Detayla Randevu

By moonheadx

307K 10.2K 458

Onun olmak ateşten bir gömleği giymek gibiydi. Ve ben bu gömleğin düğmelerini sıkıca kapatmış, iyice bedenimi... More

Detayla Randevu - Giriş
Detayla Randevu - Bölüm 1
Detayla Randevu - Bölüm 2
Detayla Randevu - Bölüm 3
Detayla Randevu - Bölüm 4
Detayla Randevu - Bölüm 5
Detayla Randevu - Bölüm 6
Detayla Randevu - Bölüm 7
Detayla Randevu - Bölüm 8
Detayla Randevu - Bölüm 9
Detayla Randevu - Bölüm 10
Detayla Randevu - Bölüm 11
Detayla Randevu - Bölüm 12
Detayla Randevu - Bölüm 13
Detayla Randevu - Bölüm 14
Detayla Randevu - Bölüm 15
Detayla Randevu - Bölüm 16
Detayla Randevu - Bölüm 17
Detayla Randevu - Bölüm 18
Detayla Randevu - Bölüm 19
Detayla Randevu - Bölüm 20
Detayla Randevu - Bölüm 21
Detayla Randevu - Bölüm 22
Detayla Randevu - Bölüm 23
Detayla Randevu - Bölüm 24
Detayla Randevu - Bölüm 25
Detayla Randevu - Bölüm 26
Detayla Randevu - Bölüm 27
Detayla Randevu - Bölüm 28
Detayla Randevu - Bölüm 29
Detayla Randevu - Bölüm 30
Detayla Randevu - Bölüm 31
Detayla Randevu - Bölüm 32
Detayla Randevu - Bölüm 33
Detayla Randevu - Bölüm 34
Detayla Randevu - Bölüm 35
Detayla Randevu - Bölüm 36
Detayla Randevu - Bölüm 37
Detayla Randevu - Bölüm 38
Detayla Randevu - Bölüm 39
Detayla Randevu - Bölüm 40
Detayla Randevu - Bölüm 41
Detayla Randevu - Bölüm 42
Detayla Randevu - Bölüm 43
Detayla Randevu - Bölüm 44
Detayla Randevu - Bölüm 45
Detayla Randevu - Bölüm 46
Detayla Randevu - Bölüm 47
Detayla Randevu - Bölüm 48
Detayla Randevu - Bölüm 49
Detayla Randevu - Bölüm 50
Detayla Randevu - Bölüm 51
Detayla Randevu - Bölüm 52
Detayla Randevu - Bölüm 53
Detayla Randevu - Bölüm 54
Detayla Randevu - Bölüm 55
Detayla Randevu - Bölüm 56
Detayla Randevu - Bölüm 57
Detayla Randevu - Bölüm 58
Detayla Randevu - Bölüm 59
Detayla Randevu - Bölüm 60
Detayla Randevu - Bölüm 61
Detayla Randevu - Bölüm 62
Detayla Randevu - Bölüm 63
Detayla Randevu - Bölüm 64
Detayla Randevu - Bölüm 65
Detayla Randevu - Bölüm 66
Detayla Randevu - Bölüm 67
Detayla Randevu - Bölüm 68
Detayla Randevu - Bölüm 69
Detayla Randevu - Bölüm 70
Detayla Randevu - Bölüm 71
Detayla Randevu - Bölüm 72
Detayla Randevu - Bölüm 73
Detayla Randevu | Bölüm 74
Detayla Randevu - Bölüm 75
Detayla Randevu - Bölüm 76
Detayla Randevu - Bölüm 77
Detayla Randevu - Bölüm 78
Detayla Randevu - Bölüm 79
Detayla Randevu - Bölüm 80
Detayla Randevu - Bölüm 81
Detayla Randevu - Bölüm 82
Detayla Randevu - Bölüm 83
Detayla Randevu - Bölüm 84
Detayla Randevu - Bölüm 85
Detayla Randevu - Bölüm 86
Detayla Randevu - Bölüm 87
Detayla Randevu - Bölüm 88
Detayla Randevu - Bölüm 89
Detayla Randevu - Bölüm 90
Detayla Randevu - Bölüm 91
Detayla Randevu - Bölüm 92
Detayla Randevu - Bölüm 93
Detayla Randevu - Bölüm 94
Detayla Randevu - Bölüm 95
Detayla Randevu - Bölüm 96
Detayla Randevu - Bölüm 97
Detayla Randevu - Bölüm 98
Detayla Randevu - Bölüm 99
SONSÖZ & BİLGİLENDİRME
✨DETAYLA RANDEVU - 300 BİN OKUNMA ✨
İKİZ BEDENLER 🔥| YENİ ÇALIŞMA

Detayla Randevu - Bölüm 100 (FİNAL)

3.1K 125 39
By moonheadx

EBA

Annemin evine doğru yaklaştığımda gaza iyice yüklendim. Bir an önce ihtiyacım olan malzemeleri alıp çıkmak, onun 'kim, nerede, ne yapıyor' içerikli magazin sorularından kurtulmak istiyordum. Sözde artık yaşlanmış ve sessiz biri haline bürünmüş olması gerekirdi ama çenesi hala kuvvetliydi. Eğer orada yarım saatten daha fazla kalırsam, beni düşündüren bir şeylerin olduğunu anlardı.

Düşünceli olduğumu inkar edemezdim. Düşünceli ve bir o kadar da enerjiktim. Bu enerjinin kaynağı sabahki kısa seks mi yoksa Bella'nın bana içirip durduğu ballı limonlu süt müydü, bundan pek emin değildim. Ama hangi günden sonra kendimi böyle iyi hissettiğimi biliyordum.

Bella o piç kurusu ilaçlar ve onları içmemem hakkında benimle hem fikir değildi, yine bir sürü nutuk ve dipnotlarla akşamüzeri keyiflerimi berbat ediyordu ama bir şeyi kabul etmeliydi,

İlaçlar olmadan harikaydım.

Hayır, abartmıyordum. Gerçekten öyleydim. O ilacı içmeyi sadece bir kereliğine unutmuştum ama bunun etkisi bile günler sürmüştü. Başım ağrımıyor, göz kapaklarım çabucak ağırlaşmıyordu. İşten eve gelir gelmez uyumuyor ya da duyduğum en ufak gürültüde çileden çıkacak kadar sinirlenmiyordum. İştahım açılmıştı, böyle giderse Bella bizim için yemek yetiştiremeyecekti. Ama harikaydım işte. Normal hissediyordum. Lanet olası normal biri gibi. Bunu özlemiştim. Bir daha asla eskisi gibi olamayacağımı söyleyip duran o aptal sesten sonra böyle hissetmek, beni mutlu etmişti. O ilaçları kullanmak istemiyordum.

