Detayla Randevu

By moonheadx

307K 10.2K 458

Onun olmak ateşten bir gömleği giymek gibiydi. Ve ben bu gömleğin düğmelerini sıkıca kapatmış, iyice bedenimi... More

Detayla Randevu - Giriş
Detayla Randevu - Bölüm 1
Detayla Randevu - Bölüm 2
Detayla Randevu - Bölüm 3
Detayla Randevu - Bölüm 4
Detayla Randevu - Bölüm 5
Detayla Randevu - Bölüm 6
Detayla Randevu - Bölüm 7
Detayla Randevu - Bölüm 8
Detayla Randevu - Bölüm 9
Detayla Randevu - Bölüm 10
Detayla Randevu - Bölüm 11
Detayla Randevu - Bölüm 12
Detayla Randevu - Bölüm 13
Detayla Randevu - Bölüm 14
Detayla Randevu - Bölüm 15
Detayla Randevu - Bölüm 16
Detayla Randevu - Bölüm 17
Detayla Randevu - Bölüm 18
Detayla Randevu - Bölüm 19
Detayla Randevu - Bölüm 20
Detayla Randevu - Bölüm 21
Detayla Randevu - Bölüm 22
Detayla Randevu - Bölüm 23
Detayla Randevu - Bölüm 24
Detayla Randevu - Bölüm 25
Detayla Randevu - Bölüm 26
Detayla Randevu - Bölüm 27
Detayla Randevu - Bölüm 28
Detayla Randevu - Bölüm 29
Detayla Randevu - Bölüm 30
Detayla Randevu - Bölüm 31
Detayla Randevu - Bölüm 32
Detayla Randevu - Bölüm 33
Detayla Randevu - Bölüm 34
Detayla Randevu - Bölüm 35
Detayla Randevu - Bölüm 36
Detayla Randevu - Bölüm 37
Detayla Randevu - Bölüm 38
Detayla Randevu - Bölüm 39
Detayla Randevu - Bölüm 40
Detayla Randevu - Bölüm 41
Detayla Randevu - Bölüm 42
Detayla Randevu - Bölüm 43
Detayla Randevu - Bölüm 44
Detayla Randevu - Bölüm 45
Detayla Randevu - Bölüm 46
Detayla Randevu - Bölüm 47
Detayla Randevu - Bölüm 48
Detayla Randevu - Bölüm 49
Detayla Randevu - Bölüm 50
Detayla Randevu - Bölüm 51
Detayla Randevu - Bölüm 52
Detayla Randevu - Bölüm 53
Detayla Randevu - Bölüm 54
Detayla Randevu - Bölüm 55
Detayla Randevu - Bölüm 56
Detayla Randevu - Bölüm 58
Detayla Randevu - Bölüm 59
Detayla Randevu - Bölüm 60
Detayla Randevu - Bölüm 61
Detayla Randevu - Bölüm 62
Detayla Randevu - Bölüm 63
Detayla Randevu - Bölüm 64
Detayla Randevu - Bölüm 65
Detayla Randevu - Bölüm 66
Detayla Randevu - Bölüm 67
Detayla Randevu - Bölüm 68
Detayla Randevu - Bölüm 69
Detayla Randevu - Bölüm 70
Detayla Randevu - Bölüm 71
Detayla Randevu - Bölüm 72
Detayla Randevu - Bölüm 73
Detayla Randevu | Bölüm 74
Detayla Randevu - Bölüm 75
Detayla Randevu - Bölüm 76
Detayla Randevu - Bölüm 77
Detayla Randevu - Bölüm 78
Detayla Randevu - Bölüm 79
Detayla Randevu - Bölüm 80
Detayla Randevu - Bölüm 81
Detayla Randevu - Bölüm 82
Detayla Randevu - Bölüm 83
Detayla Randevu - Bölüm 84
Detayla Randevu - Bölüm 85
Detayla Randevu - Bölüm 86
Detayla Randevu - Bölüm 87
Detayla Randevu - Bölüm 88
Detayla Randevu - Bölüm 89
Detayla Randevu - Bölüm 90
Detayla Randevu - Bölüm 91
Detayla Randevu - Bölüm 92
Detayla Randevu - Bölüm 93
Detayla Randevu - Bölüm 94
Detayla Randevu - Bölüm 95
Detayla Randevu - Bölüm 96
Detayla Randevu - Bölüm 97
Detayla Randevu - Bölüm 98
Detayla Randevu - Bölüm 99
Detayla Randevu - Bölüm 100 (FİNAL)
SONSÖZ & BİLGİLENDİRME
✨DETAYLA RANDEVU - 300 BİN OKUNMA ✨
İKİZ BEDENLER 🔥| YENİ ÇALIŞMA

Detayla Randevu - Bölüm 57

3K 68 0
By moonheadx

Bölüm 57
BBA

“Hala gelmediler mi?” Gözlerimi karanlık yoldan ayırmadan başımı hayır anlamında salladım. Ardından duvardaki saate baktım. Saat gece yarısını çoktan geçmişti bile. Nerde kalmışlardı bunlar?!
