21. Bölüm

224 24 0
                                    


Clarke sabahın erken saatlerinde -güneş doğmadan önce- aklındaki sorulara cevap bulmak amacıyla sıcacık hayvan kürklerinin ve onun kollarının arasından çıktı. Her ne kadar kalıp ona sarılmaya devam etmek istesede beyninin içini yiyip bitiren şeyler buna izin vermiyordu. Beyninde dolanan sesler onu hatrı sayılır derecede rahatsız ediyordu.

Yatakta gülümseyen bir yüz ifadesiyle uyuyan Kumandana baktığında dolgun ve öpülesi dudaklarını öpmemek için beyninde bir iç savaş çıkarmıştı. Şu anda onu öpemezdi çünkü öperse uyanacaktı ve daha önemlisi Clarke öpmeyi bırakamayacağı için gitmekte kararlı olan iç sesine itaat edemeyeceği için kendine güvenmiyordu.

Ona haber vermeden ayrılmak istemiyordu ama Kumandan onun tek başına Lynn Gölüne gitmesine asla izin vermezdi. Ama Clarke bir tehlike varsa bile Lexa'nın buna batmasını, onun tehlikede olmasını istemiyordu. Bu yüzden bu işe Lexa'yı hiç dahil etmemeyi düşünerek Heda'nın görkemli odasından çıkarak kendi odasına doğru adımladı. Hava halen karanlıktı ama sabah saatleri olduğu yıldızların belirginliğini yitirmesinden anlaşılıyordu.

Odasına girdi ve yatağının hemen karşı tarafındaki açık raf sistemli tahta dolabına doğru adımladı. Kumandana ne kadar teşekkür etse azdı, ona en az kendisininki kadar büyük bir oda, odanın içini güzellikle bezeyen mumları, karyolası ve odanın farklı yerlerdeki tek kişilik oldukça rahat olan koltukları...ona minnettardı. Onu koruması,sahip çıkması,bakışlarıyla bile destek vermesi...kimsenin ona o şekilde baktığına tanık olmamıştı. Finn'in bile. En yakın arkadaşı Bellamy'nin bile,ama Bellamy'nin ona karşı söylediği sözler kırıcıydı. Hemde çok.

"Lütfen sen başa geçme Clarke...çünkü sen başa geçince insanlar ölüyor. Gerçi insanlar sen başa geçmesende seni korurlarken ölüyorlar!"

Bu sefer böyle bir şey olmayacaktı, başa geçmiyordum ve kimsede beni korumaya çalışmayacağı için ölmeyecekti. Buna izin veremezdim, bu her ne kadar kırıcı sözler olsada Bellamy haklıydı.

Yinede bu konuda haklı olsa bile onları korumaya gelen üç yüz kişilik masum kişilerden oluşan insanları katletmesi ve bunu savunması beni bile üzmüşken, Lexa'nın ne hissettiğini anlayamazdım.

Düşüncelerimin arasından sıyrılıp üzerimdeki bordo, ince kumaşlı, uzun elbiseyi çıkardım. Onun yerine bacaklarımı tamamiyle saran solgun siyah renginde bir kot giydim. Üzerime her zamanki süveterimi giyerken aynı günde geri dönememe ihtimaline karşılık olarak siyah bir deri ceket geçirdim. Siyah botlarımıda giydikten sonra Lexa'nın özel olarak hazırlatmış olduğunu düşündüğüm dolabın alt bölmesindeki silah seçeneklerime baktım.

Gözüme bir hançer iliştiğinde merakla uzandım ve elime alarak incelemeye başladım. Gümüşten bir hançerdi üzerindeki spiral çizgilerin ortasında keskin hatlarla yazılmış harfler vardı. 'Wanheda' yazıyordu. Bu hançeri daha önce silah bölmesinde görmemiştim. Yeni koymuş olmalıydılar. Hançere özel bir ilgi duyarak onu kotumun kemer kısmına sabitledim.

Lynn gölünde önüme ne çıkacağını ya da nasıl bir senaryoyla karşı karşıya geleceğimi bilmediğimden uzak dövüş için yanıma kendi silahımı aldım ve hançerimin tam tersi taraftaki boşluğa sabitledim. Ayrıca yanıma yiyecek bir şeyler ve en önemlisi yiyecekten daha fazla su almıştım. Çünkü hiçbir şey bilmesem bile bir şeyi artık çok net anlamıştım: Lynn Gölünden asla su içmemeliydim. Nedenini bilmesemde iyiliğim için bu doğru seçenek olacaktı.

Yanıma aldığım yiyecek ve suları siyah sırt çantasına iyice sabitledikten sonra,kafama ipek kumaştan kahve-krem tonlarında bir şal alarak kafamın etrafına sardım. Sabahın çok erken saatleri olsada Polisten ayrılırken beni hiç kimsenin görmemesi gerekiyordu.

Why didn't say it?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin