Melezin Gölgesi

By foxesparade

136K 7.3K 742

Alexandria ve Aiden'dan sonra yeni bir dönem. Kurallar sil baştan yazıldı. Herşey değişti ve şimdi Mia anne... More

Melezin Gölgesi.
2.Bölüm
3.Bölüm.
4. Bölüm.
5.Bölüm.
6.Bölüm.
7.Bölüm.
8.Bölüm.
9.Bölüm.
10.Bölüm.
11.Bölüm.
12. Bölüm
13.Bölüm.
14.Bölüm
15.Bölüm
Not:
16.Bölüm
17.Bölüm
Not:
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
Tanıtım Video'su
22.Bölüm
23. Bölüm
2. Tanıtım Video'su
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
Not!!!
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
Not: ( biliyorum bu notlardan bıktınız...)
42. Bölüm "Finale Doğru"
43. Bölüm "Finale son bir"
44. Bölüm "FİNAL"
Yeni Hikaye

27. Bölüm

2.5K 128 15
By foxesparade

Mrb, işte yb! Bolum geç geldiği için özür dilerim ama epey uzun yazmaya çalıştım. Lütfen okuyup geçmeyin. OYLAMANIZ VE YORUMLARİNİZ benim için çok önemli. Sizi seviyorum. Keyifli okumalar:D

Saatlerdir yürüyorduk ve ayaklarım artık bana küfür edercesine ağrıyorlardı. Havanın kararmasına beş dakikadan az bir süre kalmıştı bizse hâlâ bir su kenarı ve mağra arıyorduk. Carter önden giderek başı çekiyordu ve bende ona yetişmek için son gücümle çırpınıyordum. Lanet tarlada bir mağra bulamamıştık. Her yer sarı otlar ve kurak bir topraktan oluşuyordu. Önde yürüyen -hâlâ nasıl bu kadar hızlı yürüdüğünü bilmiyorum- Carter'a baktım.

Ah, tanrılar aşkına! Koskoca yeraltında milyarlarca ruhun içinden bir tanesini nasıl bulacaktık ki!

Evet bir planımız vardı tabii ki ama yine de bu delilikten başka bir şey değildi bence.Öncelikle yeraltı Dünyası'nın ikinci katına gitmeliydik.Yani Çağrı Sular'ına. Böyle birşeyin var olup olmadığı bile daha bilinmiyor ama sanırım başka şansımız da yok. Çağrı Suları Yeraltı Dünyası'nın resepsiyonu gibi bir şey. Ölen ruhların kaydını tutar ve istediğinizde bir ruhla geçici olarak konuşmanızı sağlayabilir. Tabii öyle bir yer varsa...

Plan buydu ama Yeraltı'nın katları arasında seyahate çıkmak kesinlikle yürüyerek yapılacak bir iş değildi. Aptal sis herifler! Ne var dı sanki şu dev Hummer'ı buraya soksak. Şimdi Hummer'ın deri koltuğunda oturmuş manzarayı izliyor olurduk.

"Acele et, Αυτο μοu. Hava kararıyor."

Gözlerimi yerden kaldırıp Carter'a diktim. Bana fark attığını anlamış olacak ki durup ona yetişmemi bekliyordu. Gücümün kalan son kırıntılarını da kullanarak ona yetiştim. Ellerimi dizlerime koydum ve nefesimi düzenlemeye çabaldım.

"Carter...çok yoruldum."

Eiğildi ve alnıma sıcak dudaklarını bastırdı. Nasıl oldu bilmiyorum ama dudaklarının teması ile deşarj olmuş gibi doğruldum.

"Biraz daha dayan, Αυτο μοu."

Gülümsemeye çalıştım ve çarpık bir gülüş olsa da sanırım başardım.

"Tamam, devam edebiliriz."

Carter'ın arkasından tekrar yürümeye başlıyordum ki zınk diye kalakaldım.

"Carter, dur!"

Dönüp baktı.

"Duydun mu?"

"Neyi?"