“Korkma Bella,” Elaine elindeki bir tabak salatayla birlikte yanıma oturdu. “Bir şey olmamıştır. Baba-oğul iki manyak takılıyorlardır işte. Hem Edward Jace’in yanındayken hiçbir şey olmaz, merak etme.” Önce endişeyle bomboş yola, daha sonra hala hiçbir hareketlilik olmayan telefonuma baktım. Bu içimdeki kötü his onları tek parça halinde görmeden gitmeyecekti.
“Hala aramadı.” diye mırıldandım sabırsızlıkla. “Edward telefonunu bir şey olmadıkça asla kapatmaz. Kesin bir şeyler oldu." Sıkıntıyla nefesimi dışarıya doğru verip ayağa kalktım ve elimdeki telefonla birlikte salonun içinde bir ileri bir geri gitmeye başladım. Aklıma bin bir türlü şey geliyordu ve bunları düşünmeye devam edersem biliyordum ki Edward Jace'le birlikte içeri girdiğinde onun kucağına atlayacaktım. Bu yüzden kötü şeyler düşünmeyi kesmeliydim. Kesmeliydim yoksa gerçekten garip tavırlar sergileyecektim. İçimdeki şu kötü his geçmemiş olsa da rahatlamaya başlıyormuş gibi derin bir nefes aldım. Kesin bir şeyler olmuştu işte!
Tekli koltukta oturmuş bilgisayarıyla uğraşan Elliot da lafa karıştı.
"Jace'i şu adama nasıl emanet edebiliyorsun gerçekten anlamıyorum. Sorumsuz işte. Tanrı bilir, çocuğu bir yerlerde kaybetmiştir." Ardından Elaine ona cevap verdi. Çünkü ben laf yetiştiremeyecek kadar gergin ve tedirgindim. Tırnaklarımın kenarlarındaki etleri kopararak pencereye doğru yürüdüm ve bir kez daha boş yola baktım. Saat gittikçe ilerliyordu.
"Edward onun babası, Elliot. Bella'nın onu Edward'dan başkasına emanet edebileceğini sanmıyorum. Birazdan gelirler işte, bak sen işine."
"Bu adamın iyi bir derse ihtiyacı var. Ciddiyim, dinleyin beni. Avukat arkadaşımı arayıp durumu halletmesini söyleyeyim ve bakın bakalım bir daha bu kadar geç kalabilecek mi? Yapalım işte şunu."
"Bahsettiğin kişi Edward, süper-zekâ. Avukatların babasını getirsen ona sökmez."
"Tabi tabi.. Edward deyince akan sular durur zaten."
Tırnaklarımın kenarındaki etler bitince dudaklarıma yöneldim. Ben onların ne halde olduklarını merak ederken bir yandan da kalp krizi tehlikesini atlatmaya çalışırken Elliot'ın Edward'a odaklı olmasını hiç sevmemiştim. Hatta bu sinirimi bozuyordu çünkü çocukçaydı. Edward'ın sürekli bir yanlışını yakalamaya çalışması ya da ona küçük imalar yapması. Çok çocukçaydı. Ama bunları yaparak benim Edward'a karşı olan hislerimin değişeceğini sanması daha da çocukçaydı. Bu çok basitti işte. Güçlü olmaya çalışayım derken her şeyi mahvediyordum ve zar zor ortaya çıkarttığım nefretim, o bana uzun uzun baktığında hemen kayboluyordu ve onu uzun süre bulamıyordum. Elaine'le konuştuğumuz gibi kendimi fazla kaptırmamalı mıydım? Ne hayal ediyordum ki? Kedi köpek gibi kavga etmediğimiz için yeniden başlayacağımızı falan mı? Saçmaydı. Ortada bunu düşünmem için hiçbir şey yoktu ama ben düşünüyordum. Lanet olası kafamda hala aynı şey vardı. Kolay kolay gitmeyecekti.
Elaine ve Elliot kendi aralarında tartışırlarken elimdeki telefon titredi ve ardından yüksek sesle Livin' On A Prayer'ı bağıran Bon Jovi duyuldu. Telefonun ekranındaki Edward yazısını gördüğümde kalp atışlarım uçuşa geçmişti bile. Telefonu kavramış olan parmaklarım titremeye başlamıştı. Elaine ve Elliot'a susmaları için "Kesin sesinizi!" diye bağırırken bir yandan da yeşil tuşa basmaya çalışıyordum. Sonunda bunu başardığımda ise, kendi sesimi tanımak zor olmuştu.
"Edward nerdesin sen?! Saatin kaç olduğunu biliyor musun?! Daha da önemlisi telefonunu kapatmanı sağlayacak kadar önemli olan şey ne?!"
