33. Bölüm

260 16 13
                                    


"Kraliçe Josephine'nin önünde eğil, küçük pislik!" Kulaklarıma ulaşan sesle kaşlarımı hayretle kaldırdım. Bu imkansızdı. Karşımdaki kızın Lexa olduğuna emindim...o Lexa'ydı. Kahverengi saçları düzleştirilmiş ve asimetrik şekilde çoğunluğu sağ tarafına ayrılmıştı. Gözlerinde turuncu-kahve tonları arasında boyalar vardı? Makyaj mıydı? Yeşil gözlerini daha da belirgin kılarken dudaklarının parlaklığını gördüğümde yutkundum.

Ayağa kalkarken üstündeki siyah, parlak kumaşlı elbiseyi yeni fark etmiştim. Onu...çok seksi gösteriyordu. Önüne düşen saçlarını kulağının arkasına attıktan sonra kollarını bağladı ve sağ kolundaki dövmesi açığa çıktı...aynı zamanda hafif belirgin olan kol kaslarıda.

Eliyle işaret ettiği üzere kollarımdan tutan gardiyanlar ayağa kalkmamı sağladılar.
"Wanheda'yı hazırlayın ve odama getirin," lakabımı nereden bildiğini anlamaya çalışırken bakışlarını takip ederek belimdeki hançerin kabzasındaki yazıları okuduğunu anladım. Onda garip ve tanımlayamadığım bir şey vardı, çok yabancıydı. Mesela Lexa bana asla kollarını birbirine dolayıp kibirle bakmazdı.

Gardiyanların kolumdaki tutuşları zayıfladığında bunu fırsat bilerek afallamalarını sağladım ve ellerinden kurtuldum. Sonrasında arkasını dönen kızın önüne geçtim.

"Lexa?" Diyerek ona sorgulayan gözlerle bakıyordum. Elimi belirgin elmacık kemiklerine koyduğumda gözümden hızla bir damla aktı. Sadece umdum, beni tanımasını, ona karşı olan özlememimi anlamasını, ama o o kaşlarını çatarken bu konuda hiç yardımcı olamadı.

"Neyden bahs ediyorsun?" Anlamayarak bana baktığında kalbimin üzerinde milyarlarca ağırlıkta kayalar hissettim. Bana neden bir yabancıymışım gibi davranıyordu? Muhafızlar neden ona Josephine demişti? Aklımı kaybediyor olmalıydım. Evet, evet aklımı kaybediyordum...burasının oksijenine daha alışamamıştım. Kesinlikle başka açıklaması olamazdı, değil mi?

Dudaklarımın bana ihanet ederek büzüştüğünü ve çenemin titrediğini hissettim. Büzüşen dudaklarımı ısırırken gözümden yaşların akmaması için mücadele vermeye çalışıyordum. Ona doğru bir atak yaptım ve kollarımı boynuna doladım. Kokusu o değildi, görünümü ondan oldukça uzaktı, teni bile o değildi. Ama yinede sarıldım, içinde bir yerlerde onun olduğunu umdum. Ne aptal ve acınası bir umuttu.

Afallayarak donup kaldı ve boynundaki kollarım gevşerken belimdeki kollarını hissettim. Geri çekilmemi engelledi. Kulağıma yakın bir yerde nefesini hissedince ağzımdan boğuk olarak çıkan hıçkırıkların varlığını henüz yeni fark ediyordum.

"Ben o değilim, Wanheda," gözlerimi yumdum. Peki neden o olmadığı halde bana sarılıyordu, sesi neden paranoyak olduğumu gösterircesine duygu yoğunluğundan boğuktu? Lakabımı hançerin kabzasından anlamış olabilirdi ama diğerleri? Kalbimin hızlanmasını hiçbiri durduramadı, gözlerimi yumdum ve o anın verdiği huzura tutunmak istedim. Ama yapamazdım. Beynimdeki beni yiyip bitiren düşünceler buna izin vermezdi.

Hiçbir şey diyemedim, ne biliyorum demek istedim ne de bunu kabullenmek. İki ay öncesinde kollarımda somsoğuk bedeninin titrediğini hissederken şu anda yapmak istediğim şey ona daha çok sarılmaktı, o olmasa bile. Pekala, bu çok acı vericiydi.

Ondan yavaşça ayrıldığımda yüzündeki soru işaretlerinin soru sormasına bile gerek olmadığını düşündüm. Gözleriyle ne demek istediğini oldukça iyi anlatıyordu.

Gardiyanlar ben fark etmeden hızla iki tarafımdan kollarımdan tutacakları sırada karşımdaki yeşil gözler tek elini kaldırarak onları durdurdu. Ona ne şekilde hitap edeceğimi bilmiyordum. O Lexa olmadığını söylüyordu ve ona, onun muhafızları 'Kraliçe Josephine' diyordu. Ona Josephine demenin ne kadar acı verici olacağını biliyordum. Ona nasıl hitap edeceğimi bilmiyordum.

Why didn't say it?Where stories live. Discover now