Sorun şuydu ki, emir kesin yerden geliyordu. Her ne kadar onunla dalga geçsem de kauçuk uçlu kaçık Henry ve Bella benden daha çok şey biliyordu. İlaçları kullanmayı kesme taraftarı değildiler. Ölene kadar hapçı gibi gezmemi istiyorlardı. İşin içinde Bella olmasa Henry'nin dediğini o saniye siktir eder ve kendi bildiğimi okurdum. Ama Bella'yı üzmek istemiyordum. Elini Romeo'nun eteğinden çekmeyen yüce kalpli bir Juliet olmasına rağmen hem de.

Ve bu Juliet'i seviyordum.

Fazlasıyla.

Bizim aksimize kalabalık Londra caddelerine açılan temiz bir sokakta oturan annemi pencereye dayanmış bir şekilde beni beklerken görünce fark etmesi için kornaya bastım. Beni fark edip kapıyı açmak için çabucak içeriye doğru koşması fazla zaman almamıştı.

Deli kadın, diye düşündüm. Yaşlandıkça daha da deli oluyordu.

"Uzamış mısın sen?" Gözlerimi devirdim. Yok artık. "Saçlarından bahsediyorum, hergele. En kısa zamanda saçlarını kestirmelisin."

"Ben de seni özledim anne." Yüzüme gülümseyerek baktı. Böyle yaptığında göz pınarlarından ileriye doğru uzanan kırışıklar oluşuyordu ama bunu ona söylersem beni öldürürdü. O bana sarılırken sessiz kalmayı seçtim. Ne zaman bana sarılsa aklına babamın düştüğünü bilirdim, bu yüzden konuşarak gözlerinin önünden geçen anıları bozmak istemedim.

"Minik canavarlarımı neden getirmedin?" Elimden tutup beni salona doğru çekti.

"Neden? Benden bu kadar çabuk mu sıkıldın yoksa?"

"Ah, hayır. Sen hala benim koca bebeğimsin ama onları görmeden yapamıyorum. Ya Bella?" Bana dik dik baktı. "Yoksa yine kızımı benden saklamaya mı çalışıyorsun?" Annemin Bella sevgisi.. Her zaman görülmeye değer bir sahne olmuştur.

"Sakin ol, anne. Bunu istesem de yapamam." İç çektim. "Her hafta sonu sana kahvaltıya gelmeyi reddedersem beni öldürmekten beter eder." Kahkahalarla güldü.

"Seni iyice adam ediyor ha?" Bir kez daha güldü. "Oh, Tanrım, bu kıza bayılıyorum!"

"Sen bir de kıçını gör. Eminim görsen ona da bayılırdın."

"Kim bilir, belki de bir kez görmüşümdür.."

Gözlerimi kıstım. Şimdi aynısını o da yapmıştı. Karşı koltukta altmış yaşında yaşlı bir kadın değil de yaramaz bir kız çocuğu oturuyordu. Benimle dalga geçtiğine emin olduktan sonra tekrar gözlerimi devirdim. Kahkahaları tekrar kulaklarıma ulaşmıştı. Kahkaha faslını bitirince geriye yaslanıp bir iç çekti.

"Ahh, bana bakma sen. Uğraşacak birilerini arıyorum işte."

"Şanslı kişi olduğuma sevindim."

"Aç mısın?" diye sordu ilgiyle. "Sana yiyecek bir şeyler getireyim."

Ağzımdan bir hayır çıkmak üzereydi ki yüzünde o ifade belirdi. Herkesin bu masum bakışlarla beni kırıp geçirebileceğini düşünmesinden nefret ediyordum, ama öyleydi. Garip bir fanteziydi, ama Bella'nın dediğine göre her anne çocuğu yemek yediğinde mutlu olurdu. Benimkinin de mutlu olacağından emindim.

"Açlıktan ölebilirim bile." dedim. "Bella'nın bizi aç bıraktığından bahsetmiş miydim? Çocuklar telef oldu, geriye sadece ben sağ kaldım. Kurtar beni."

"Hergele." Yanımdan geçip giderken saçlarımı karıştırmayı ihmal etmedi. "Hemen gelirim. Sen de bu arada almak istediklerini toparla. Hepsini arka odaya yerleştirdim."

Tuvallerden bahsediyordu. Elimdeki tüm tuvaller bitmişti ve yenilerini almak için bir saatlik yol gitmeye üşeniyordum. Annemin odamdan çalıp sakladıklarını kullanmaya karar vermiştim. Boyalarımın bazıları da buradaydı. Belki işe yarar birkaç şey daha bulabilirdim. Söz konusu annemin arka odası olduğunda aradığınız her şeyi bulabilirdiniz. Annemin arka odası, bir savaş esnasında sığınak görevini görecek kadar donanımlıydı.

O bana bir şeyler hazırlarken işime yarayabilecek malzemeleri seçip büyük plastik torbaların içine koydum. Şimdilik üç tane tuval alsam yeterdi, ihtiyacım olduğunda yeniden gelirdim.

Jace ve Jackson'ın çizdiği resimlerle süslenmiş koridordan geçip yemek masasına oturdum. Et sote ve pilavın daha yarısını yiyebilmiştim ki, telefonum çalmaya başladı. Annem hemen yanımda yemek sonrası için iki dilim kek keserken bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Ağzımdakileri öğütmeye devam ederken arayana baktım. Bu Elaine'di.

"Evet, Elaine?"

"Selam. Kıçını koltuktan kaldırdıysam eğer, üzgün değilim. Ben meydandayım, buralarda mısın?" Sesi gergin geliyordu.

"Bir sorun mu var?"

"Sik kafalı bok torbası kuzenin beni ekti." Annem telefondan gelen sesini duyabilmişti. Keki kesmeye başlamış olan eli durdu. Evet, harika, sesine sokayım Elaine. "Doktor randevum vardı. Tek başıma gitmek istemiyorum. Neden Bella'yı aramadığımı sorma, çünkü aramadım, çünkü bütün hafta benimle ilgilendi , çünkü onu yoramam."