İşaret parmağımı dudağıma götürüp sus işareti yaptım ve etrafımızı dolduran sesle dudaklarımda koca bir gülümseme belirdi. Su sesi.Yavaş yavaş akan bir derenin su sesi.

Üstelik ses o kadar yakından geliyordu ki, daha önce nasıl duyamadığımıza bir anlam veremiyordum.

Carter'a baktığımda o da gülümsüyordu.

"Evet, duydum Αυτο μοu."

Hızla kafamı oraya buraya döndürerek sesin kaynağını bulmaya çalıştım ama kuru otlardan ve hemen yanımızdaki sarp kayalıklardan başka birşey göremedim.

"Sence ses nereden geliyor?"

Carter'da durup ciddi bir ifadeyle etrafa bir göz gezdirdi ve sonra bir şey görmüş gibi yanımızdaki sarp kayalıklara bakıp sırıttı.

"Peşimden gel, Αυτο μοu. Sanırım buldum."

Ne yaptığını anlamasamda ikiletmedim ve peşinden kayalıklara tırmanmaya başladım. Baya yükseğe tırmandıktan sonra Carter düz bir kayalığın üzerine çıktı ve beni de yanına çekip çıkardı. Kayalıkta dengemi sağladıktan sonra çevreye bakındım.

"Manzara süper ama biz mağra aramıyormuyduk?"

Carter aşağıda ona yaptığım gibi parmağını ağzına götürüp sus işareti yaptı ve "Dinle..." diye fısıldadı.

Susunca kulaklarımı dolduran o su sesini yine duydum ama bu defa çok daha net duyuluyordu.

İblis bebekler! Bir daha Carter'ın zekasını küçümsersem kendimi şuradan aşağı atacaktım.

Carter şaşkın suratıma karşın kıkırdadı ve arkamızda yukarıya doğru yükselen dev taşlara doğru yürümeye başladı. Bundan daha fazla yükseğe tırmanabileceğimizi sanmıyordum. Kayalar fazlasıyla dik ve yosunluydu. Ayrıca kayalığı saran dev sarmaşık perdesinden bahsetmiyorum bile. Carter usulca dev sarmaşık saplarından birini kavrayıp yana iteledi ardından aynısını diğer sarmaşığa da yaptı ve ben ağzım açık kalakaldım.

"Hades'in köpekleri! Bu...inanılmaz birşey yahu!"

Carter sırıtarak sapları tutuyordu. Sarmaşıkların arkasında dev gibi bir mağranın girişi gizlenmişti. Hepsi bu değildi de. Durduğum yerden mağranın diğer ucunu da görebiliyordum. Dev gibi bir şelalenin tam arkasındaydık şu anda. Mağaranın diğer ucunda sular kükreyerek bir gölete dökülüyordu. Ağzımdan tutamadığım bir sevinç nidası kaçtı ve koşarak kendimi Carter'ın kollarına attım. Beni kucaklayıp havada döndürdü ve onu öpmekten kendimi alı koyamadım. Sıcacık dudaklarını benimkilere daha çok bastırınca öpüşmemiz alev aldı. Nasıl yapıyor bilmiyorum ama beni her öpüşünde öyle hislerle boğuluyordum ki... Bu...bu tarifsiz birşeydi. Sanki içimde tüm organlarım takla atıyordu. Bana bunları nasıl yaşatıyor bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey var o da Carter'a sırıl-sıkalm aşık olduğum.Nefes almama izin verip dudaklarını çektiğinde alnımı onunkine yasladım ve usulca mırıldandım.

"Sanırım sana gerçekten aşığım."

Söylediğim şeyle okyanusun derinliklerinin rengini taşıyan gözleri resmen ışıldadı. Sonra dudakları tekrar benimkilerle kısa bir süreliğine buluştu. Bu kısacık an bile beynime asla silinmeyecek bir anı olarak kazındı ve sözleriyle içimdeki herşey alev aldı.

"Benim de sana olan aşkımdan hiç şüpen olmasın..... Αυτο μοu."

