34. Bölüm

207 13 74
                                    


"Kes sesini!" Yere çökerek saçlarını çekiştirmeye devam ediyordu. Onun bu hareketleri sanki kendi saçlarını değilde benim saçımı çekiştiriyormuş gibi canımı acıtıyordu. Kalbime saplanan mecazi hançerle ona doğru adımladım ve saçlarındaki ellerini çekmeye çalıştım. Acı çeker gibi yüzü buruşunca her ne kadar o olmasa bile neden böyle hissettiğimi de anlayamıyordum.

Ellerini kendine zarar vermemesi için saçlarından çekmeye çalışırken yüksek sesle bağırdığından dolayı kapı bir gürültüyle açıldı ve kollarımda hissettiğim baskılarla acıyla dişlerimi sıkarak yüzümü buruşturdum.

Gardiyanlar Kraliçeleriyle ilgilenirken beni odasından çıkararak dizlerimi koridorun tozlu tabanında sürüklüyorlardı. İkinci kez kollarımı böylesine sıkıca sıkmaları sinirlerimi bozarken kendimi kaybetmiş bir şekilde sağ tarafımdaki gardiyanın koluna ilkel bir hayvan gibi dişlerimi geçirdim. Acıyla inleyerek kolumdaki hafifleyen tutuşundan faydalanarak kolumu ondan bir hışımla çektikten sonra burnunun ortasına bir yumruk çaktım.

Burnunu tutarak yere çökerken ellerinin arasından fışkıran kırmızı sıvıyla durumunun pekte iyi olmadığını anladım ve oyalanmadan sol tarafımdaki gardiyanada kafa atarak gerilemesini sağladım.

Koridorda hızla koşarken salgılanan adrenalinin kanıma karıştığını dahi hissedebiliyordum. Nefesim durmam ve soluklanmam için yalvarırken ciğerlerimin ihtiyacını hiçe sayarak daha hızlı koştum. Sanki kaçabileceğim bir yer varmış gibi...

Şansıma koridorun bitiminde sol tarafta duvarla aynı renk bir kapı gördüm. Koridorun ilerisinden ve arkamdan sesler geldiğinde ne yapacağımı bilemeyerek kapıyı ittirdim ve derin bir nefes alırken etrafı incelemek için arkamı döndüm.

Ağzım şaşkınlıkla aralanırken karşılaştığım yerin gizli bir laboratuvar üssü olmasını beklemiyordum. Işık tek bir yerde yoğunlaşırken bakışlarım tek bir yerde odaklandı. Kaşları hayretle kalkan kızın üzerine.

Beyaz ve ara ara koyu kahverengi renkte saçları olan bir kız, elinde tuttuğu içinde siyah bir sıvı olan laboratuvar tüpünü kırmamaya dikkat ederek tutacaklara koyduğunda hızla bana döndü ve hayretle kalkmış olan kaşlarını çattı. Dudakları düz bir çizgi hâlini alırken konuşmak için ağzını açmadan önce diliyle dudaklarını yaladı.

"Sen!" Sesi bağırmamaya özen göstersede hiddetli çıkıyordu. Kısa saçlarını gereksiz yere düzeltirken yaslandığı masadan doğruldu. Bir adım atarak beyaz laboratuvar önlüğü altındaki biçimli vücudunu gözler önüne serdi. Burnundaki septumu hafifçe kaşıdıktan sonra dikkatini tamamen bana verdiğini göstermek için kollarını göğsünde birbirine sardı.

"Seni Josephine mi gönderdi? Onun için mi çalışıyorsun?" Kaşlarımı çatarak dediklerini anlamaya çalıştım. Sesini kısık tutmaya çalıştığı kadarda buna ters düşecek şekilde hiddeti artıyordu. Ses tonuyla öldürmek mümkün olsaydı, her iki tarafımdanda birer yumruk yemiş kadar afallamış hissederdim.

"Ne, hayır?" Sesim daha çok sorar gibi çıktı. Ne demek istediğini anlamıyordum, onun böyle düşünmesini sağlayan şeyde neydi? Neden her şeyi sorguluyordum, hayatımda hiç olmadığı kadar son iki ayda her şeyi sormaya, sorgulamaya başlamıştım. Gerçekten yorulmuştum. Artık sis perdesinin ardındaki gerçekleri bilmek istiyordum. Her şeyi bilmeyi istediğimi söylesem bile neyi bilmek istediğimden pek emin değildim, sadece gerçekleri istediğimi fark etmem uzun sürmedi. Ama gerçekler ya korkutucu bilgilerden oluşan bir karmaşaysa ve ben onları öğrendikten sonra kendi düşünce okyanusumdan sağ çıkamazsam. Oldukça fazla korkuyordum, oldukça...fazla.

"Gardiyanlar bu kapıdan adımlarını bile atmazlar, Josephine göndermediyse seni kim gönderdi, kim bana ulaşmanı istedi?" Soruları kafamı karıştırıyordu. Burası oldukça gizli ve herkesin ani bir şekilde keşfetmesinden uzak görünüyordu.

Why didn't say it?Where stories live. Discover now