"Sen de yormak için beni mi seçtin?"

"Beyin hücrelerin depar atıyor yine. Aynen öyle buzdolabı, sen de beni ekecek misin yoksa yeğeninin cinsiyetini öğrenmeye gitmeye var mısın?" Sırıttım.

"Hemen geliyorum."

3 YIL ÖNCE

Ben eve ulaşmadan önce sesleri bana ulaşmıştı.

"Anne? Jackson yine bahçeye kaçtı!" diye bağırdı Jace. Ardından Bella'nın ufak çığlığını duydum. Jackson'ın kıkırdamaları ise gittikçe yaklaşıyordu. Onları atlatmayı yine nasıl başarmıştı acaba?

"Jackson! Ah, lanet olsun! Jace, çabuk, yola çıkmadan yakala."

Sonunda bahçe kapısına ulaştığımda Jackson'ı görebildim. Üzerinde sadece yeşil, çıtçıtlı bir atlet vardı. Çıplak ayaklarıyla birlikte paytak paytak koşup bahçe kapısını aralamayı başardı. Ama daha fazla ileriye gidememişti. Onu kollarının altından yakalayıp kucağıma aldım.

"Üzgünüm dostum, bugün de evden kaçamadın."

Bu dediğime kıkırdarken elindeki havucu ağzına götürüp bir ısırık aldı. Güneş yeşil gözlerinin üzerine vurunca homurdanıp başını boynuma gömmüştü. Onunla birlikte eve doğru yürüdüm.

"Selam baba." dedi Jace.

"Selam. Kötü bir gün ha?"

"Tahmin bile edemezsin. Annem yine çıldırdı."

Nasıl olduğunu tahmin etmek zor değildi. Jackson'ın bugün neleri kırdığını ya da beyaz halının üzerine neleri döktüğünü tahmin etmek de öyle. Yeşil atletinin üzerine damlamış vişne suyundan bir şeyler çıkarabilmiştim. Ne dediğimi tam olarak anlamayacak olsa da başımı omzumda yatan Jackson'a çevirdim.

"Seninle yaramazlık yapmama konusunda anlaştığımızı sanıyordum."

Dil çıkardı.

"Sok onu içeri Jackson, ben senin babanım." Dinlemeyip tekrar dil çıkarınca ona sertçe baktım. Şimdi yüzünde mahcup bir ifade oluşmuştu. En azından yanlış bir şey yaptığını anlayabiliyordu. İç çekip onu Jace'in yanına bıraktım.

"Abinin yanından ayrılma."

Mutfağa, onun yanına geçmeden önce üzerimden bordo hırkayı çıkardım. Bu yaz beni kavuruyordu. Yağmurlu ve soğuk günleri geri istiyordum.

Yanına gittikten sonra "Sorun yok." diye açıklamaya başladım. "Onu yakaladım."

"Bir gün yeniden dışarıya fırlayıp arabaların altında ezilecek! O gün çok  da uzaklarda olmasa gerek." Sinirden patlamak üzereydi. Elindeki ıslak bezle tezgahı silerkenki sert hareketleri korkunçtu. Dağılmış saçları ve mavi şortlu ev haline gülmemek için kendini tutmaya çalıştım. Şortunun arka cebine bir bez daha asmıştı.

"Sakin ol Bella. Çocuk işte. Böyle şeyler yapmaya programlı."

"Bir türlü yerinde durmuyor. Bugün hiçbir işimi doğru düzgün yapamadım."

"Boş ver. Daha sonra halledersin."

Elindeki bezi çekip kollarını belime dolamasını sağladım. Çenemi başının üzerine yerleştirdiğimde iç çektiğini duymuştum. İlgiye ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Jackson'la çok fazla ortak yanları vardı. Tam başını kaldırmış bana bir şey diyecekti ki, Jace içeriden bağırdı.

"Anne? Jackson vişne suyunu halıya döktü, yine!"

Karşımdaki yeşil gözlerin sinirden büyüdüğünü görmek benim için iyi değildi. Dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Ama aradan çıkan seslere engel olamamıştım. Sinirli halini görmek beni her zaman güldürürdü.

"Çok komik öyle değil mi?" Kollarını hırsla göğsünde kavuşturdu. "Nasıl olsa sabahtan akşama kadar çocuk bakan benim. Gül tabi. İstediğin kadar eğlen."

"Her neyse, şaka bir yana," Başımı hafifçe ona doğru eğdim. "Düşünüyordum da üçüncü çocuğu yapmanın vakti geldi. Bu akşam denemek ister misin?" İfadesiz, sert yüzüne bakarken kıkırdadım. Ardından ufak bir kahkaha atmıştım.

"Peki sence bu komik mi?"

"Hadi ama, sadece şakaydı." Üzerime doğru yürüyüp gözlerini gözlerime dikti.

"Sikerim şakanı."

"Cidden?" Tek kaşımı kaldırıp onu baştan aşağıya süzdüm. Birbirine girmiş dalgalı saçlarına, kısa kollu ince tişörtünün üzerinden gözüken göğüslerine, bacaklarını ortaya çıkarmış kısa şortuna baktım. Onu istememe sebep olmuştu. "Bunu yaparken seni izlemek isterim."

"Çok beklersin."

Arkasını dönüp tezgahın üzerindeki beze tekrar uzanacağı sırada onu kendime çevirip yavaşça yukarıya kaldırdım. Kollarımı ince belinin etrafına sarmıştım. Eğer deneseydim, kollarım belinin etrafını iki kez dolaşabilirdi. Burnumu güzel kokusunun kaynağına doğru bastırdım. Saçları yüzüme karışmıştı. Bir elim kalçasını kavradığında sertçe elime vurdu.

"Kıçımı elleme!" diye çıkıştı ardından. Benden kurtulmaya çalışıyordu. Gülerek elimi kalçasından çektim.

"Memelerimi de elleme Edward!"

"Nereni ellememi istersin?"

"Hiçbir yerimi!"

"Üzgünüm, öyle bir seçenek yok."

Bu sefer o da dudaklarının arasından çıkan kıkırtıya engel olamadı. Kollarını omuzlarıma dolayıp düşmemek için bana tutunurken dudaklarıma uzandı. Sinirli hali beni uyarmıştı. Bir an önce bacaklarının arasındaki sıcaklığın tadına bakmak istiyordum. Ellerime eski yerlerine koyduktan sonra onu tezgaha oturtturdum. Böylece onu daha iyi taciz edecektim. Tam da o sırada, hayallerim Jace'in bıkkın sesiyle bölündü.