******************************

Mağraya girdiğimizden sadece beş dakika sonra hava tamamen kararmıştı ve elimizdeki fenerlerin cılız ışığından bir de ay ışığından başka bir aydınlatma kalmamıştı. Mağranın girişini saklayan sarmaşıkları geri iterek girişi kapatmıştık. Gece furilere yem olmak ta vardı işin sonunda. Bu yüzden herşeye rağmen birimiz nöbet tutacaktık. Elbette ben ne kadar ısrar edersem edeyim Carter gece uyanık kalmama izin vermemişti ve en sonunda nöbeti devirli yapmaya karar verdik. Gece yarısına kadar Carter ilk nöbeti tutacaktı sonra da nöbet sırası bana geçecek o da dinlenecekti.Gözlerimi mağranın tavanındaki yosunlara diktim. Aslında mağaranın her yeri yumuşak yosunlarla kaplıydı ama ilginçtir ki şelaleye ne kadar yakın bir mağra olsa da yosunların hiç biri ıslak yada nemli değildi.

Gözlerim ağırlaşırken uyku tulumunun içinde ilerleyip başını mağra duvarlarından birine yaslamış olan Carter'a daha çok sokuldum.Tanrılar aşkına! O kadar güzel kokuyordu ki. Sanki denizin o ferah kokusu hafif ılık bir rüzgâr eşliğinde beni içine çekiyor tam anlamıyla sarmalıyordu. Kafamı usulca göğsüne yasladım ve adaleli kollarıyla beni sarmasına izin verdim.

"Sence neden girişte benim ailemi gördük de seninkini görmedik?"

Sorusuyla şaşırmıştım ama elbette cevabı biliyordum. Omuz silktim. "Sanırım benimkiler yarı tanrı oldukları için..."

"Evet, belki de." Birden elleri kısa kollu, siyah avcı tişörtümün eteğini kavrayınca gözlerim büyüdü. "Hazır aklıma gelmişken karnın hâlâ acıyor mu?...Gördüğüm kadarıyla epey sert bir darbe almıştın."

Hızla tişörtümü elinden kurtarmaya çalıştım ama nafile.

"Hayır, hayır. Hiç acımıyor.Geçti zaten."

"Yine de bir bakacağım çek ellerini, Mia."

Ellerimi tişörtümden uzaklaştırırken kıpkırmızı kesildim. Ardından karnıma çarpan soğuk havayla irkildim. Carter bir anda nefesini tuttu. Gözleri kocaman açılmış karnımın üzerindeki dev morluğa bakıyordu. Küfrü bastı.

"Daha önce neden söylemedin bunu!"

Dudaklarımı dişlerimin arasına alıp kanatana kadar ısırdım. "Önemli değildi de ondan."

"Ne demek önemli değil? Bir daha sakın bana önemli olmadığını söyleme. Senle ilgili herşeyin benim için ne denli önemli olduğunu bilmiyor musun?"

Gözlerimi sımsıkı yumdum ve konuştum. Sesim bir fısıltıdan daha kısıktı.

"Biliyorum. Üzgünüm."

"Ah, Mia...Böyle birşeyi nasıl saklarsın?"

Gözlerimi tekrar açtığımda yüzü biraz daha yumuşamıştı. En azından artık kaşları çatık değildi. Yavaşça öne doğru eğildiğinde anlamamış gözlerle ona bakıyordum. Ardından dudakları tam karnıma-morluğun üzerine- değdinde nefesim kesildi. Kalbim göğüs kafesimin içinde çırpınarak deli gibi atmaya başladı. Bebek iblisler! Tüm vücudum bir titremeyle ürperirken Carter ateşten bir şerit çizerek morluğun her bir noktasında sıcak dudaklarını gezdirdi.

Başını kaldırdığında gözleri benimkilerle buluştu. Resmen soluk soluğa onu izliyordum. Dilim tutulmuş gibi tek kelime dahi edemiyordum da. Carter yavaşça sağında ki sırt çantasının içinden bir kutu çıkarıp kapağını açtı. Kutu açılır açılmaz burnumu gıdıklayan nane kokusu tüm mağaraya yayılmıştı. Kendimi toparlayarak nihayet konuşmayı başardım.

