafamdaki tüm düşünceler uçmuştu.

"Hadi artık. Kronos'u daha fazla bekletirsen seni bana öğle yemeği yapar haberin olsun..."

İçimden bu gerzeği boğarak ve çeşitli acılar yaşatark öldürmek geliyordu ama bunu yapmak yerine hiç birşey söylemeden hücreden çıktım....

Mrb! Bu bölümünde sonu maalesef. Ama sizin için uzun yazmaya calistim umarim begenmissinizdir. Lütfen begendiyseniz OYLARİNİZİ esirgemeyin ve tabii o güzel yorumlariniz da benim için çok önemli lütfen YORUMLARİNİZİ benle de paylasin. Hikayenin oylari gerçekten az ve eğer oylar artmazsa yeni bolum de malesef geç gelecek. Lütfen oy ve yorum sayisini artiralim arkadaşlar. Sizi seviyorum:)))

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

220K 15K 67
Doğmadan lanetlenmişti. Kurtulamadığı lanet onun kaderiydi. Yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Laneti onun hayatı olacaktı. Lanetiyle yaşayacak, la...
68.8K 3.9K 39
"Biz ayrı dünyaların insanlarıyız" dedim klişece. "Hayır benim dünyam sensin" dedi. O an dünyalar benimdi.
55.4K 6.1K 17
Byun Baekhyun, dün gördüğü yüzü bugün hatırlayamaz hâle geldiğinde, henüz 23 yaşındaydı. Bu hikâye bolca koyu mavi lens içerir.
90.1K 3.8K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...