Detayla Randevu

By moonheadx

307K 10.2K 458

Onun olmak ateşten bir gömleği giymek gibiydi. Ve ben bu gömleğin düğmelerini sıkıca kapatmış, iyice bedenimi... More

Detayla Randevu - Giriş
Detayla Randevu - Bölüm 1
Detayla Randevu - Bölüm 2
Detayla Randevu - Bölüm 3
Detayla Randevu - Bölüm 4
Detayla Randevu - Bölüm 5
Detayla Randevu - Bölüm 6
Detayla Randevu - Bölüm 7
Detayla Randevu - Bölüm 8
Detayla Randevu - Bölüm 9
Detayla Randevu - Bölüm 10
Detayla Randevu - Bölüm 11
Detayla Randevu - Bölüm 12
Detayla Randevu - Bölüm 13
Detayla Randevu - Bölüm 14
Detayla Randevu - Bölüm 15
Detayla Randevu - Bölüm 16
Detayla Randevu - Bölüm 17
Detayla Randevu - Bölüm 18
Detayla Randevu - Bölüm 19
Detayla Randevu - Bölüm 20
Detayla Randevu - Bölüm 21
Detayla Randevu - Bölüm 22
Detayla Randevu - Bölüm 23
Detayla Randevu - Bölüm 24
Detayla Randevu - Bölüm 25
Detayla Randevu - Bölüm 26
Detayla Randevu - Bölüm 27
Detayla Randevu - Bölüm 28
Detayla Randevu - Bölüm 29
Detayla Randevu - Bölüm 30
Detayla Randevu - Bölüm 31
Detayla Randevu - Bölüm 32
Detayla Randevu - Bölüm 33
Detayla Randevu - Bölüm 34
Detayla Randevu - Bölüm 35
Detayla Randevu - Bölüm 36
Detayla Randevu - Bölüm 37
Detayla Randevu - Bölüm 38
Detayla Randevu - Bölüm 39
Detayla Randevu - Bölüm 40
Detayla Randevu - Bölüm 41
Detayla Randevu - Bölüm 42
Detayla Randevu - Bölüm 43
Detayla Randevu - Bölüm 44
Detayla Randevu - Bölüm 45
Detayla Randevu - Bölüm 46
Detayla Randevu - Bölüm 47
Detayla Randevu - Bölüm 48
Detayla Randevu - Bölüm 49
Detayla Randevu - Bölüm 50
Detayla Randevu - Bölüm 51
Detayla Randevu - Bölüm 52
Detayla Randevu - Bölüm 53
Detayla Randevu - Bölüm 54
Detayla Randevu - Bölüm 55
Detayla Randevu - Bölüm 56
Detayla Randevu - Bölüm 57
Detayla Randevu - Bölüm 58
Detayla Randevu - Bölüm 59
Detayla Randevu - Bölüm 60
Detayla Randevu - Bölüm 61
Detayla Randevu - Bölüm 62
Detayla Randevu - Bölüm 63
Detayla Randevu - Bölüm 64
Detayla Randevu - Bölüm 65
Detayla Randevu - Bölüm 66
Detayla Randevu - Bölüm 67
Detayla Randevu - Bölüm 68
Detayla Randevu - Bölüm 69
Detayla Randevu - Bölüm 70
Detayla Randevu - Bölüm 71
Detayla Randevu - Bölüm 72
Detayla Randevu - Bölüm 73
Detayla Randevu | Bölüm 74
Detayla Randevu - Bölüm 75
Detayla Randevu - Bölüm 76
Detayla Randevu - Bölüm 77
Detayla Randevu - Bölüm 78
Detayla Randevu - Bölüm 80
Detayla Randevu - Bölüm 81
Detayla Randevu - Bölüm 82
Detayla Randevu - Bölüm 83
Detayla Randevu - Bölüm 84
Detayla Randevu - Bölüm 85
Detayla Randevu - Bölüm 86
Detayla Randevu - Bölüm 87
Detayla Randevu - Bölüm 88
Detayla Randevu - Bölüm 89
Detayla Randevu - Bölüm 90
Detayla Randevu - Bölüm 91
Detayla Randevu - Bölüm 92
Detayla Randevu - Bölüm 93
Detayla Randevu - Bölüm 94
Detayla Randevu - Bölüm 95
Detayla Randevu - Bölüm 96
Detayla Randevu - Bölüm 97
Detayla Randevu - Bölüm 98
Detayla Randevu - Bölüm 99
Detayla Randevu - Bölüm 100 (FİNAL)
SONSÖZ & BİLGİLENDİRME
✨DETAYLA RANDEVU - 300 BİN OKUNMA ✨
İKİZ BEDENLER 🔥| YENİ ÇALIŞMA