"O ne?"

"Merhem."

Ardından parmaklarını kutuya daldırıp karnımdaki morluğa dokundu. Parmakları karnımdaki pembe renkli soğuk kremi küçük daireler eşliğinde sürerken nefes almak için kendimle boğuşuyordum. İşin tuhafı merhem ne kadar soğuk olsa da Carter'ın parmaklarının temas ettiği her bir noktamın yanıyor olmasıydı. Sürmeyi bitirince merhemin kapağını kapatıp geri çantasına koydu. Parmaklarını çekmesiyle derin bir nefes almıştım. Gözlerimiz tekrar buluştuğunda usulca tişörtümü geri indirip mırıldandım.

"Teşekkür ederim."

Yanıma tekrar uzanıp beni kolları arasına aldı. Bende başımı göğsüne yasladım. Aniden yüzü düşünceli bir hâl almıştı.

"Teşekkür etme....Bunlar benim yüzümden oldu."

Şaşırdım. İşte şimdi gerçekten de saçmalamıştı. "Senin yüzünden falan olmadı."

"O şey sana vurduğunda engel olmadım...öylece baktım. Oysa..."

"Senin suçun falan değildi, Carter. Onun baban olduğunu sanıyordun. Bir tür....şoktaydın."

Kafasını hızla iki yöne salladı. "Ne veya kim olursa olsun sana vurmasına izin vermemeliydim."

"Senin yüzünden falan olmadı." İç çektim. "Bak...en iyisi unutalım gitsin olur mu?"

"Az önceki anı unutabileceğimi sanıyorsan yanılıyorsun."

Kızardım ama fısıltıyla bile olsa konuşmayı başardım.

"Bir de bana sor."

Kıkırdayıp kafamın üstünü öptüğünde yorgunluğumun giderek üzerime çökmeye başladığını hissettim. Carter usulca saçlarımı okşarken göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamıştı.Bilincim tam anlamıyla gitmeden önce duyduğum son şey kulaklarımı dolduran bir fısıltıydı.

"Herşeyimsin benim."

*******************

Gözlerimi açtığımda yosunlu tavana bakıyordum ve nerede olduğumu idrak etmek bir kaç dakikamı almıştı. Saat çoktan gece yarısını geçmişti. Hatta havanın aydınlanmasına az kalmıştı ve elbette Carter beni uyandırmamıştı. Bir dakika. Carter! Carter nerede!?

Hızla uyku tulumundan fırladım ve neredeyse zifiri karanlıkta önüme çıkan bir taşa takılıp kafa üstü yere iniyordum.

Lanet olsun, lanet olsun! Aklıma milyonlarca kötü senaryo gelirken korkudan bembeyaz olmuştum. Ya ona birşey olduysa! Ya onu kaybettiysem! Tanrılar aşkına! Onsuz nefes bile alamazdım ben. Onu bulmalıydım.

"Carter!" Sesim sessizliği bıçak gibi yararak yankılandı. Tekrar bağırdım. "Carter!"

Mağranın şelaleye açılan girişinden bir tıkırtı geldi. Hemen hançerimi çıkardım ve usul adımlarla tıkırtının geldiği yere doğru yürümeye başladım. Neredeyse şelaleden sıçrayan damlalar yüzüme geliyordu. Tekrar duyduğum tıkırtıyla bedenimi mağaranın duvarına yasladım ve hançerimin kabzasını daha sıkı kavradım. Gürültü artık daha yakınımdan geliyordu. İçimden üçe kadar saydım.

Bir.

İki.

Üç. Şimdi!

Saklandığım yerden fırladığım gibi gürültüyü çıkaran şeyin üzerine atladım. Ne ya da kim olduğunu bilmiyordum ama eğer Carter'a birşey olduysa...

Önümdeki şey birden geri çekilince dengemi kaybettim ve neredeyse şelalenin sularına kapılıp uçurumdan aşağı yuvarlanıyordum. Son anda bileklerimden kavrayan eller tarafında geri çekildim.