"Bella bak, biz-"
"Kapa çeneni! Jace nerede? Telefonu ona ver. Hemen. Dediğimi duydun mu? Telefonu ona ver!" Önce kısa bir sessizlik oldu. Bu süre içinde parmaklarımı toplu olan saçlarım arasına geçirmiş, bir kaç tutam saçın tokadan kurtulup gözlerimin kenarlarına doğru düşmesini sağlamıştım. Göz ucuyla Elliot'ın gözlerini devirdiğini görebiliyordum. Buna karşılık veremeyecek kadar tedirgindim hala. Sonunda telefonun diğer ucundan Jace'in sesini duydum.
"Anne?"
"Jace! Sen iyi misin? Bir şey mi oldu?! Söyle bana. Canın acıyor mu?" Cevap geç geldi. Bu kısacık süre bile kuşkularımı daha da arttırmıştı.
"..Ben iyiyim anne. Bir sorun yok."
"Nerdesiniz? Babana en hızlı şekilde buraya geleceğinizi söyle tamam mı?! Hemen buraya geliyorsunuz. Kapının önünde bekleyeceğim!"
"Babam söyle sakin olsun diyor." Uzaktan gelen kıkırdamasını duyunca dişlerimi sıkarak ayağımı sinirle yere vurdum. Bu herif hiç ama hiç değişmeyecekti! Burada ne kadar endişeli bir halde olduğumu adı gibi iyi bilirken..
"Sen de ona söyle, asıl o sakin olsun! Çünkü buraya geldiği an tepesine bineceğim! Sorumsuz, ukala şey! Bir de sakin ol diyor. Tanrım, delireceğim! Yolda mısınız? Nerde olduğunuzu biliyor musun? Jace? Hey? Jace?”
“Sakin ol, Bella. Jace iyi. Suçlama kısmına oraya gelince geçeriz olur mu? Ve kapının önünde beklemeye falan kalkma. Hava çok soğuk.”

“Yani hikâyen bu öyle mi?” Sesimdeki alayı fark edince başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Ama yumuşak bakışlarına aynı şekilde karşılık vermeyi başardım. Geldiğinden aynı şeyi tam dört kez anlatmış olmasına karşın hala soruyordum çünkü söylediklerinin tek bir kelimesine bile inanamamıştım. Edward’ın yalan söyleyip söyleyemediğini asla anlayamazdınız ama bir şeyler hissediyordum. Hislerime dayanarak onu azarlamam yanlıştı, evet, ama elimde değildi. Yolunda gitmeyen bir şeyler seziyordum. Kollarımı Jace’e sıkıca dolamamın sebebi de buydu. “Neil küçük bir kaza geçirdi ve insanları aşırı derecede umursayan sen, Jace’i de alıp hastaneye gittiniz? Bu yüzden de geç kaldınız?” Başını, üzerindeki siyah seksi kazağa daha kısa süre içinde atlamak istememe neden olacak şekilde bir kere salladı. Kalp atışlarım, hem bayıldığım gülüşü yüzündeki yerini aldığından, hem de yan yana oturuyor olmamızı bu sefer onun sağlamış olmasından dolayı hızlanmıştı. Fark ettirmemeye çalışarak derin bir nefes aldım.
“Ne diyebilirim ki? Olayı çok güzel özetledin. Ben harika bir kuzenim. Neil bana sahip olduğu için çok şanslı. Sorgulama bitti mi?”  
Hala inanmamıştım. Bin defa daha söylese bile inanmayacaktım çünkü bugün, bu lanet olası Pazar günü her şey garipti. Elliot’ın eski albümlerimize bakmamız için beni zorlaması ve ardından gelen uzun sarılma da bunlara dâhildi. Bu yüzden de Edward doğru söylüyor olsa bile buna inanmayacaktım. Yine de hala burada, yanımda olduklarına sevinmiştim. Aklımdan geçen senaryolarla bir korku filmi serisi bile oluşturabilirdim.
“Bitti.” dedim en sonunda gözleriyle gözlerimi delmesine dayanamayarak. Bana gülümseyerek bakan mavilerde bir süre dolaştım ve ardından “Şimdilik.” diye de ekledim. Ya da bu işin peşini bırakmalı mıydım? Geldiğinden beri ona şüpheci sorular soruyor, gözlerimle ona inanmadığımı açıkça belli ediyordum ama onun tek bir açığını bile yakalayamamıştım. Manyak gibi davranmayı kesmeli miydim? Gözlerimi ondan kaçırmayı bırakıp ben de ona gülümsemeli miydim? Yoksa tüm bunlar yerine beni bırakıp gittiği için, bana yaşattıkları için kızgın mı olmalıydım? Şu ikinci seçenek bana çok uzak geliyordu. Tamamen bana uygun olması gerektiği yerde uzak geliyordu çünkü onu özlemiştim. Daha önce Cumayla Pazar arasının bu kadar yavaş geçtiğini bilmezdim. Ama şimdi biliyordum. Cumartesi günleri bana bir kâbus gibi geliyordu.

