26. Bölüm

224 20 14
                                    


Pervasızca içime dolan acıyı bir hışımla dışarı vurma şeklim ne zaman aldığımı dahi hatırlamadığım nefesi derin bir şekilde geri vermemle, burnumdan sıcak hava buharı etrafa yayıldı. Gözüm, aylardır kapalı olduğum sıcak odamdan aniden dışarıya çıkmamla sulanmıştı. Tabii bunun soğuktan mı...yoksa yaşadığım o boktan anı bana geri hatırlatacak kişiyi görmem mi olduğunu bilmiyordum. Bilmek dahi istemiyordum.

Öfkeyle yumduğum gözlerimi açtığımda sakin olmak zorunda olduğumu biliyordum. Ki bunu bana kanıtlayan şey Arkadia Kampındaki neredeyse herkesin gözünün önünde olmaktı, ayrıca her hareketimi en ince ayrıntısıyla tartıp ölçerek inceleyen annemin karşısında öfkemi dışarı vuramazdım. Aksi takdirde birkaç ay daha metalle çevrili ve güneş ışığının dahi girmediği, havasız, basık odaya adım atacak olursam kaybedeceğim tek şey ruh sağlığım olmayabilirdi.

Sonunda, kendimi zorlayarak ses tonumu ifadesiz tutmayı başardığımda konuşmak için ağzımı açtım.
"Onun burada ne işi var?" Sesimi ifadesizlikten alıp merak eklesemde zerre merak etmiyordum sadece sinir hücrelerim gerim gerim geriliyordu. Şu anda onu elli farklı şekilde öldürmek aklımdan geçerken ses tonumun bu denli sakin olması beni şaşırtıyordu. Üstelik şaşıran tek kişinin ben olmadığıma da emindim.

Onun...ölümünden sonra iki ay geçmişti ve ben bu süreçte çok değişmiştim, henüz bunu kimseye söylemesem, söyleyemesem bile biliyordum. Ona benzemek istemiştim, Wanheda'nın aptal savaş boyasının yerine onun savaş boyasını yapıyordum. Aynada kendime her baktığımda onun yüzünü, onun yeşil gözlerini görüyordum, aynı kendi yansımam gibi.

Silah kullanmakta iyi olmama rağmen o her zaman kılıçla savaştığı için bir deli hapishanesine(!) kapatılmadan önce kılıçla antrenmanlar yapıyordum. Şimdi hatırlıyordum. O, ben Lynn Gölüne gizlice kaçmadan önce bir programdan bahs ediyordu! Kendimi onca insanın içinde neredeyse ağlayacakmış gibi hissetmem normal miydi? Onun bahsettiği program, bana kılıç kullanmayı öğretmek, göğüs göğüse dövüşü -yakın dövüş- öğretmekti. Neden bir aptal gibi sabahın erken saatlerinde, sıcacık, hayvan postlu yataktan ve onun yumuşacık kolları arasındab gitme kararı almıştım ki.

Gözümden bir damla düşmeden önce gözlerimi kapattığım an bir görüntü ışınlandı, o değildi bu sefer, bu bir anıydı, son iki ayın anısı...gözlerimi karanlığa kapatmadan öncede sağ göğsümün üzerindeki dövmede gezindi gözüm. Sonrasındaysa anılar bir sürü hâlinde gelip geçti...

Mumların aydınlattığı odamda duvarlar arasında mekik dokuyor, bir sağa bir sola adımlıyordum. İçimdeki ışık her geçen saniye daha da soluyordu, odayı aydınlatan ne kadar mum varsa içim o kadar kararıyordu. İçimdeki ışıkla doğru orantıda kararan gözlerim burdaki anımı sonlandırdı...
gözlerimi açtığımda sesler yoğunlaştı, sesler birbirine karıştı, mumlarla çevrili olan taht odasında olduğumu fark ettiğimde, yavaş yavaş yüzleri kesinleşen insanları da görebiliyordum. Alnına kısa, siyah bir çizgi çizen Titus, alnında Lexa'nın dişli, yuvarlak pulu olan Aden, muhafızlara bir şeyler anlatmaya çalışan Indra, elimi önüme doğru uzattım ve gözümün önüne getirerek şu anki olduğum bedenin kendim olup olmadığından emin olmak istedim, çünkü olamıyordum. Beynime sürekli vuruluş anı ve kollarımın arasında yere düşmesi...geliyordu. Oturduğum büyükelçi tahtından kalktım, gözümden bir damla akarken boğazımı sıkıyorlarmış gibi hissettim.

"Kesin şunu! O ölmedi! Başka Kumandanı istemiyorum..." gözyaşlarım ulu bir ağlamaya, ağlayışlarım hıçkırıklara dönüşürken sinir kriziyle yere atılmadan önce ağzımdan kesik kesik bazı kelimeler daha döküldü.

"Onu istiyorum."

~~
Onun kaybı çok şey ifade ediyordu, yaşantılarıma dönüyor ama kendi iç dünyamda her zaman onu düşünüyordum. Onu her düşündüğümde her seferinde fark etmeden yanağımdan bir yaş süzülüyordu. Yanaklarım o kadar alışmıştı ki bu duruma hissizleşmişti artık farklı gelmiyordu, asıl ilginç olanı kuru olduğu zamandı.

Why didn't say it?Where stories live. Discover now