17. Bölüm

256 23 4
                                    


Taht odasındaki meraklı ve ne dediğimi anlamaya çalışan gözler üzerimde dolaşırken bir açıklama yapmam gerektiğini bilmeme rağmen söylediklerimi bir kez daha tekrarladım. Ses tonumu ayarlamak için kısaca öksürdüm.
"Her şeyin başladığı o yere, Lynn Gölüne gitmemiz lazım," dedim sesimi güçlü tutmaya çalışarak.

"Bir şey var, hissediyorum. Bir yoğunluk. Gölette olmasa bile Pauna'nın öldürdüğü insanları daha doğrusu kadınları attığı oyukta bir şey olmalı." Diyerek kaşlarımı çattım, bunu onlara değilde daha çok kendime açıklıyormuşum gibiydi. Neden halüsinasyon görmüştük ki? Hemde sadece ben ve Lexa, evet ikimizin gördüğü halüsinasyonlar farklı olabilirdi ama başka halüsinasyon gören olmadığından bu ilginç oluyordu. İç sesim beynimin içinde dönüp dolaştı ve mırıldandığımı ancak Lexa'nın,

"Üzgünüm,Clarke ama kafamın içindeki Kumandanların gözle görülür bir şekilde başımızın dertte olduğunu söylemeleri için halüsinasyon görmeme gerek yok." Diyerek sesini duygusuz tuttuğunda anladım. Onun bu söylediklerine inanamadım. Beni her zaman desteklerdi ve şu an karnıma bir yumruk yemiş gibi hissettim, yüzümde o kadar belirgin bir hayal kırıklığı vardı ki Titus'ın yüzünde zafer edasıyla bir sırıtış ortaya çıkmasını buna bağladım.

"Üzülerek söylüyorum ki, Wanheda haklı olabilir Heda, Pauna ezelden beridir düşmanımız," diyen Titus'ın tarafsız yüzü neredeyse aklından şüphe etmemi sağlıyordu. Lexa'nın bu konuyu reddedişi bir süreliğine askıya alınırken yine de kararından vazgeçmeyeceğini biliyordum. Üzgünüm Titus ama vazgeçirseydim zaten ben vazgeçirirdim diye aklımdan geçirdim. Neden böyle düşündüğümü bile anlamazken.

"Alie bizim için somut bir tehdit." Diyerek sükunetini korudu Lexa, tamda tahmin ettiğim gibi. Yüzünde garip bir ifade vardı. Gözlerindeki ifade hissizdi. Duygularını nasıl bu kadar iyi saklayabildiğini anlayamazken gözlerindeki çatlaklardan onu gördüm, o küçük kızı. Omuzlarındaki yükü gördüm. Aldığı her nefesi hesaplayışını gördüm. Tutmaya çalıştığı gözyaşlarını gördüm. Kaybettiklerinin arkasından yas bile tutamayışını gördüm. O küçük kızın omzundaki yüke benim sözlerimde ekleniyordu, Pauna'yı teknik olarak öldürmüştü ve şu an için tehdit değildi ama arkasındaki sırrı merak etsemde omzuna bir yük olarak benimde eklenmemi istemedim. Ona hak verdim, Alie konusunda ve diğer her türlü konuda, ona hep hak verirdim, ona hep hak verecektim.

Düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan ses annemin sesi oldu. "Kumandan, ne yazık ki tek tehdidimiz bu değil." Lexa kaşlarını çatarak annemin konuşmaya devam etmesi için işaret verdi. Gergin yüz hatları ürkütücü gözüksede şu an çok...doğru kelimeyi neredeyse bulamıyordum. Sanki doğru kelime yoktu. Her türlü kelime oturabilirdi. O çok...bir kelimeye ihtiyacım yoktu, onun olması bile yeterliydi. Varlığı bile yeterliydi.

"Bu bir tehdit değil Abby, bu iç karışıklık. Ve bu sizin kendi aranızda kazanabileceğiniz bir savaş. Halkının kendi içinde Pike'ı düşürmesini sağlamalısın, bunu ancak o şekilde yenebilirsiniz." Sesi güçlü çıkarken benim bile rahatlamamı sağlıyordu. Ses tonuna ne eklediğini bilmiyordum ama garip şekilde sanki herkese iyi geliyordu. Annemin gerilen yüz hattı bile gevşeyince bu kanıya vardım.

"Halkını şimdilik ikiye ayır ve ittifakı destekleyenleri belirle." Dedi ve aklındaki planı anlatmaya devam etti, "Bundan Pike'ın haberi olmayacak şekilde organize etmen gerek Abby." Diyerek annemi uyarmayı ihmal etmedi.

"Önerilerinizi dikkate alacağım, Kumandan." Dedi annem ve Lexa onu donuk bakışlarıyla onayladı. Bir şey düşünüyor gibiydi. Kısa bir süreliğine bana baktı ve konuşmaya başladı.

"Ayrıca," diyerek başladı ve içine bir nefes çekerken devam etti. "İttifak şu anda kopma noktasında yani Bellamy'nin üç yüz kişilik ordumu öldürmesinden sonra..." sözlerine devam edemeden dişlerini sıktı ve ben gıcırdamasının sesini aramızdaki büyük mesafeden bile duyabiliyordum. Yutkunarak boğazını temizledi.

Why didn't say it?Where stories live. Discover now