"Anne? Jackson vişne suyuyla duvara yazı yazmaya çalışıyor. Ve gülüyor. Ve şimdi de üzerime doğru yürümeye başladı! Ah, lanet olsun Jackson!"

*

"Birini teselli etmekte bok gibi olduğumu biliyorsun," dedim Elaine'e. Hastaneden çıkmış, birlikte Neil'in onu alacağı durağa doğru yürüyorduk. "Umarım benden seni rahatlatacak şeyler söylememi beklemiyorsundur?"

"Tabi ki de beklemiyorum, Edward. Neil beni ekti diye ağlayıp sızlanmayacağım." Tam olarak bunu yapmak istediğini biliyordum.

"Kafana takma," diye bir giriş yapmak istedim. Başını kaldırıp kusacakmışçasına bana baktı. Bunun dünyadaki en saçma cümlelerden biri olduğunu biliyordum. "Ya da dediğimi unut. Kafana tak. Bunu büyük bir sorun haline getir ve seni almaya geldiğinde kıyameti kopar."

"Kulağa tam benlikmiş gibi geliyor ama kendimi tutacağım. Aksi halde bir ömür boyu Neil'i çekebileceğimi sanmıyorum." Güldüm.

"En az benim kadar gıcıktır."

"Yapma, o konuda eline su bile dökemez." Ellerimi havaya kaldırıp teslim oldum. Bu doğruydu. En iyi yaptığım işlerden biriydi insanları çileden çıkarmak ve bundan delice bir zevk alıyordum. Garip değildi. Nasılsa ben de bir deliydim öyle değil mi?

"Bella duyduğunda çok sevinecek." Yerdeki buruşmuş kağıt parçasına bir tekme attım. Kağıt, yuvarlana yuvarlana bir arabanın altına kadar gitmişti. "Kurduğu kız bebek hayalleri Jackson'la birlikte suya düştükten sonra seninkini kucağından indirmeyecektir."

"Öyle olacak." dedi Elaine. "Kızımı siz büyüteceksiniz ve ben de günümü gün edeceğim." Kıkırdadı.

"Şimdiden söylüyorum Elaine, evimden uzak dur. Kendi ellerimle ikinci bir Elaine büyütmek istemiyorum."

"Hadi ama, yalanlarını başkasına sakla." Aniden durup gözlerini kırpıştırdı. Kendini şirin bir kız gibi göstermeye çalışıyordu. "Beni sevdiğini biliyorum."

"Senden tiksiniyorum."

"Gördün mü? Beni seviyorsun." Bir iç çektikten sonra koluma girdi. "Geberene kadar didişmeye devam edeceğimizi biliyorsun." İleriye doğru bakıp sırıttım.

"Ve hep ben kazanacağım."

BBA

İşten çıktığım gibi vakit kaybetmeden bir taksiye atladım. Bugün gidip Jules'u ziyaret etmek için tek boş günümdü. Kocaman bir adam olsa da tek başına kalması içime sinmiyordu ve onu özlemiştim. Bazı akşamlar Edward'la birlikte dışarı çıktıklarını biliyordum ama kalmak için bize gelmezdi. İnatçı herif. Bize yük olacağını düşünüyordu. Bense o koca apartman dairesinde tek başına kalmasını istemiyordum.

Dairesinin önüne geldiğimde çantamdaki yedek anahtarı çıkartıp kapıyı açtım. Daha içeri girmeden kolonlardan çıkan bangır bangır müzik sesini duyabilmiştim.

"Jules?" Ayağım bir şeye takıldı. Kapıya tutunarak yere yapışmamı engelledim. Dönüp baktığımda ayağıma takılan şeyin büyük bir viski şişesi olduğunu görmüştüm. Ah, ne güzel. Çantamı kapının dibine bırakıp odasına doğru ilerledim, müzik sesi oradan geliyordu. "Gece kulübüne çevirmişsin yine burayı. Jules? Şunu biraz kısar mısın kendi sesimi bile duyamıyorum, tanrım!"

Onu yatağının üzerinde elinde bir bira şişesiyle otururken buldum. Dediğimi yapıp, müziği kapadı.

"Hoş geldin kardeşim."

Jules tam da umduğum gibiydi. Sarhoş ve daha da sarhoş.

Saat daha akşam dört bile değildi ama yine kafayı bulmayı başarmıştı. Kapının girişindeki pizza kutusunun üzerinden geçip içeri girdim.

"Bok gibi görünüyorsun." dedim birbirine girmiş yağlı saçlarına ve buruşuk kıyafetlerine baktıktan sonra. Muhtemelen dün geceden beri onlarlaydı. "Bu seferki derdin neydi?" Biradan bir fırt daha çekip dudaklarından çenesine doğru akan damlaları koluyla sildi.

"Her gün, aynı bok."

Birasını kafasına dikerken gözlerim yatağının üzerindekilere kaydı. Sigara paketi, çakmak, kül tablası, kumanda ve her yere dağılmış fotoğraflar. Sarışın bir kadının gülen gözleri üzerinde biraz daha oyalanmıştım. Kim olduğunu biliyordum. Bu Jesy'di. Ölü yeğenimin ölü annesi.

"Uzun zaman oldu, Jules.." Devam etmek istiyordum, söyleyecek bir şeyler aradım.

"Al," Birasını bana uzattı. "İç biraz."

"İstemiyorum."

"Çok şey kaçırıyorsun." Şişenin içinde son kalanları da midesine indirdi. Daha sonra biraz kenara kayıp oturmam için bana yer açtı. Eli hiçbir zaman boş durmuyordu. Boş şişeyi bıraktıktan sonra sigara ve çakmağına doğru uzandı. Sigarasını aceleyle ateşlerken sıkıntıyla iç çektim. Böyle olmasını istemiyordum.

"Sus Bella," dedi. Konuşmak üzere olduğumu anlamış olmalıydı. Konuşuyordu, ama gözleri odanın karşısındaki penceredeydi. "Neler diyeceğini biliyorum. Uzun zaman oldu, artık unutmalıyım, devam etmeliyim, mutlu olmalıyım, bla  bla bla." Çakmağı gelişigüzel bir şekilde yatağa fırlattı. "Duymak istemiyorum."