Detayla Randevu - Bölüm 79

2.6K 103 3
By moonheadx

BBA

“Nereye?” Tam bacağımı yataktan aşağıya sarkıtmıştım ki bileğimi tutan sıcak parmaklarını hissettim. Oysaki yeterince sessiz olduğumu sanıyordum. Mavi pikesini göğsümün üzerinde tutmaya devam ederken gözlerimi çekinerek ona kaydırdım. Yattığı yerden beni izliyordu.
“Üzerimi giyinecektim.” dedim sessizce.
“Saat daha altı otuz beş. Yani henüz uyanmadım.” Hafifçe doğrularak beni az önceki yerime çekti. Bacaklarım yatağın içindeki sıcaklığı hissedince sıcacık olmuşlardı. “Yani henüz giyinemezsin.” Kendimi yine kolları arasında bulmuştum. Tek bir farkla. Bu sefer çıplaktı. Cidden çıplaktı. ÇIPLAK. Ve ben kolları arasında kendimi yeniden küçücük hissediyordum. Sanki ona biraz daha sokulsam gerçek anlamda kaybolabilirmişim gibi.
Elini kalçamın sadece birkaç santim üzerinde hissettiğimdeyse aynı düşündüğüm gibi oldu. Ne yapacağımı bilemediğimden ona biraz daha yaklaştım ve yüzümü boynuna sakladım. Bir elim kolunun üzerindeydi, zira onu kavrayamayacak kadar küçüktü ellerim. Sabahın, ilk olmasa da yine de ilkmiş gibi gözlerimi alan ışığı odayı doldururken yine onun kokusundan çalıyordum. Çıplak tenini tenimde hissedip aynı anda içimi yakan kokusunu içime çekmeyeli uzun zaman olmuştu. Yine dağılmış hissediyordum. Dağılmış hissetmeyi özlemiştim. Saçlarımın birbirine girmesini, yanaklarımın kızarmasını, dudaklarımın şişmesini, yanımda uzanıyorken vücudumun kaskatı gerilmesini ve sahip olduğu bu huzur verici kokuyu.. Hepsini.