"Mia?"

Sesi tanıyordum. Nasıl tanımazdım ki? Asla unutmayacağım tek kişinin sesiydi. Havanında hafiften aydınlanmış olmasıyla o lacivert gözleri gördüm ve kendime geldiğim anda boynuna atladım.

"Carter!" Şaşkın bir şekilde beni sararken yüzümü boynuna gömüp kokusunu içime çektim. Ağzımdan kaçan küçük hıçkırığa engel olamamıştım. "Lanet olsun! Ne kadar korktum, biliyor musun? Hiçbir şey demeden neden çekip gidiyorsun!....Sana birşey oldu sandım!"

Elleriyle sırtımda usulca rahatlatıcı daireler çizmeye başladı ama yine de bir müddet daha hiç kıpırdamadan kolları arasında kaldım. Tanrılar aşkına! Onu kaybettiğimi düşündüğümde kafayı yeme noktasına gelmiştim. Onu kaybedemezdim.

Usulca fısıldadı. "Üzgünüm, Αυτο μοu. Ben bir ses duydum ve seni uyandırmak istemedim...Sakin ol."

Gözlerimden süzülen bir yaş yanağımda ıslak bir iz bırakarak Carter'ın tişörtüne düştü. Ciğerlerim nefes almayı reddediyordu. Ağzımdan bir hıçkırık daha kaçtığında Carter beni kendine çekip öptü. Dudakları nefes almak gibiydi. Öpücüğü adeta 'ben buradayım' diye bağırıyordu. 'Ben buradayım, sakin ol, gitmedim.'

Ayrıldığımızda nefes nefese konuştum.

"Bir daha sakın....sakın böyle birşey demeden çekip gitme...lütfen..."

"Şşşt. Özür dilerim, Αυτο μοu. Sakin ol artık."

Burnumu çekip yavaşça başımı salladım. Bir süre o lacivert gözlerine dalıp hiç bir şey söylemeden onu izledim. Onu yanımda bulamayınca hissettiklerim, korkunçtu. O gözlerini bir daha asla göremeyeceğimi sanmıştım.

Birden o tanıdık tıkırtıyı tekrar duyduğumda gözlerim panikle büyüdü. Çok daha yakınlardan geliyordu ses, şimdi. Carter, korumacı bir şekilde beni kendine çekerken hançerini de çıkarmıştı. Tabii bende...

İkimizde sesin kaynağını ararken nefeslerimizi tutmuştuk. Kafamı yana döndürmemle gördüğüm şey yüzünden çığlığı basmam bir oldu.

Çıplak bir kız! Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım ama hayır!...gördüğüm rüya falan değildi. Uyku tulumumuzun üzerinde kızıl saçlı, kehribar rengi gözlü çırılçıplak bir kız oturmuş elindeki -çantama önceden koyduğum- tonbalığı konservesini açmaya çalışıyordu.

Carter kocaman gözlerle kıza bakarken -elbette bu hiç hoşuma gitmemişti.Tamam o gözle bakmadığını farkındaydım ama ne olursa olsun kız çıplaktı!- hançerinin kabzasını daha sıkı kavradığını fark ettim.

Kızla bir süre göz göze geldik ve birbirimize aval aval baktık. Ardından ilk harekete geçen o oldu. Bir anda öne doğru atılıp iğrenç bir çığlıkla kükredi.

Kutsal iblis kıçı! Kızın o nefes kesen, güzel yüzü aniden değişmişti. Kehribar rengi gözleri irissiz simsiyah bir delik haline gelirken köpekbalığını andıran kanlı, sivri dişlerini bize göstermişti. Bir de dili....ah, tanrılar aşkına kusmak üzereydim! Kızın dili bir yılanınki gibi çatallıydı ve kız tıslayıp duruyordu.

Ayağa kalkıp bize doğru koşmaya başlayınca Carter kolumu kaptığı gibi şelalenin olduğu girişe doğru beni çekiştirmeye başladı.

"Koş!"