“Ama söz vermiştin! Hani bu akşam oynayacaktık?” Jace kucağımda kıpırdanmaya başlayınca dikkatimi ona verdim. Israrcı gözlerini Edward’a doğru dikmiş, onu ikna etmeye çalışıyordu. Edward’ın gözleri ise onun aksine rahattı. Ellerini başının arkasında birleştirip koltuğa yayılınca bu Jace kadar benim de sinirlerimi bozmuştu sanırım. Yalan söylediğini biliyordum! Kesinlikle başka şeyler vardı ama benim bilmemi istemiyordu. Her zamanki gibi benden bir şeyler saklıyordu. İşte bundan nefret ediyordum.
“Yalan söyledim dostum. İnsanlar bazen yalan söyler. Yakında alışırsın.”
“Tamam o zaman. Sanırım anneme söylemem gereken şeyler var.” Ben Edward’ın ukala bir şekilde büzüştürdüğü dudaklarına dalmışken Jace’in kolumu çekiştirmesiyle onda doğru döndüm. Mavi gözleri kurnazca parlıyordu. “Dün babamla birlikte ikinci doğum günümde çekilmiş videoları izliyorduk ve kamerada sen görününce babam dedi ki-“
“Ah, hadi ama! Ciddi misin Jace? Gerçekten mi?”
“Buna tehdit denir dostum. İnsanlar bazen tehdit eder. Yakında alışırsın. Şimdi, oynuyor muyuz yoksa oynamıyor muyuz?”
Edward’ın sürekli benden bir şeyler saklamasından başka nefret ettiğim bir diğer şeyse bu aralarındaki üstü kapalı konuşmalardı. Bunu merak etmiyormuş gibi yapıyordum ama o kadar çok merak ediyordum ki bir süre sonra ne olduğunu bulamayınca ağlayacak raddeye kadar geliyordum bile. Jace’in ağzından laf almak ise neredeyse imkânsızdı. Ondan sadece istediği zaman bir şeyler öğrenebilirdiniz. Bunun dışında gizli konular hakkında tek kelime bile etmezdi. Ve şimdi de sinir olmaya başlamıştım çünkü çok merak ediyordum. Kamerada ben görününce ne söylemişti bu herif?! Özlediğini mi? Güzel olduğumu mu? Seksi olduğumu mu? Tatlı olduğumu mu? O gece Jace uyuduktan sonra ona neler yaptığımı mı?
Çok merak ediyordum.
“Gece gece ne oyunu bu Jace?” diye karıştım ben de konuşmaya sırf bir şeyler söylemiş olmak için. Edward sürekli onu kestiğimi fark etmiş olabilirdi. “Saatin kaç olduğunu biliyorsun değil mi? Çoktan yatmış olman gerekiyordu.”
“Süt çocukları erken yatar anne. Ben yatmam. Hem de bu gece Doğruluk Gecesi. Doğrular ortaya çıkmadan kimse uyuyamaz. Kural bu. Yoksa lanet hepimizi öldürür!”
“Lanetten önce seni ben öldürürüm Jace. Eğer hemen yukarı çıkıp uyumazsan. Lanet benim göbek adım, tamam mı? Hadi bakalım.” Jace’i kucağımdan indirip onu yukarıya doğru sürüklemeye başlayacağım sırada kolumda hissettiğim parmaklarla birlikte durdum.
“Hey. Bella, Bella..” Beni hiç onaylamayan sesi gözlerimi ona çevirmeme sebep oldu. Ona döndüğüm halde parmaklarının hala kolumda duruyor olması ise cabasıydı. Kolumu hissizleştiren parmaklarına mı yoksa gözlerimi esir alan gözlerine mi baksam karar veremiyordum. Sonunda gözlerinde kalmaya karar verdim. “Bak gerçekten göbek adın çok hoş, bunu bilmiyordum, öğrendiğim de iyi oldu ama.. biraz oynayıp şu tornavida sapığını sustursak olur mu? Çünkü sen de biliyorsun ki oynayana kadar susmayacak.” Hipnoz etkisine girmeden hemen önce gözlerimi Jace’e çevirdim ve onun hiç de uykusuz görünmeyen, kurnazlıkla parlayan gözlerine baktım. Edward haklıydı. Ne kadar çabalasam da Edward onun her istediğini yaptığı için istediğini almadan rahat vermeyen bir çocuk haline dönüşmüştü ve sabaha kadar başımın etini yiyeceğini az çok tahmin edebiliyordum. Aslında üçümüz birlikte bir şeyler yapmayalı çok olmuştu ve bu iyi olabilirdi. Elaine de dışarı çıkmıştı. Evde sadece Elliot vardı ve sanırım.. sanırım lisedeki fotoğraflarımı ve o zamanki anıları bir kez daha görmek, duymak istemiyordum. Yaptığım şey pislikten başka bir şey değildi ama bu elimde de değildi. Elliot’la nasıl eğlenileceğini bile unutmuştum. Edward’la eğlenmek istiyordum.
“Evet anne? Tamam mı? Evet. Tabii ki tamam. Hadi başlayalım!”