“İtiraf et,” dedi bir süre sonra. Biraz daha sessiz kalsak muhtemelen başım omzunda uyuyakalacaktım. Hafifçe geri çekilip yüzümü görmeye çalıştığında gözlerimi tekrar araladım. Parmakları yüzüme yapışmış saçları geri çekiyordu. “Kaçıyordun.” Gözleri yüzümde olduğundan onu izledim. Yüzünde o sadece sabahları ya da uykudan yeni kalktığında görebildiğim bebeksi ifade vardı. Tıpkı Jace’inki gibi. Masum. Uzanıp hafif sakallı suratını o sıkılıp bağırana kadar öpmek istememe neden olan bir ifade. Eğer gözleri gözlerime kaymasaydı bunu yapacaktım da.
“Kaçmıyordum.”
“Kaçıyordun. Bir ceylan kadar sessizdin. Ama yataktan çıkarken şeyime çarptın.” O sessizce gülerken yüzümü buruşturdum.
“Hayır çarpmadım.”
“Evet, çarptın.” diye ısrar etti. Yüzünde yine o benimle eğlenmeye bayıldığını söyleyen ifade vardı. “Hem de bayağı sert bir çarpmaydı. Belki de bilerek yaptın, emin değilim.” Bu sefer ben de gülmüştüm.
“Neden şeyine çarpmak isteyeyim ki? Sadece giyinecektim.”
“Bilmem. Sen söyle.” Kolları beni daha da sıkı sardı ve yana doğru bir hamle yaparak üzerime çıktı. Sadece birkaç saat aradan sonra ağırlığını tekrar üzerimde hissetmek ağrıyan kemiklerimi daha da çok sızlatsa da umursamadım. Gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Sanki her an kaybolacakmış gibi geliyordu. Sanki alarm çalacaktı ve ben yeniden hayal kırıklığıyla uyanacaktım. Sanki yeniden yalnız kalacaktım. Bundan ölesiye korkuyordum. Tamamen korunmasız ve yapayalnız kalmaktan çok korkuyordum. Tekrar boşluğa düşemezdim.
“Bunu geri vermeyi unuttum.” dedi ben büyülenmiş gibi onu izlerken. Avucumun içinde demir gibi soğuk bir şey hissettim. Ardından parmaklarımı onun etrafına sardı. Ona bakmam için beni zorlamadan önce avucumdan aşağıya sarkan anahtarlık ucunu görmüştüm. Jace’in okulda soda kapaklarından yaptığı o anahtarlık ucunu. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bunu en son-
“Giderken bırakmıştın.” Anahtarların girintileri o elimi sıkarken avucuma battı. “Diğerleriyle birlikte.” diye ekledi ardından. Buğulanmış gözlerimi ondan olabildiğince kaçırmaya çalıştım ama geniş bedeni görüş alanımın tamamını kaplarken kaçacak yerim yoktu. Burnuma o günlerden acıyı hissettiren bir koku geldiğinde başımı diğer tarafa çevirdim. Bu ev geride bıraktığım tek şey değildi. Giderken eskiden kopamadığım şeyleri de bırakmıştım. Anahtarlığımı, bana özel günlerde aldığı o güzel kıyafetleri, fotoğraflarımızı, yüzüğümü..
“Nasıl yapabildin?” Nefesini kulağımda hissettim. Sesinde hassas bir ton vardı. Her şeyi bırakmışsın.” Yutkundum.