"Kendini mahvediyorsun." Dağılmış, yorgun, üzgün ve çaresiz hali gözlerime yaşların dolmasına sebep oldu. Sesimin titremesine engel olamıyordum. "Seni böyle görmeyi sevmiyorum."

"Unutmamı bekleyemezsin." Başını iki yana salladı. Gözleri uzaklarda bir yerlere dalmıştı. "Benden bunu isteyemezsin."

"Sadece toparlanmanı istiyorum." Uzanıp eline dokunduğumda sonunda bana bakabilmişti. "Kendine bir şans vermeni istiyorum."

"Bunu yapıyorum zaten," Sigarasından bir nefes çekti. "Kendimi öldürmüyorum." Elini geri çekti.

O yavaşça sigarasını içerken, onu izledim. Uzamış sakallarına, morarmış göz altılarına baktım. Terk edilmiş bir harabe gibiydi. Sarhoş olmadığı zamanlar gülüyor, yiyor, içiyor, şakalar yapıyor, yaşıyormuş gibi görünüyordu. Ama yalnız kaldığında.. Her şey aynıydı. Tıpkı dediği gibiydi. Her gün, aynı bok.

"Onu ne kadar çok sevdiğini bili-"

"Bilmiyorsun." diyerek kestirip attı. Sigarasının ucuna dolan külü kül tablasına boşaltmıştı. Hiçbir şekilde ona yaklaşmama izin vermiyordu. Mırıldandım,

"Tahmin etmek zor değil."

"Ne istiyorsun Bella?" Başını çevirip doğrudan gözlerime baktı. Böyle yaptığında kalbim korkuyla titremişti.

"Sadece abimi geri istiyorum."

"Bir bakalım. Ailemi kaybettim, işimi kaybettim, evimi kaybettim, sevdiğim kadını ve daha doğmamış kızımı kaybettim. Her şeyimi kaybettim."

"En son kontrol ettiğimde hala yaşıyordum." Yutkundum. "Bir kız kardeşin olduğunu hatırlıyor musun?"

"Evet." Sigarasını söndürüp ayağa kalktı. "Ve onun hayatını da mahvetmeye niyetim yok."

"Hayatımı mahvetmiyorsun."

"Ediyorum." Dolabına doğru gidip üzerindeki kirli tişörtü temiziyle değiştirdi. "Benim sana ağabeylik yapmam gerekirken sen bana ablalık yapıyorsun. Beni kontrol edip duruyorsun." Dişlerimi sıkarak ayağa kalktım ve ona doğru yürüdüm.

"O halde içip durmayı bırak ve ağabeylik yap!"

"Boyun kadar bir oğlun var Bella! Bunca yıl geçmişken ne ağabeyliğinden bahsediyorsun?!"

"Sorun buysa eğer, ben hala gecenin bir yarısı evden kaçıp Chicago'ya giden o deli kızım. Ve hala bir abiye ihtiyacım var." Durup yüzüme baktı. Sert maskesinin altından çıkmaya başlayan o tanıdık yüz ifadesini görebiliyordum. Kahrolası abim gözlerimin önündeydi ve ben onu geri almaya kararlıydım.

"Doğru," dedi yavaşça. "Gecenin bir yarısı evden kaçmıştın."

"Bana kızacak mısın?" Gözlerinden güzel bir şeyler geçti. Ardından beni kendine doğru çekip kollarını etrafıma dolamıştı. O sessizce burnunu çekerken ona sıkıca sarıldım. Güçlü kollarıyla beni sarıp sarmalayabilecek bir abim olduğunu hatırlamam iyi olmuştu.

"Git Bella," diye fısıldadı. "Benimle uğraşarak hayatını mahvetme." Başımı iki yana sallayıp kollarımı daha çok sıkılaştırdım.

"Sen benim abimsin ve seni asla bırakmayacağım duydun mu beni? Evden kaçıp gittiğim için bana kızacak olsan da, bırakmayacağım."

*

"Etler nerede kaldı Edward?" diye seslendim mutfak penceresinden bahçeye doğru.

"Geliyor." Gözlerimi devirdim. Beş dakika önce de aynısını söylemişti.

Yaptığım soğan salatasını yere dökmeden  masaya yerleştirebildim. Ardından hiç beklemeden iyice kaynamış olan çorbanın altını kapattım. Kahretsin! Dibi tuttuysa boku yerdim. Ama neyse ki bir sorun yoktu, çorbam hala nefis bir şekilde içilmeyi bekliyordu. Kızarma tabağını ve peçeteleri masaya götürmeye çalışırken acele ediyordum. Elim ayağıma dolanmıştı. Ne zaman akşam yemeğinde birilerini ağırlasam böyle olurdu. Eh, ev sahibi olmak kolay değildi. Tek başıma her şeyi halletmek zorunda olmaksa sinirlerimi bozuyordu.

"Elaine?!" diye bağırdım. Yine hangi deliğe girmişti bu kız?! Sanki bana yardım etse ölürdü. Sinirle iç çekip mutfaktan çıktım ve salona doğru baktım. İşte oradaydı. Tekli koltuğa oturmuş Jules'un tepesinde, gevezelik yapıyordu.

"Sonra kıza baktım ve şöyle dedim; 'Geri çekil seni bar fahişesi. Büyük büyük annemin yaşı kadar sik tuttuğunu hepimiz biliyoruz.'" O kahkaha atarken Jules bıyık altından gülüyordu. "Kızı oracıkta becerdim. Ama daha sonra öğrendim ki, yerin dibine soktuğum kız daha önce hiç öpüşmemiş bile." Jules tek kaşını havaya kaldırdı.

"Ciddi olamazsın?"

"Peki bu kızın adını öğrenmek ister misin?" Sırıttı. "DC'den kopup gelen Isabella Swan." Şimdi Jules da kahkaha atmaya başlamıştı. "Tabi birkaç çetrefilli olaydan sonra Cullen oldu. Hikayenin devamını tahmin edebiliyorsundur."

"Elaine!" Sesim bu sefer daha yüksek çıkmıştı. Başını çevirip bana baktığında kaşlarımı çattım. "Orada çene çalacağına buraya gel ve bana yardım et!" Gözleri büyüdü.

"Yüce İsa aşkına, hamileyim ben!"

"Canlı bomba taşımıyorsun, E. Biraz kıpırdamak kıçın için iyi olacaktır. Gel buraya."