“Hey. Burada neler oluyor bakalım? Bir şey oynuyorsanız ben de varım.” Elliot elindeki üzüm dolu tabakla birlikte hızla yanıma oturunca sol bacağım onun bacağı altında kaldı. Küçük uğraşlar sonucu kendimi ağırlığı altından kurtarabilmiştim ama şimdi de tehlike sınırını geçmiş sayılırdım. Hayır sayılmazdım, gerçekten geçmiştim. Neredeyse Edward’ın kucağında oturuyor gibi duran bir vaziyetteydim ve şu.. şu.. şu sinir bozucu derecede tahrik edici olan kokusu beni bahaneler bulup ona daha çok çekilmeye itiyordu. Dizimin dizine değdiği her an içimi bir heyecan dalgası kaplıyordu. Kendime engel olamadan gözlerim yavaşça ona doğru kaydı ve onun da beni izlediğini gördüm. Heyecan dalgası en üst noktaya doğru yola çıkıyordu.
“Neden hiç kimse konuşmuyor? Sessiz kalma oyunu mu oynuyoruz yoksa? Anlat ufaklık, hangi oyun bu?”
“Sen oynayamazsın.”
“Hadi canım. Nedenmiş o?”
“Çünkü bu oyuna Doğruluk Gecesi deniyor. Armutlar Ortaya Çıksın Gecesi değil.”
“Bella! Küçük afacanının bana dediklerini duyuyorsun değil mi? Bana armut dedi! Duydun değil mi? Bella? Bella?!” Hafif bir sarsıntı yüzünden irkilince bakışlarından uzaklaşıp gerçek hayata dönmek zorunda kaldım. Derin mavilerden sonra burası çok sıkıcı gelmişti. Elliot’ın ne sorduğunu bile tam olarak anlamamıştım. Şuan Elliot’ın ne söylemek istediğini anlamaya çalışmak yerine mavilerde boğulmayı tercih ederdim. En son ne diyorduk biz? Ona aptal aptal bakmayı bırakıp bir şeyler söylemek için hazırlandım ama Edward benden önce davranmıştı. Konuşurken öne eğiliyor, siyah kazağın bana sürtünmesine yol açıyordu. Ben de ölüyordum. Evet. Az sonra, ölecektim.
“Bence armut tam yerinde bir tespit olmuş Elliot. Şöyle bir yakından bakıldığında benziyorsun aslında. Ama bunu kötü anlamda söylemedim, biliyorsun değil mi? İltifat olarak al.” Ardından yerinden kalktı ve Jace’le birlikte gülüşerek salonun ortasındaki kahve masasını kenara çekti. Bu oyunu daha önce de oynadığımızı hatırlıyordum ve kurallardan haberim vardı. Bu oyun asla halının üzerinden başka bir yerde oynanamazdı. Bu oyunda sadece doğrular söylenirdi ve eğer yalan söylersen lanet ömür boyu peşini bırakmazdı. Tamam, itiraf etmem gerekirse küçükken buna ben de inanıyordum ama artık durum böyle değildi. Noel Baba’nın aslında bir masaldan ibaret olduğunu öğrendiğim günden beri hiçbir şey gerçek gelmiyordu. Edward bile.

“Her şey tamam,” dedi Jace hevesle. Hepimiz yerlerimizi almış, Jace’in karşısında sırayla dizilmiştik. Elliot, ben ve Edward. Yerde oturuyorken onu daha da çok yakınımda hissediyordum. Aklıma kollarının omuzlarımın etrafına sarıp keyifle Jace’in sorularını dinlediğimiz günleri getiriyordu. Mutlu olduğum zamanları. Düzeltme; mutlu olduğumu sandığım zamanları. “Soruları ben soruyorum ve siz de sadece doğruyu söyleyerek cevaplıyorsunuz. Oyun ben ne zaman istersem o zaman biter ve eğer yalan söylediğinizi anlarsam.. ikinizle de bir hafta konuşmam! Tamam mı?” İşaret parmağını Edward’la benim aramdaki boşluğa doğru sallayıp son derece ciddi bir ifadeyle durduğunu görünce gözlerimi devirdim ve başımı salladım. Ama Elliot’tan bir itiraz tonu yükselmişti.
“Neden soruları sen soruyormuşsun? Kim koydu bu kuralı? Baban mı?”
“Ben koydum. Eğer hoşuna gitmediyse, siktir olup gidersin!”
“Jace!” diye uyarıcı ve sert bir tonda tısladıktan sonra hafifçe eline vurdum ve ona her zamanki işte-şimdi-kızmaya-başlıyorum bakışlarımı diktim. Bu aralar bunları ondan çok duymaya başlamıştım ve bunları nereden öğrendiği de gayet açıktı. Elaine tam bir küfür makinesi gibiydi, Elliot bir yere çarptığı her an küfür ediyordu ve Edward’sa yaratıcı küfürler bulmakta birinciydi. Jace’e bunlar için kızmadığını da anlamak zor değildi. Hatta Jace’e neredeyse hiç kızmıyordu.
“Ne?!” diye çıkıştı Jace kaşlarını çatarak. “Küfür yerinde kullanıldığında kötü değildir.” Gözlerimi hızlıca Edward’a doğru devirdim.