“Mahkeme celbini bana nasıl verebildiysen ben de onları öyle bıraktım.” Yüzü durgun bir hal aldı. Gözleri beni okumaya çalışırcasına gözlerimde geziniyordu.
“Düzeltmem gereken şeyler olduğunu biliyorsun. Bu ev de onlardan biri. Bu yüzden bunu al ve asla geri bırakmaya kalkma.”
“Sürekli bunu söyleyip duruyorsun.” diye atıldım ses tonundaki yumuşaklık beni sardığında. Gözlerim dolu dolu olmuştu. Bu konudan bahsetmekten nefret ediyordum çünkü. Kolları üzerindeki parmaklarım gerildi. Ağlamayacaktım. “..düzeltmen gereken şeyler olduğunu.”
“Evet, çünkü öyle. Ve inan bana bunu başaracağım.” Dudakları alnıma değdiğinde çok kısa bir süre için gözlerimi kapattım. “Seni ne kadar çok özlediğimi bilmiyorsun.” Gözleri dudaklarımdaydı. Kalbim ise yine elleri arasında eriyip gidiyordu. Şu sıralar oldukça güçlenmiş olan bir yanım doğru söylediğini, gerçekten de pişman olduğunu bağırıp duruyordu. Tabi ki de buna inanacaktım. Bu yüzden dudakları dudaklarıma yaklaşmaya başladığında nefesimi tuttum. Ilık dudaklarının benimkileri ısıtacağı anı beklerken aniden durduğunu, gözlerinin odanın diğer tarafında bir yere takıldığını görmüştüm. Gözleri hala bana dönmediğinde “Ne oldu?” dedim sessizce. Ardından baktığı yere baktım. Dağılmış çalışma masasına. Bariz dağınıklıktan başka bir şey yoktu.
“Edward?” Ucu her zaman soğuk olan parmaklarımı yanağına değdirdiğimde irkilerek tekrar bana döndü. Şimdi ben de onu okuyabiliyordum. Gözlerinde inanılmaz bir huzursuzluk vardı. “İyiyim.” dedi hızlıca. Gözleri sanki oraya bakmaya korkarmış gibi bir kez daha çalışma masasına kaydı. Yutkunduğunu ve havayı hızla içine çektiğini görebilmiştim. Üzerimdeki vücudu tamamen gerilmişti. Tekrar bana döndüğünde gülümsemeye çalıştı. “Sorun yok.”
“İyi olduğuna emin mis-“
“Kahvaltı.” diye atıldı aniden. Gözleri parlamıştı. “Kahvaltı edersem emin ol daha iyi olacağım.” O üzerimden kalkıp kendi tarafında yatağın üzerine oturunca mavi pikeyi tekrar üzerime çektim. O söylediğinde aklıma gelebilmişti.
“Kahretsin! Elaine beni kahvaltıya bekliyordu.” Sıkıntıyla nefesimi dışarıya verdim. “Gitmezsem beni öldürür.”
“Tamam, kahvaltıdan sonra seni alırız.” Genişçe gülümsedi. “Ama bir dahaki sefere kaçmana izin vermem.” Ben de gülümsedim.
O sabah Elaine’in beni kahvaltıya beklediğini hatırlayabilmiştim ama sanırım hatırlamadığım, heyecandan tamamen aklımdan çıkmış olan tek bir şey vardı. Bu yüzden gerçekten de iyi olmadığını anlayamamıştım.
Edward kahvaltı sevmezdi ki.