Mağranın zemini ayaklarımın altında sona ererken çığlık atmaya bile fırtsatım olmamıştı. Şelalenin azgın, köpüklü sularıyla beraber aşağı düşerken Carter'a tutunabildiğim kadar sıkı tutundum. Birlikte gürültüyle şelalenin döküldüğü gölete düştük. Tanrılara şükür, yüzmeyi çok küçük yaşta öğrenmiştim ve sular şimdi o kadar azgın değildi. Carter kendini göletin ortasındaki taşa çekerken ıslak tişörtü vücuduna yapışmıştı ve o nefes kesici adelelerine bakmaktan kendimi alamıyordum. Ona dokunmak istiyordum. Tanrılar! Şu durumda düşünülecek şey miydi bu?!

Carter beni de yukarı çekerken ellerinden biri belimi kavramıştı ve tişörtümün hafif açık olan ucundan elini çıplak belimde hissedebiliyordum. Lanet olsun! Şunu kesmem gerekiyordu hemen!

Carter'ın yanına- taşa- çıktığımda beni sudan uzağa, kendi bedenine doğru çekiştirdi. Anlamamıştım. Sanki sudan tiksiniyordu. Oysa ne kadar iyi yüzme bildiğine az önce şahit olmuştum.

"Carter?"

"Şşşt."

Nereye baktığını anlamak için kafamı döndürdüm. Zeus'un şimşekleri! Hemen ilerimizdeki kayada iki çıplak kız daha oturuyordu. İkisininde yüzleri aynı yukarıda gördüğümüz kızın ilk hali gibi nefes kesiciydi, fakat yukarıda ki kızdan farklı olarak bu kızların yalnızca üst tarafları açıktı. Parlak kızıl saçları göğüslerini yarım yamalakta olsa kapatıyordu ve alt tarafları ise İblis bebekler! Alt tarafları kalçalarının biraz altından başlayarak renkli balık pullarından bir kuyrukla birleşiyordu.

"Denizkızları..." diye mırıldandım. Sesim boğuktu ve ne dediğimi ben bile zor anlamıştım.

"Hayır, denizkızı diye birşey yoktur. Bunlar...sirenler."

Tabii ki Carter mitolojik yaratıkları benden daha iyi tanıyordu. Kafamı tekrar çevirince kayanın üzerinde oturan kızlardan biriyle göz göze geldik ve Bum! Kızlar aynı mağaradaki gibi bir anda şekil değiştiriverdiler ve sivri dişlerini gösterek kükrediler. Ardından hızla suya daldıp bize doğru yüzmeye başladılar. Şelaleden gelen bir başka gürültüyle dikkatim iyice dağıldı. Mağrada gördüğümüz kızda bize doğru gelen sirenlere katılmıştı. Daha dikkatli bakınca onunda artık bacak yerine diğerleri gibi siyah pullu bir kuyruğu olduğunu fark ettim. Carter tekrar beni çekiştirince kendime geldim ve Carter'ın ardından suya atlayıp kıyıya doğru son kuvvet yüzmeye başladım. Çok az kalmıştı. Kıyıya yalnızca bir kaç metre. Kıyıdaki taşlardan birine tutunmuş kendimi yukarı çekiyordum ki hızla geri suya çekildim. Sirenlerden biri bacağımı yakalamış beni suya çekiyordu. Lanet yaratık, çok güçlüydü.

"Carter!"

Kafam dahil tamamen suyun dibine çekilirken son anda Carter bileğimi yakaladı ve beni kıyıya çekti. Arkamdaki yaratık hâlâ bacağımdan çekiştiriyordu ve sivri tırnakları pantolonumu yırtarak tenimi kesiyordu. Carter'ın da yardımıyla son bir güç kendimi yukarı çekmeyi başardım ve yaratığın tuttuğu bacağımla yüzüne tekmeyi geçiriverdim. İğrenç tırnaklar bacağımdan uzaklaşınca sürünerek kendimi olabildiğince sudan uzaklaştırdım. Sirenler son birkaç çığlık attıktan sonra çekip gittiler.

Carter'la nefes nefese sudan uzaktaki bir ağacın gövdesine yaslandık.