“Acaba bunu sana kim söylemiş olabilir? Tahmin bile edemiyorum!” Ona olan sert ve suçlayıcı bakışlarıma masumlaştırmaya çalıştığı yüz ifadesiyle karşılık verdi. Başarılı olduğunu söyleyebilirdim. Başını yana doğru eğip gözlerine ‘ben masumum’ havası kattığında dikkatimi çekmeyi başarmıştı bile. Elliot burada olmasaydı, Jace uyumuş olsaydı, ve ışıklar kapalı olsaydı—Yine de bir şey olmazdı. Çünkü biz ayrılmıştık. İçine soktuğum aptal düşünceleri yüzünden biz-
“İlk soru sana anne. Hazır mısın?” Buna hiç hazır olmasam da başımı salladım. Edward’ın keyifle iç çektiğini duyabilmiştim. “Dün evdeki buzdolabının üzerinde bir fotoğraf gördüm. Sen ve babam, Çinlilerin düzenlediği iş yemeğindesiniz. Ama sen kot pantolon ve tişörtle gitmişsin. Neden?” Edward’dan büyük bir kahkaha yükseldi. Bense Jace’in abuk subuk sorular sormayacağını, aksine gerçekten bilmediği bir şeyi soracağını tahmin edemediğim için kendime küfrediyordum. Bu çocuk bu kadar zeki olmak zorunda mıydı?
“Hadi anne. Düşünmek yok.”
“Tamam..” diye mırıldandım ağzımdan çıkacakları merakla bekleyen meraklı gözlerden rahatsız olarak. Özellikle de Edward’ın alay eden gözlerinden. “Öyle gittim çünkü beni kızdırmıştı.” Hatırlıyordum. Beni gerçekten kızdırmıştı.
“İyi de neden?”
“Çünkü.. yemeğe beni götürmek istememişti.”
“Ne?!” Edward’ın ani çıkışıyla birlikte gözlerimi ona çevirdim. Bir de şaşkınlığa uğramış gibi yapması yok muydu.. beni deli ediyordu! Dişlerimi sıkıp şaşkınlıktan daha tatlı bir hale dönmüş yüzüne baktım. “Sana Eva da orada olacak dedim ve sen bundan seni yemeğe götürmek istemediğimi çıkarttın öyle mi? Sana Eva da gelecek dedim ve sen..” Gözlerini kocaman açarak nefesini sesli bir şekilde dışarıya verdi. “Tahmin etmeliydim. O yüzden şarap şişesini on beş dakikada bitirdin değil mi? Doğru, ben de neden sürekli arabada sevişmek istediğini söyleyip durduğunu düşünüyordum.” Yanaklarımın yandığını, yüzümün bir ateş topu haline geldiğini hissedince gözlerimi pislikleşmeye başlayan gözlerinden ayırdım ve söylediklerini düşünmemek için çabaladım. Ama içimden ‘düşünmeyeceğim’ dedikçe düşünüyordum ve yanaklarım son hızla kızarmaya devam ediyordu. Bir şeyler söylemem gerekiyordu ve yalan söylemek oyunun kurallarında olmasa da sanırım bu yalanı söylemem gerekiyordu.
“Birincisi ben sana öyle bir şey demedim, kanıtın yok.” diye başladım yalan söyleyerek. Tek kaşını kaldırıp alaylı bakışlarıyla beni susturmayı deniyordu. “İkincisi, Eva da orada olacak cümlesinden başka ne çıkarabilirdim? Sana hangi elbiseyi giymem gerektiğini sordum ve sen de öküz gibi ‘Eva da orada olacak’ dedin. Ben de seni bir güzel rezil ettim ve konu kapandı. Ayrıca çocuğun yanında düzgün konuş beni sinir etme!”
“O-ops. Sakinleş anne, yine kızardın.” Edward kıkırdamaya başlayınca gözlerimi başka bir yöne çevirip hızlı nefes alışverişlerimi düzenlemeye çalıştım. Varlığı bile aniden sinirlenmeme yeterken bir de konuşuyordu. Tanrım! Sinirlenmiştim. Onu arabanın içinde sıkıştırmak istiyordum! Siyah kazak üzerinde çok güzel duruyordu!
“İkinci soruya geçiyorum. Baba?”
“Sor hadi.”
“Anneme neden âşık oldun?” Sakinleşmek için Elliot’ın verdiği üzümlerden biri duyduğum soruyla birlikte boğazıma takıldı. Tıkanan nefesim gözlerimi sulandırmıştı bile. Kendimi garip hissediyordum. Ortam da öyleydi. Sol tarafımdaki Edward’ı şimdi daha net hissedebiliyor, kazağın üzerinden yayılan kokuyu duyabiliyor, nefesini yavaşça dışarı bıraktığını anlayabiliyordum. Ama kötü hissediyordum. Çünkü bunun cevabı duymak istediğim şeyler olmayacaktı. Bana âşık olup olmadığından bile emin olamıyordum artık. Hiçbir zaman emin olamamıştım. Öyle olsaydı bile, gerçekten, bana neden âşık olmuş olabilirdi ki? Ona yardım ettiğimden mi? Onu bana âşık olmasına zorladığım için mi? Yürütecek başka tahminim bile yoktu.