“Am kokan ceketini de alıp defol buradan!”
Çantamın içinden anahtarlarımı bulmaya çalışırken Elaine’in gırtlaktan çıkardığı o korkunç sesini duyunca durakladım. Ama parmaklarım anahtarları aramaya devam ediyordu. İçerde ne oluyordu öyle?
“Sen delisin kızım. Kaçık fahişenin tekisin.”
“Defol dedim sana! Siktir ol buradan sik suratlı!” Anahtarı anahtar deliğine sokmayı başarabildiğimde aceleciydim. İçerdeki diğer ses Neil’in miydi yoksa bana mı öyle geliyordu? Ben kapıyı aralamadan önce koridordan gelen korkunç bir gürültü duydum. Sanırım başka bir vazom daha kırılmıştı.
“Hey! Neler oluyor burada?” diyerek içeri girdim. Gözlerim üst katta, merdivenlerin tırabzanlarına tutunmuş ve sinirden deliye dönmüş Elaine’i görebilmişti. Ardından merdivenlerin dibindeki Neil’i gördüm. Üzeri çıplaktı, elinde sıkı sıkıya tuttuğu mavi bir ceket vardı ve burnundan soluyordu. Tekrar aynı soruyu soracakken Neil inanılmaz ve bir o kadar da Edward’ınkine benzeyen bir sertlikle yürüyerek salona girdi ve elinde bir tişörtle geri geldi.
“Senin aptal arkadaşın yine kafayı yedi.” dedi Neil hiç de hoş olmayan bir tavırla. Ardından dik dik Elaine’e baktı. “Bundan sonra kendi kendini sikersin artık.” Neil kapıdan çıkarken Elaine var gücüyle bağırdı.
“Senin o işe yaramaz sikinden daha iyilerini bulabilirim ben!” Evin önüne park edildiğini gördüğüm kırmızı arabanın motoru çalışırken bile bağırıyordu. “Senin o şekilsiz aletine ihtiyacım yok tamam mı! Git ve kendini becer seni sik beyinli kas yağını! Beni duyuyor musun? Git de sikini götüne sok!”
“Elaine..” diye mırıldanarak kapıyı kapattım ve çantamı bir kenara bıraktım. Merdivenlerin son basamağına, yanına çıkarken endişeliydim. Onu bu halde görmek kalp atışlarımı hızlandırmıştı.
“Neler oluyor söylesene.” dedim yumuşak bir sesle. Elim vücudu gibi titreyen kolunu kavramıştı. Bunu hissettiğinde gözlerini kapıdan ayırarak bana çevirdi. Kehribarları acıyla parlıyordu.
“Ondan nefret ediyorum.” Ardından onu ayakta tutmaya çalışmama aldırmadan kendini yere bıraktı. Sırtını tırabzanlara yaslamıştı. Onunla birlikte ben de yere çöktüm. Elaine’i sık sık bu halde göremezdiniz. Bu yüzden yüzüm rahatsız bir hal almıştı. O fazla sinirlenen biri değildi. Çoğu şey umurunda olmazdı. Şimdi gördüğüm şeyse tamamıyla bir hayaletten farksızdı. Akmış rimeli gözaltlarında bir gölge gibi duruyordu.
“Anlat bana.” dedim o ağlamamak için dudaklarını sımsıkı birbirine bastırırken. Bir süre beklesem de cevap çok fazla gecikmemişti.
“Onu telefonda konuşurken yakaladım. Bir sevgilisi var. Dün gece onu sikmiş.” Gözlerindeki yaşları daha uzun süre orada tutmak için çabaladı. İki eliyle birden ağzını kapatmıştı.
“Elaine-“
“Bunun için üzülmemem gerekiyordu!” diye bağırdı gözyaşlarına boğulmadan önce. Ne diyeceğimi bilemeden çaresizce inledim. Belki de yıllar sonra, Elaine Jones ağlıyordu. Bunu ilk gördüğümde de aynı böyle tepki vermiştim. “Görüyor musun? Şimdi de ağlıyorum!” Acıyla hıçkırdı. “Benim buna üzülmemem gerekiyordu anlıyor musun? Gülüp geçmem gerekiyordu! Umurumda bile olmamalıydı ama şimdi onun üzerine kusmak istiyorum!” Karnının üzerindeki eli yumruk haline geldi. Ağlamaya devam ederken uzun, tarçın rengi saçları yüzünün önünde toplanıyordu. Diğer insanların sorunlarına çok çabuk çözüm bulabilen biri olsam da onu izlerken sus pus olup kalmıştım. Ne hissettiğini hissedebiliyordum ve benim de canım acımıştı. Uzanıp elini tuttum.
“Elaine, sorun değil.”
“Hayır!” Elini geri çekti. “Bu değer verdiğimi gösterir lanet olsun bunun ne olduğunu biliyorum!” Damlalar hızlıca yanaklarından aşağıya döküldü. “Bella lütfen bana yardım et.” Kanımı donduracak bir şekilde hıçkırdıktan sonra, bu sefer elimi tutan o olmuştu. Titreyen ellerini sıkıca tuttum. “Onu sevemem. O dışında herkes olur ama onu sevemem. Lütfen.”
“Gel buraya.” Yanına yaklaşıp kollarımı etrafında sardım. Başı omzumda hıçkırıklarla sarsılıyordu.
“Ben bu kadar güçsüz değilim.”
“Biliyorum. Önemli değil tamam mı? Önemli değil..”
“Normalde sen ağlarsın. Ben de sana gülerim.” Başını geri çekip yüzüme baktı. “Sana yalvarırım bunu durdur! Ne kadar pislik biri olduğunu bilmiyorsun! Bana fahişe dedi. Bella, lütfen.” Yalvarışını izlerken gözlerimden aşağıya bir damla kaydı. “Onu sevemem.”
O başını omzuma yaslayıp ağlamaya devam ederken kollarımı sıkıca ona doladım. Ne kadar iğrenç ve korunmasız hissettiğini anlayabiliyordum. Her zaman kalpsiz ve duygusuz, soğuk biri olduğunu söyleyip durduğu için şimdi kalbinin acımasını kaldıramayışını anlayabiliyordum. Aslında Edward’la gerçekten de fazla ortak noktaları vardı. Ama hepimiz bilirdik, hiçbir insan kalpsiz değildi. Eninde sonunda birini severdik. Yanlış, ya da doğru. Fark etmezdi. Biz aciz yaratıklardık. En olmadık anda, en saçma yerde, en yanlış kişiyi severdik. Birazcık şansımız varsa onu güçlü bir doğruya çevirebilirdik. Ben hayatımda ilk defa şanslı çıkmıştım. Ona yeniden sahip olmuştum. Ve içimde bir yerlerde inanıyordum. Elaine de kendi doğrusunu yaratacaktı.