Son noktayı koyduktan sonra tekrar mutfağa döndüm. Beni delirtmeden mutfağa gelmeyi akıl edebilmişti. Elaine'in ekmek kesişine, daha doğrusu kesemeyişine bakıp gözlerimi devirdim. Minik prensesime daha şimdiden acıyordum. Biraz büyüdükten sonra aç kalma tehlikesi geçirebilirdi.

Masa tamamen hazır olduğunda Neil ve Edward ellerinde et dolu tabaklarla çıkageldiler. Jules, etin kokusunu alır almaz mutfağa damlamış, Elizabeth yukarıda çocuklarla ilgilenmeyi bırakıp aşağıya gelmişti. Mutfak masamızın dolup taştığını gördüğümde keyifle gülümsedim. Ne kadar yorulsam da burada oldukları için mutluydum. Ama sofrada iki minik kafa eksikti. Her akşam neredeyse aynı sahne yaşanıyordu.

"Jace? Jackson? Yemek hazır, hemen aşağıya gelin!" Seslendikten sonra yerime oturup onları bekleyecektim ki, içeriden gelen fısıldamaları duydum.

"Annem görürse beni öldürür!"

"Kapa çeneni Jackson, o görmeden temizleriz."

"Ama ya görürse?"

Fısıldamaları duyan tek kişi ben değildim. Edward'la ben bu fısıltı belirleme konusunda uzmanlaşmış sayılırdık. Masanın üzerinden gözlerimiz birleşti ve aynı anda kapıya doğru atıldık. Ah! Kim bilir yine ne yapmışlardı?

Önce halının üzerindeki kola şişesini gördüm, ardından şişenin ağzından akmaya devam eden sıvıyı..

"Annem geldi, kaç!" Hızla kola şişesini kaptım ve onların peşinden koşturdum.

"Buraya gelin sizi afacanlar! Elimden kurtulamayacaksınız!" Jace, babasının arkasına saklandı.

"Kurtar bizi."

"Size daha kaç kere söyleyeceğim? Kola içmek yok!" Jackson benden en uzak köşede kaçmaya hazır bir şekilde beklerken mırıldandı.

"İçemeden döküldü zaten."

"Bir de cevap veriyor! Delireceğim! Buraya gel," Ona doğru atıldığımda çığlık atarak mutfağa doğru koştu. Diğer kolumu Jace'e doğru uzattım ama Edward'ın iri cüssesinin arkasına saklanmakla iyi etmişti, onu yakalayamıyordum.

"Sadece kola," dedi Edward. Onun yüzünde de muzip bir ifade vardı. "Bir daha içmeyecekler. Ben onlara kefilim." Dik dik ona baktım.

"Bu bininci kefil oluşun, Edward."

"Senin de bininci delirişin. Biraz sakin olmayı dene."

"Seni de öldüreceğim!" Hırsla ayağımı yere vurup üzerlerine doğru yürümeye başladım. Onlar da eş zamanlı geriliyorlardı. "Hatta ilk önce seni öldüreceğim!" Kıkırdayarak mutfağa kaçtılar. Elimdeki kola şişesiyle birlikte peşlerindeydim. Masanın etrafında onları kovalamaya devam ettiğimi gördükten sonra kahkahayı ilk basan Neil oldu. Ardından diğerleri de ona katıldı.

"Şunlara bakın." dedi Elaine. "Çocuk gibiler." Elizabeth'in iç çektiğini duydum.

"Umarım hep böyle kalırlar."

Durup iki küçük oğlum ve işbirlikçi bir babanın mutfağın köşesinde gardlarını alışlarını izledim. Elizabeth'in dileğinin kabul olmasını diliyordum.

Ve öyle de oldu.

Biz, hep böyle kaldık.

EBA

"Acele etsene."

"Yapıyorum işte Edward." diyerek çıkıştı. Yeni bir tabağı alıp köpüklemeye başlamıştı. "Önündekine söyle beklesin biraz." Başımı eğip pantolonumun altında sertleşmiş, rahatlamayı bekleyen erkekliğime baktım.

"Son bir saattir aynı şeyi yapıyor zaten." Gözlerini devirdi. Tabi, canımın ne kadar çok yandığını bilmiyordu.

"Bulaşıklar biter bitmez geleceğim." Neden bulaşık makinesini kullanmıyordu ki?! Sabırsız bir nefes verdim.

"On dakika." dedim mutfaktan çıkmadan önce. "Eğer gecikirsen hiç de iyi şeyler olmaz."

Çocukların odasının önünden geçerken bir kedi gibi sessizdim. Jackson'ın uyanıp bizimle yatmak istediğini söylemesini istemiyordum. Özellikle de bu gece. Herkes gittikten sonra masayı toplarken onu arkadan izlemem iyi olmamıştı. Kalçalarının hareketi beni o anda uyarmış, onu sertçe kendime çekip beni hissetmesini istememe sebep olmuştu. Anlaşılan bu gece de onun içine girmeden rahatça uyuyamayacaktım.

Odaya girdikten sonra üzerimdeki tişörtü çıkarıp kirli sepetinin üzerine bıraktım. Kapağı açıp içine atmaya üşenmiştim. Başka bir yere sapmadan direk banyoya girdim. Bella'nın isteği üzerine prezervatiflerin yerini değiştirmiştim. Artık beyaz banyo dolabının en arkasındaki minik kutunun içinde duruyorlardı. Uzanıp içlerinden bir taneyi dışarı çıkarttım. Şimdi düşünmüştüm de, bunun yeterli olacağını sanmıyordum. Elimi kutunun içine daldırıp üç tane daha aldım. Böylesi daha iyi olmuştu.

Banyodan çıkmadan önce aynaya bakıp temiz oldukları için her yöne dağılmış saçlarımı parmaklarımla geriye doğru taradım. Enseme kadar inenleri de düzeltmiştim. Gerçi bunun bir anlamı yoktu, çok geçmeden yeniden bozulacaklardı. Yine de onlarla ilgilenmeyi seviyordum.

Yatağın üzerine uzanıp gelene kadar onu beklemeyi düşünüyordum ama banyodan çıktığımda onu tam karşımda buldum. Aniden duraklamıştım.

Üzerinde sadece iç çamaşırları vardı. Elektrik mavisi, göğüslerini sıkıca sarıp onları ortaya çıkarmış dantelli bir sutyen ve onunla aynı renk şeffaf bir külot.

Bu görüntü hiç beklemeden önümdeki sertliğe etki etti ve biraz daha büyüdüğümü hissettim. Onu çok fena bir şekilde istiyordum.