“Ah, yapma Jace. O hikâyeyi bin kere dinledin.”
“Bununla birlikte bin bir olacak o zaman.”
“Tanrım, niye laftan anlamıyorsun ki sen? Neyse, tamam, tamam.” Önce tüylerimin ürpermesini sağlayacak bir şekilde iç çekti. Gözlerim karşımdaki tablodaydı ama diğer her şeyimle onu dinliyordum. İçimde bir şeyler dinlemem gerektiğini söylüyordu. Duymak istiyordum. Belki de birlikte olduğumuz onca zaman duyamadıklarımı bekliyordum.
“Âşık oldum çünkü öyle olması gerekiyordu. Eskiden annenin benim yardım manyağı doktorum olduğunu biliyorsun değil mi? İşte o günlerden birinde durdum ve bu kız benim olmalı dedim. Çünkü.. anneni biliyorsun. Tuhaf biri. Onu ondan hoşlanmadığını söyleyerek bile ağlatabilirsin mesela.”
“Ne yani? Tuhaf biri diye mi âşık oldun? Çok saçmaymış be.”
“Yumruğu suratına yersen babayla dalga geçmek ne demekmiş görürsün. Tuhaf biri olduğu için falan âşık olmadım. Âşık olmam gereken kişi o olduğu için âşık oldum. Mantıklı bir şeyler arıyorsan gidip bilim dergisi oku zekâ fıçısı. Aşkta mantık arayamazsın.” Ardından aniden göz göze geldik. Yaşlarla dolmuş olan gözlerimi fark ettiğinden mi yoksa sadece bakmak istediğinden mi bana öyle garip bir şekilde bakıyordu bilmiyordum ama söyledikleriyle sızlayan kalbim bakışlarıyla yok olmanın eşiğine gelmişti. Kendimi kusacakmış gibi hissediyordum. Karnımın tam ortasında bir şey vardı. Katı bir şey. Rahatsız edici bir şey. Her şey tuhaftı. Sanki burada olması bile tuhaftı. Bunları söylemesi tuhaftı. Bu Edward olamazdı. Edward’la en ufak bir ilgisi bile yoktu. Buna inanamıyordum. Kalbimse çoktan inanmıştı bile. Hızını takip edemiyordum. Ona yine inanmıştı. Her zaman yaptığı gibi, ve Edward’ın dediği gibi, kalbim bile bile aptallığı seçiyordu. Yeniden onu seçiyordu. “Aşkta mantık aranmaz, ha? Yazdım bunu bir kenara. Şimdi yine anneme soruyorum.” Daha kendimi bile toparlayamadan Jace’in bana dönmesi korkmama neden oldu. Kirpiklerim gözyaşlarını saklamak için uğraşmaya başlamıştı. Kim bilir bu sefer ne soracaktı? Ve ben şimdi, şuan, hiç beklemeden ona sarılmayı isterken nasıl cevap verecektim? Kalp atışlarımın sesi yüzünden kendi sesimi bile duyamazken oyun oynamaya ya da normal davranmaya ya da maskeyi takmaya nasıl devam edecektim? Cevap çok basitti. Maskeyi takmayacaktım. Oyunu oynamaya devam edecektim. Sorması için başımı salladım.
“Soruyorum ama doğruyu söyleyeceksin. Ben üzülürüm diye yalan söyleme tamam mı?”
“Tamam..?” dedim garip bir sesle.
“Babamdan nefret ediyor musun?”
“Ben.. ne?”
“Sürekli kavga ediyorsunuz, sen eve gelmek istemiyorsun. Eğer nefret ediyorsan.. söyle.” Birden derinleşen bakışları altında ezildiğimi hissettim. Benden bir cevap bekleyen gözleri tuhaf bakıyordu. Sanki o istemediği şeyi söylesem ağlayacakmış gibiydi ve.. kafasında bu sorunun dolaşıyor olmasını hiç sevmemiştim. Kendimi karnıma kazık yemiş gibi hissediyordum. Edward’dan nefret etmek ve ben? Evet, bunu denemiştim. Birçok kez bunu denemiştim ama sonuç hep aynıydı. Sonuç gözlerimi kapattığım an aklıma düşen gözleriydi. Ona karşı bir çok şeyi aynı anda hissediyordum ama nefret..? Bu yoktu.
“Tabi ki hayır! Yok öyle bir şey Jace. Kavga ediyoruz çünkü anne babalar kavga eder. Tek eğlenceleri budur. Ama birbirlerinden nefret edemezler.”
“Neden? Edebilirler. Nefret etmiyorlarsa neden boşansınlar ki? Salak mı bunlar?”