"O şeyler...nasıl birşeydi yahu?"

"Sirenler...Bölgelerine giren yabancılardan hoşlanmazlar, Αυτο μοu."

"Aman ne güzel."

Lanet yaratıklar. Zaten bir sirenimiz eksikti. Kahretsin! Hem mağramızdan hem de sırt çantalarımızdan olmuştuk. İkimizde sırımsıklaktık ve yedek kıyafetlerimiz de mağrada-çantalarımızda- kalmıştı. Neyseki üzerimde su geçirmez avcı ceketlerinden biri vardı da içime giydiğim siyah, atlet tişört fazla ıslanmamıştı. Öte yandan pantolonum sırılsıklam ıslaktı. Nefes alış verişimi düzene sokmaya çalışarak üzerimdeki ceketi çıkarıp kuru atlet tişörtümle kaldım. Pantolonumun silah ceplerini yoklayıp Glock'umu ve hançerimi kontrol ettim. İkiside halâ oradaydılar. Hançerimi çıkarıp dikkatlice pantolonumu diz üstü bir şort olacak şekilde kestim. Zaten biz tüm bunları yaşarken güneş çoktan doğmuştu ve hava da oldukça nemli ve sıcaktı.

"Ne yapıyorsun?"

"Böyle ıslak gezemem değil mi?"

Carter üzerindeki vücuduna yapışan siyah tişörtü çıkarıp yanındaki çimenlik alana fırlattı.

"Haklısın, böyle ıslak gezilmez."

Zaten nefes nefeseydim bir de o karın adelelerini görünce nefesim tümden kesildi. Biliyorum hiç sırası değildi ama o kaslara dokunmam artık şart olmuştu. Ellerim daha ben anlayamadan karnına gitmişti bile. Usulca ellerimi o nefes kesen karın kaslarında dolaştırdım. Ve tam da tahmin ettiğim gibi o adelelerin her biri de nefes kesiciydi. Ne yaptığımı fark edince hızla ellerimi geri çektim. Tanrılar! Kıpkırmızı olmuştum ve kafamı yerden kaldırmaya utanıyordum.

"Ben...özür dilerim."

Carter yavaşça çenemi tutup yüzümü kendine doğru kaldırdı. Göz göze geldik.

"Bana dokunman hoşuma gidiyor, Αυτο μοu. Bunun için özür dileme."

Ardından elimi avcunun içine alıp geri karnına koyduğunda içim içime sığmamıştı. Utangaçça gülümseyip elimi kaslarında, belinde ve göğsünde yavaşça gezdirdim. Eğilip beni ateşli bir şekilde öpünce gerçekten de tutuşup tutuşmadığımı kontrol etmem gerekmişti. Fısıldadım.

"Seni seviyorum."

"Bende seni, Αυτο μοu."

**********************

Saatlerdir yürüyorduk ve hava git gide daha da ısınmaya başlamıştı. Artık etrafımız kurak otlar yerine sık ağaçlardan oluşan bir ormanla çevriliydi. İşin kötüsü su bidonlarımız canımızı zor kurtardığımız mağrada kalmıştı. He birde Carter'ın üstü hâlâ çıplaktı ve ben sırtındaki siyah hançer dövmesine bakmaktan kendimi bir türlü alamıyordum. Sonunda dayanamayıp sordum.

"Carter?"

"Evet, Αυτο μοu."

"Immm şey sırtında ki dövme..."

Sırıttı. "Ne olmuş ona?"

"Şey, o...çok güzel."

Güldü ve bir kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. "O dövmeyi on beş yaşındayken yaptırmıştım. Kafaya avcı olmayı taktığım dönemde..."

"Ya..."