Bir sonraki hafta görünürde her şey düzelmiş gibi görünüyordu. Elaine o günden beri hiç ağlamamıştı. Aslında buna şaşırmamalıydım. O benim gibi sulu göz değildi. Bir şeyleri çabuk atlatırdı. Ama bunu atlatmadığının, sadece öyleymiş gibi davrandığının farkındaydım. Yüzde yüz emin olmasam da biliyordum, benim Elaine’im, Elaine Jones âşık olmuştu. Yirmi dokuz yıllık hayatında belki de ilk kez âşık olmuştu ve bu durumda ne yapacağını bilmediği için bocalıyordu. Ben de ona yardım etmeye çalışıyordum. Bunun kötü bir şey olmadığına dair onu ikna etmeye çalışıyordum ama o kadar inatçıydı ki, geçen gün kafasına sabun kutusunu fırlatmama sebep olmuştu. Ama o ne derse desin bu sorunu çözecektim. Kendisini daha fazla üzmesine izin vermeyecektim. Gerekirse Neil’i alıp falakaya yatıracaktım ama ne yapıp edip bu sorunu çözecektim. Aslında bunun için bir takım bile oluşturmuştuk. Edward Neil kısmıyla, Jace ise laf taşıma kısmıyla ilgilenecekti, -zira bu konuda oldukça iyiydi. Bense Elaine’le ilgilenecektim. Sonuç olarak bu sorunu çözmeye kararlıydık.
Ve sanırım bir erkek arkadaşım vardı. Bunu tekrar hatırlayınca gülümsedim. Evet, bir erkek arkadaşım vardı ve bu erkek arkadaşımın siyah gıcır gıcır bir volvosu ve sırtından düşürmediği siyah bir deri ceketi vardı. Uzun ve yapılıydı. Karşımda dikildiğinde görebildiğim sadece geniş ve enfes kokulu göğsü oluyordu ama beni belimden kavrayıp yukarı kaldırdığında parlayan mavilerini ve güldüğünde yanaklarının kenarında oluşan tatlı çizgileri görebiliyordum. Son derece nazik, centilmen, eğlenceli ve bir o kadar da sapıktı. Geçen hafta ailecek gittiğimiz sinemada bile dokunmadığı yerim kalmamıştı ama bu beni mutlu ediyordu. Onun tabiriyle sorunlu kadınlar gibi gülüyordum. Gülmek gerçekten de iyi geliyordu. Ve şimdi de, bu güzel cumartesi sabahında beni evden alıp kahvaltı için sahilin yakınlarındaki bir yere getirmişti. İstemediği halde, sadece benim için tabağındakileri bitirme zahmetine girdiğini biliyordum, bu yüzden kikir kikir gülüp durmaktan kendimi alamıyordum. Onun yanındayken böylesine mutlu ve neşeli hissetmek beni güldürüyordu.
Yan yana, sahildeki kordon boyunca yürürken siyah deri ceketini cebinden bir kâğıt çıkardı. Ardından bir de kalem. Kalemin kapağını dişleriyle açtı ve kapak dudaklarının arasındayken kâğıdı göz hizasına getirdi.
Sabah birlikte kahvaltı etmek,” dedi kalemle kâğıda hızlı bir iki darbe atarken. “..tik.” Gülerek elindeki kâğıdı görmeye çalıştım.
“N’apıyorsun sen?”
“Listeyi düzenliyorum. Bilirsin, düzenlemeyi severim. Bakalım sırada ne varmış?” Dudaklarını büzdü.  Kumsalda delicesine koşmak, eğlenmek.  Şey, bunu daha sonra yapsak olur mu? Çünkü bunu yapmak için saatlerce yol gitmemiz gerekiyor.”
“Versene sen şunu.” Yukarı zıplayıp elindeki kâğıdı çektim ve yürümeyi bırakıp kâğıda düzgün ve kıskanılacak bir el yazısıyla yazılmış başlığı okudum.