“Evet.” Samimi bir sesle çıkan, ağzımdan çıktığı anı bile kontrol edemediğim bu açık söz beni de onlar kadar şaşırtmıştı. Ama belli etmemeye karar verdim. Çünkü doğruydu. Onlar salaktı. Aşk salaklık demekti. Evlilik salaklığın daniskası, çocuk yapmak salaklığın daniskasının ikiyle çarpımıydı. Evet onlar salaktı, ama aynı zamanda da âşıktılar. O iki salak, birbirini çok seviyordu. “Evet, onlar salak ve ölene kadar da salak olarak kalacaklar, güven bana. Böyle saçma sapan bir şey işte. Yani kafanı bunlara yorma. Bırak da bunları salaklar düşünsün tamam mı? Şimdi, oyunu da oynadığımıza göre beni üzmeden yatmaya gidiyorsun değil mi?” Jace ilk defa uğraştırmadan başını salladı ve oturduğu yerden ayağa kalkıp Edward’a sarıldı. Edward’ın gözlerini üzerimde hissediyordum. Bu yüzden ağlamadan önce ben de ayağa kalktım ve ona bakmadan Jace’in yanıma gelmesini bekledim. Onlar kendi aralarında bir şeyler konuşurlarken Elliot da yanıma gelmişti. Bir şey yapmasaydı burada olduğunu bile unutacaktım.
“Sonunda bitti. Zaten sorular acayip bayattı değil mi? Neymiş sana neden âşık olmuş, ondan nefret ediyormuş musun, bilmem ne. En kötüsü de Jace’in senin eve gitmek istemediğini düşünmesi. Sanki boşanmak senin suçundu. Tabi ki ondan nefret ediyorsundur, hayatını mahvetti..”
Jace yanıma gelip elimi tutana kadar Elliot’ın kafama sokmaya çalıştıklarını dinledim. Dinlemek istemiyordum, ama istemeden de olsa duyuyordum. Neden kimse sadece bir gecelik de olsa mutlu olmama izin vermiyordu? Söylediklerini düşünerek ağlamadan, rahat bir uyku çekebilirdim oysaki. Şimdi tekrar olanları hatırlamış, eve geri dönmeyi deli gibi isterken kendimi bunu istemiyormuş gibi yaparken bulmuştum. Kalbim aşkla dolmuşken yanına acıyı da eklemiştim. Aşkla acıysa birbirine hiç yardımcı olmuyordu. İkisi de birbirini öldürmeye başlamışlardı.
Jace’i odamda birlikte yattığımız yatağa yatırıp üzerini örttükten sonra yavaş adımlarla aşağıya indim. O ise çoktan üzerine montunu giymiş, kapının önüne gelmişti bile.
“Gidiyor musun?” dedim merdivenlerin son basamağını da indikten sonra aptal bir soru sorarak. Başka ne yapmasını bekliyordum? Benimle burada kalmak istediğini söylemesini mi? Hayal gücüm harikaydı. Hayallerim kadar harikaydı.
“Burada yatıya kalmamı istemeyenlerin olduğu kesin. Hem zaten geç oldu. Uyumak istersin. Yarın 9’da randevun var.” Önce söylediğini onaylayarak başımı salladım ama daha sonra aklımın bir köşesine takılan garipliği fark ettim. Kapının önünde dikilmiş birbirimize bakarken kendimi fazla kaptırmış olmalıydım ki bariz garipliğin farkına çok geç vardım.
“Bir saniye..” Gözlerim bir süre hiçbir şey belli etmeyen yüzünde gezindi. Ardından tekrar konuşmaya başlamıştım. “Yarın 9’da randevum olduğunu nerden biliyorsun sen?”
“.. Bilmiyorum. Sadece şansımı denemek istemiştim. Sanırım iyi salladım. İyi geceler.” Ardından genişçe gülümsedi. Ben hala orada dikilmeye devam ederken o kapıyı açmış, soğuk havanın bedenimle temas etmesini sağlamıştı. Dışarı çıktığında kapıya yaslanıp bir süre evin önündeki arabasına doğru yürüyüşünü izledim. Daha sonra, neden yaptığımı bilmiyordum ama, “Edward?” diye seslendim düz çıkarmaya çalıştığım sesimle birlikte. Elleri cebinde, başını bana doğru çevirdi. Bense kollarımı göğsümde kavuşturmuş, tırnaklarımı görünmeyen avuçlarıma batırıyordum.
“Az önce söylediklerim..” Çok fazla zaman harcamadan yutkundum. Boğazımdaki düğümün aynısını göğsümün üzerinde de hissediyordum. “Onlar Jace’in üzülmemesi içindi. Sürekli bunu kafasına taktığını biliyordum bu yüzden de.. yalan söyledim.”
“Önemi yok, benimkiler gerçekti.” 

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 136K 16
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
4.4M 212K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
670K 23.2K 63
"Anlıyorum çok iyi anlıyorum ben sizi, orda ne duygular içinde olduğunuzu anlıyorum." "Anlayamazsın öğretmen yaşamadan anlayamazsın en yakınını kaybe...
32.9K 1.5K 13
En sevdiğiniz yazarların röportajları