Yanağına bir öpücük kondururken ikimizde kıkırdıyorduk. Tam ağzımı açıp bir şey diyecekken Carter aniden bizi bir ağacın arkasına çekti ve eliyle susmamı işaret etti. Kulaklarımı iki adamın kahkaha sesleri doldurduğunda iyice meraklandım. Ne olduğunu anlamak için başımı usulca ağacın arkasından çıkardım. Tıpkı bizim gibi siyahlara bürünmüş iki adam ağacın birine yaslanmış kahkahalarla gülüyordular. Arkalarında ki ağaca da atlarını bağlamışlardı. Aslına bakarsanız adamlar dost canlısı görünüyorlardı. Birden, yanlışlıkla dengemi kaybedip sendelememle adamların kahkahaları sona erdi ve ikisi de ayağa fırladılar ve kılıçlarını kınından çektiler.

"Kim var orada!?"

İçimden kendime saydırırken, adamların dost canlısı olduğu fikrimi geri aldım. İki metrelik boylarıyla Carter'dan bile uzunlardı ve iblis kıçı! Adamların sadece tek gözü vardı yahu!

Carter usulca fısıldadı.

"Yeraltı, bekçileri."

"Kahretsin!"

Sırıttığını fark edince ona 'deli misin?'der gibi bir bakış attım.

"Beni takip et...aklıma bir şey geldi."

Ne olduğunu sormak bile istemiyordum. Yine de ikiletmeden onu takip etmeye başladım. Muhafızlar aralarında konuşarak bizim ilk durduğumuz ağaca doğru gidiyorlardı. Biz de ağaç arkalarından dolanarak, atlarını bağladıkları ağaca doğru...Aralarındaki tartışmaya bakılırsa ikisi de pek zeki tipler değillerdi.

Atların yanına geldiğimizde Carter sırıtarak siyah atlardan birinin yularını çözüp üzerine çıktı.

Ne yaptığını anlayınca bende sırıtıp diğer siyah ata çıktım. Atları severdim sevmesine de bu atlar yeryüzündekilerle karşılaştırılınca dev gibiydiler. Yine de at at dı işte...Hem artık yürümem gerekmeyeceği içinde seviniyordum. Carter'a bakıp kıkırdadım.

"Çok zekice..."

O da sırıtıp hâlâ ağacın arkasını arayıp ,tartışan bekçilere baktı ve "Ahmaklar." diye mırıldandı.Onun bu muzip hali çok hoşuma gitmişti ve kendimi kahkaha atmaktan alı koyamadım.

"Hey işte oradalar!"

"Yakalayalım!"

Bekçiler bize doğru koşmaya başlayınca ayaklarımla atın karnına usulca vurup koşmasını sağladım. Atlar öyle hızlıydılar ki, bekçilerin yetişmeleri imkansızdı.

"Görüşürüz, şapşallar!"

Carter'ın kahkahasını duyduğumda ben de gülümsemeden edememiştim.

Mrb işte yb! Okuyan, oylayan, yorum bırakan herkese teşekkürler. Ama geçen bölümde oyların azaldığını fark ettim ve üzüldüm. Lütfen OYLAYIN arkadaşlar. Ve tabii düşünceleriniz de benim için çok önemli. Lütfen YORUM BIRAKIN. Hepinizi çok ama çok seviyorum. Öpüldünüz:D

Continue Reading

You'll Also Like

68.8K 3.9K 39
"Biz ayrı dünyaların insanlarıyız" dedim klişece. "Hayır benim dünyam sensin" dedi. O an dünyalar benimdi.
142K 10.1K 39
Arkeolojik çalışma yaptığı sırada geçmişe giden bir kadın tarihi değiştirebilir miydi? [Tamamen hayal ürünüdür.] #Tarihi 1
86K 3.8K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
33K 3.2K 21
"𝖡𝖾𝗇𝗂 𝗎𝗇𝗎𝗍𝗍𝗎𝗇... 𝖡𝗂𝗓𝗂. 𝖡𝗂𝗓𝗂 𝗎𝗇𝗎𝗍𝗍𝗎𝗇 𝖬𝗂𝗇𝗀𝗂... 𝖦𝖾𝗋𝗂 𝗀𝖾𝗅..." ᴥ︎︎︎ 𝚂𝚝𝚊𝚛𝚝»17/11/2020 𝙵𝚒𝚗𝚒𝚜𝚑»26/12/2020 #...