Bella’nın Hayalleri – Onları Gerçek Yap  
“Delisin sen!” dedim kıkırdayarak. Ardından başımı kaldırıp gülen gözlerine baktım. “Liste mi yaptın yani?”
“Listeyi ben yapmadım, sen yaptın. Ben sadece bunları gerçekleştirirken yanında oluyorum.” Ona yüzümdeki hayretle birlikte kısacık bir an daha bakıp tekrar kâğıda döndüm. Liste aşağıya kadar uzayıp gidiyordu. Onlara şöyle bir göz gezdirirken kalp atışlarım bir saniye bile yavaşlamıyordu.
Sabahları birlikte kahvaltı etmek.
Kumsalda delicesine koşmak, eğlenmek.
Parkta pamuk şeker yiyip, sallanan çocukları izlemek.
Her hafta bowling oynamak.
Dönme dolaba binip en tepede öpüşmek.
Koltukta sevişmek.
Güneş batarken balkonda kahveleri yudumlamak.
Araba kullanmayı öğretmek.
Sıkıcı tarih konularını dinlemek.
Ve diğerleri;
.
.
“Ee?” dedi. Kâğıdı elimden çekince başımı kaldırıp yüzüne baktım. O ise kâğıdı düzgünce katlayıp tekrar ceketinin cebine soktu. “Şimdi ne yapıyoruz?” Tekrar yürümeye başladık. Bakışlarının hissettirdiklerine dayanamayarak gözlerimi ondan alıp önüme çevirdim. İçim inanılmaz bir neşeyle dolmuştu. Tıpkı doğum günü çocuklarına benziyordum.
“Bilmem.”
“Hadi ama. Eminim yapmak istediğin şeyler vardır.” Eli elime değince irkildim. Göz ucuyla baktığımda elimi yine avuçları arasında kaybolacak kadar küçüldüğünü görebilmiştim. Beni yanına çekip ona yaslanmamı sağladı. Şimdi siyah deri ceketin altından yükselen buram buram Edward kokusunu alabiliyordum.
“Söylemeyecek misin?”
“Aslında aklıma bir tane geliyor ama..” Şimdiden kıkırdayınca somurttum. “..gülmeyeceksin.”
“Tamam.” Gözlerini karşıya dikti. “Söyle hadi.” Bir nefes aldım. Sesim neredeyse duyulamayacak kadar kısık çıkıyordu.
“Her zaman birinin sırtına çıkıp o koşarken çığlık atmayı istemişimdir. Elaine yaparken onu izlerdim. Çok saçma biliyorum.” O sessizce gülerken dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu hayatında duyduğu en aptalca şey olmalıydı. Yine kızarmaya başlıyordum.
“Kızlar bunun neresinden zevk alıyor anlamıyorum.” dedi tahmin ettiğim gibi. “Bunun yerine bir ata da binebilirler.”
“Saçma olduğunu söylemiştim.” Omuz silktim. “Zaten genelde hep saçmalarım.” Gözlerim yerde yürümeye devam ederken aniden durunca kendimi ona yapışık bir halde buldum. Çenem göğsüne değiyordu.
“Hayır bayan, o onur bana ait.” Göz kırptı. “Genelde saçmalayan hep ben olurum.” Gülümseyerek yanağıma uzun bir öpücük kondurdu ve beni arkasında doğru itti.
“Atla hadi.” Yaklaşık bir metre ötedeki bankta köpeğiyle oturan yaşlı kadının bizi dinlediğini görünce elimle ağzımı kapatarak gülmeye başladım.
“Hayır, deli misin sen? Bunu gençken yapmak istemiştim. Koca bir kadın olmuşken değil.”
“Koca bir kadın mı?” Beni hızlıca baştan aşağıya süzdü. “Saçmalama. Liseli ergenlere benziyorsun.” Kendimi tutamayarak ufak bir kahkaha attım. “Özellikle üzerindeki o saçma tişört. Tam bir ergensin.”