"Beğendim.." diye mırıldandım o sormadan önce. Gözlerimi göğüslerinden ayıramamıştım. Adımlarım yavaşça ona doğru çekildi.

"Beğenmene sevindim."

Siktir. Sonlara doğru inleyerek konuşmuştu. Bunun beni ne kadar çok etkilediğini bildiğinden emin değildim, ama görebilirdi. Daha içine bile girmediğim halde son derece sertleştiğimi hissedebiliyordum. Bir an önce harekete geçmem gerekiyordu.

Elimi çıplak beline yerleştirip saatlerdir hayal ettiğim gibi onu kendime yasladım. Kumaşın üzerinden de olsa çıplak teniyle temas ettiğimde alev almak üzere olan ereksiyonum sızladı.

"Beni daha fazla bekleteceğini sanıyordum." dedim nefesimi dudaklarına doğru verirken. Bu hareketimle birlikte dudakları istemsizce aralanmış, gözleri onu sömürmek isteyen dudaklarıma kaymıştı. Bir anlığına gülümsediğini gördüm.

"Eğlenceyi kaçıramazdım."

Sözlerinin sonlarında dudaklarımız birleşti. Küçük ağzının içindeki sıcaklık dilimi dudaklarının arasından içeri ittiğimde daha da artmıştı. Her zamanki gibi, o dayanılmaz becerilesi ağzını becermeme izin vereceğini sanıyordum ki bir elini saçlarım arasına daldırarak kucağıma zıpladı. Beni vahşice öpmeye başlamıştı. Dillerimiz birbirine dolanıyor, dudaklarımız birbiri altında eziliyordu ama bu yeterli değildi. İkimiz de daha yakın olmaya çalışıyorduk. Bunu beni dudaklarına doğru bastıran ellerinden, belimin üzerinden kalçalarıma değen bacaklarından anlayabiliyordum.

Onu kucağımdan indirmeden yatağa doğru yürüdüm, dizlerimin üzerinde yatağa çıktığımda ellerini saçlarımdan çekerek kendini yatağa bıraktı. Şimdi tam altımda duruyordu.

Her şeyinin beni delirttiğini fark ettim. Yastığın üzerine dağılmış saçlarının, her zamankinden daha açık bir renge bürünmüş yemyeşil gözlerinin, sutyenin içinden dışarı çıkmak için çırpınan beyaz göğüslerinin, düz karnının ve ufak bir kumaşın kapladığı o güzel tümseğin.. Beni içine aldığında ne kadar dar ve ne kadar sıcak olduğunu hayal etmek bile beni nefessiz bırakmıştı.

"Bütün gece böyle duracak mısın.." Gözlerimin içine baka baka yalnızca bir saniyeliğine alt dudağını dişledi. "..yoksa beni becermeye niyetin var mı?"

Ah, kahrolası kadın. Şimdi beni iyice sertleştirmişti. Pantolonun sert kumaşı yırtılsa şaşırmazdım. Bana neler yaptığını biliyor ve daha fazlasını istiyordu. Onu izlerken iç çektim.

"Seni öyle bir becereceğim ki.."

Arzudan koyulaşmış gözlerimi onun üzerinden ayırmadan, önce pantolonumun düğmesini, ardından fermuarını açarak aşağıya indirdim. Altımda kalan baksıra da aynı şeyi yaptıktan sonra gözlerindeki tutkuyu görmek içimdeki hayvani dürtüleri son noktaya çıkarttı.

Bu gece onunla sevişmeyecek, onunla düzüşecektim.

İç çamaşırını çıkarıp yere attıktan sonra sertçe içine girdim. Tam da tahmin ettiğim gibiydi. Sımsıcak ve dar. Sıkı duvarlarının arasında hareket etmeye çalışmak son derece acı verici, bir o kadar da zevk doluydu. Geri çıkıp tekrar içine girerken başını geriye atıp sesli bir şekilde inledi. Bunu sık yapmazdı, çocukların duyacak olmasından endişelenirdi. Ama bir gecelik yaramazlık kimseye zarar vermezdi. Onu uyarmayacaktım. Altımda inlemesini seviyordum. Hatta, bundan büyük bir haz duyuyordum.

İçinde yaptığım gel gitler sayesinde başının üzerinde sallanan saçları beni hızlandırdı. Hassas noktaya yaptığım her vuruşta  biraz daha kasılıyor, gerçeklikten hızla uzaklaşıyordu. Sımsıkı kapattığı gözleri, zevkle aralanmış dudakları ve kesik nefesleri sonunda beni de o kara deliğe hapsetti. Kolundan tutup onu yüzüstü çevirdim.

Harika hissediyordum. Hafızamın büyük bölümü boştu, kafam hiç olmadığı kadar rahattı. Dertsiz tasasız bir çocuk gibiydim. Alevler içinde kalmış hissi veren kadınlığında gezinmek ise bana saf bir mutluluk veriyordu. Onun inlemeyle karışık küçük çığlıkları, benim boğuk ve ağır nefesimden başka hiçbir şey yoktu. Kendimi hiç olmadığım kadar mutlu ve huzurlu hissediyordum. Mutlu, ve huzurlu..

Diğerlerinden daha kısa ama daha sert geçen zevk dolu dakikaların ardından kendi tarafıma geçerek başımı yatak başlığına yasladım. Nefes nefeseydim. Omuzlarım boşalmanın etkisiyle buz gibi olmuş, sırtımdan aşağıya soğuk terler dökülüyordu. Bir elimi nemli saçlarım arasından geçirirken beni izleyen yeşillerle karşılaştım. Hiç yorulmuşa benzemiyordu. Benim aksime, fazla sakindi. En az beş dakika boyunca titreyip hareketsizce uzanmasını beklerdim.

Sanırım gariplik tam da o sırada başladı. Ya da, ben ancak o zaman fark edebildim.

Hayranlıkla beni izleyen gözleri utangaç değildi, ya da masum. Titremiyor, başını bir yerlere gömmeye çalışmıyordu. Son derece kendine güvenen, tecrübeli bir hali vardı. Garip hissettim. Tuhaf.. Nereden geldiğini anlayamadığım bir tedirginlik gözlerinin içine bakarken yanıma uğradı. Rahat değildim. Huzursuzca kıpırdandım. Gözleri, diye düşündüm, beni boğuyorlar. Bu doğruydu.