“Ya sana ne demeli? Ceketinin pahalı olduğu anlaşılmasa sokakta yatan tinerciler gibisin. Eminim eline bıçak çok yakışırdı.” Tıpkı okulun popüler, her kızın sevgilisi olan bir çocukmuş gibi ellerini saçları arasından geçirdi.
“Teşekkürler, tatlım.” Yaşlı kadın bize bakıp gülünce ben de gülmeye devam ettim. Artık kahkahalarımı gizlemeye çalışmıyordum.
“Gördün mü? Bence biz de yeterince genciz.” Tereddütle ona baktım. “Hadii,” dedi gözlerime ıslarla bakarak. “Daha ölmedik biz.”
“Tamam, tamam..” Birazcık geriye giderek kendime atlamak için mesafe ayırdım. Kalbim bir kuş gibi çırpınıyordu. Atlamamı söylediğinde bir adım daha geriye gittim ve daha sonra koşarak kendimi sırtına attım. Beni hemen yakalamıştı. Bacaklarımı beline dolamaya çalışırken yerimizde bir kez dönmüştük.
“Orada iyi misin?” dedi ben yukarda kıkırdarken. Kollarımı boynunun etrafında dolamıştım. Başımı öne doğru eğerek kulağına yaklaştım.
“Sana tepeden bakmak çok eğlenceli.” Bacaklarımdan sıkıca tutmaya devam ederken başını çevirdi ve dudaklarıma bir öpücük kondurdu.
“Güzel. O zaman şimdi gitme zamanı. Hazır mısınız, bayan?” Koşmak için hazırlandığını görünce ufak bir çığlık attım ve gülerek boynuna daha da sıkı tutundum. Rüzgârı daha şimdiden hissedebiliyordum.
“Sıkı tutun.” Ardından hızla öne atılıp koşmaya başladı. Yaşlı kadının önünde geçerken onun sepetini devirmiştik. Geriye dönüp ondan küçük bir özür dilemek istedim ama bunu yapmaya zamanım yoktu. Rüzgâra karşı koşarken gülüp, nefesim kesilince çığlık atmaktan başka bir şey yapamıyordum. Elaine’i izlerken bunun neresinden zevk aldığını ben de anlayamazdım çünkü o zaman birinin sırtında olan kişi ben değildim. Ama şimdi biliyordum. Bu hayatımda yaptığım en eğlenceli şeylerdendi! Saçlarının arada ağzıma girmesi bile bu heyecanı bozmuyordu. Arada durup kendi etrafında döndüğünde ona daha sıkı tutunuyor, sahildeki diğer insanların garip bakışlarına maruz kalıyorduk umursadığımız söylenemezdi. Heyecanlı çığlıklarım ve delilerinkine benzer kahkahalarımızın arasında durup bizi izleyen insanlar görüyor ama aldırmıyordum. Kollarımı iki yana açıp bağırırken daha önce hiç olmadığım kadar genç hissediyordum.
Ben Bella Swan’dım. 18 yaşındaydım, ve dünya umurumda değildi. Ah, tabi bir de bronz kafalı bir erkek arkadaşım vardı. Açıkçası uzun süre tepesinden inmeyi de düşünmüyordum.

Continue Reading

You'll Also Like

185K 10.3K 37
Her şey ruhu viran olmuş kuzguni gözlerin, gecenin kör bir vaktinde yapılan o hatanın bedelini ödetmek istemesiyle başladı. Ve bu hatanın beraberinde...
ZİNCİR By Nisa

Teen Fiction

151K 8.2K 94
+18, yetişkin içerik. 18 yaşına yeni giren Eylül, kendi hayatının büyük devrimine ilk adımı atarak İstanbul'a üniversite okumak için gelir. Ancak bir...
3.3M 122K 33
"Sen nasıl bir insansın ya?!" Diye bağırdım. "Böyle biriyim, çünkü sen kibarlıktan anlamıyorsun." Kendimi tutamadım ve yüzüne tükürdüm. Gözlerini kap...