Korkunç gerçeği, yatak odasının kapısı açıp gülen yüzüyle içeri giren Bella'yı görünce anladım.

"Geldim işte," dedi neşeyle. "Bütün gece seninim."

Daha sonraki günlerden birinde oturup bu geceyi düşündüğümde, beynimden vurulmuşa döndüğümü hatırlıyordum. Bir süre kıpırdayamadım, nefes alamadım. Gözlerimi hala yan tarafımda uzanan kadına çevirmek istemiyordum.

O Bella değildi. O benim aşık olduğum kadın değildi. Az önce altımda inlettiğim kadın benim karım değildi! O başından beri beni içine çekmeye çalışan kara bir delikti. Ve sonunda istediğini aldı.

Başından beri biliyordum. Ben normal biri değildim. Hiçbir zaman normal biri olmamış ve hiçbir zaman da olamayacaktım. Bu savaşı ilacı içmeyi unuttuğum gün değil, ona aşık olduğum gün kaybetmiştim. Resimleriyle duvarları süslemeye başladığım gün, onu hayatımın merkezine koyduğum gün, dudaklarına muhtaç olduğumu kabul ettiğim gün kaybetmiştim.

Çoğu zaman onu ne kadar çok sevdiğimi merak ederdi. Bunu gözlerinden anlardım, bilmesini de isterdim. Ama nasıl anlatabilirdim ki? Ona karşı hissettiklerim basit şeyler değildi. Onu cehenneme gitmeyi seve seve kabul edecek kadar, beni bırakıp gitmesinden ölesiye korktuğum için aklımın en ücra köşelerinde ondan bir tane daha yaratacak kadar çok seviyordum.

Her şeye rağmen, hiçbir yenilgi bunun kadar güzel olamazdı. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değildim, hiçbir zaman pişman olmayacaktım. Annemin beni o hastaneye sürüklemesi başıma gelen en güzel şeydi. Bana yaşamak için bir sebep vermişti. Bu sebebi asla kaybetmemeliydim.

O an karar verdim. Kendi deliliğimde onu da boğmayacaktım. Ona söylemeyecektim. Kollarım arasında huzurla uykuya dalarken aslında yalnız olmadığımızı, hemen yanı başımda başka bir kadının daha durduğunu söylemeyecektim. Kurtarmak için didinip durduğu adamın çoktan boşluğa düştüğünü söylemeyecektim. Söylemek için yanıp tutuştuğum zamanlarda bile, söylemeyecektim.

Karşımdaki masum, sevecen yeşillere biraz daha baktım. Ölmeden önce son gördüğüm gözler olmalıydı bunlar. Öleceksem, onun yanında ölmeliydim. Uyuyacaksam, onun yanında uyumalıydım. Delireceksem, onun yanında delirmeli..

Derin bir nefes alıp kendimi gelecek olan zorlu zamanlara hazırlamaya çalıştım. Kara delik, fısıltısıyla dönmeye başlamıştı bile, zehirli sözcüklerini kalbime akıttı.

"Nerede kalmıştık, sevgilim?"

BÖLÜM AÇIKLAMASI;

- Final hakkında;

Hikayeyi yazmaya başladığım günden beri finalin nasıl olacağını biliyordum ve aklımda kurguladıklarımı sonunda yazabilmek benim için çok ama çok gurur verici bir şey. Her zaman sorulan şeydir "final iyi mi/kötü mü bitecek" sorusu. İşte orası tamamen sizin algınıza, düşünce tarzınıza kalmış. Tek yönlü, zorlama sonlardan nefret ederim, bu yüzden, final siz nasıl algıladıysanız öyle oldu.

Edward&Bella her zamanki gibi ayakta kalmayı başarıp acı-tatlı bir yaşam sürmeye devam mı ettiler? Elaine&Neil bebek bakmayı becerip en az Edward&Bella kadar iyi bir anne-baba mı oldular? Jules bir iş bulup hayatını yeniden şekillendirmeye, Bella'ya ağabeylik etmeye başladı mı? Elizabeth torunlarıyla daha fazla zaman geçirebilmek için Edward'ın başının etini yemeye devam mı ediyor? Jackson&Jace hala aynı afacanlıklarla mı ilgileniyorlar?

 Yoksa her şey çökmeye mi başladı?

Edward yaşadıklarına dayanamayıp bir gün kendini tamamen bıraktı mı? Bella yine acıdan acıya doğru mu koştu? Elaine&Neil birlikte yapamayacaklarına karar verip bir daha birleşmemek üzere ayrıldılar mı? Jules Jesy'siz bir hayata dayanamayıp sonunda intihar mı etti? Elizabeth içine kapanık bir kadın haline mi geldi? Jace&Jackson öfke dolu birer çocuk olup çıktılar mı?

Bunların hiçbirini siz söylemedikçe bilemem, sadece tahmin edebilirim. Bu sizin nasıl bir hayat çizdiğinize bağlı, hayallerinize bağlı ve ben bunu bozmak istemedim. Hayallere ket vurmak istemedim ve bu yüzden 'son' olarak adlandırılamayacak bir bölüm yazdım size.

Sonlardan nefret ederim.

Evet, Detayla Randevu'nun vadesi doldu, ama karakterlerin serüveni hala devam ediyor. Tam orada. Kafanızın içinde.

Ve lütfen, hayallerinizi öldürmeyin.

Birazdan salya sümük kokan bir yazı daha paylaşacağım, tüm sümüklerimizi oraya akıtabiliriz.

Final bölümü adına okuyan herkes bir kaç şey yazarsa beni çok mutlu etmiş olursunuz, bunu da araya sıkıştırayım :)

Bugüne kadar yanımda olan herkese, Büşra'ma, beni yalnız bırakmayan rüyalarıma sevgilerimle,

Ece.

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 23.3K 36
Kimsesiz bir kız, bir teknoloji dehası ile karşılaştığında, aralarındaki çekim nelere sebep olacak. Karanlık bir hayatın içindeki mutsuz Pars Katipoğ...
Tutsak By .

Romance

15.4M 538K 59
"Birlikte güldüğün birine aşık olmak kolaya kaçmaktır; ben seninle ağlamaya bile aşığım." Sıradan başlayan planlı bir intikam oyunu; ne denli büyük b...
630K 21.9K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
46.3K 2.9K 21
Karanlığın Seçimi'nin devam hikayesidir. Lütfen, ilk hikayeyi okuyun.