12. Bölüm

233 18 0
                                    


İki hafta öncesi...

Titus sabah olur olmaz muhafızlarla birlikte atlarına binerek yoluna devam etti. Orman sabahın bu saatlerinde çok sakindi. Bir saat kadar sık ağaçların bulunduğu alanda her bir köşeye bakarak ilerlediler. Yüksek bir dağ görüş alanlarına girdi. Ağaca bağlı ve ölü hatta leş olarak yerde yatan iki tane at gördüler. Ayakları parçalanmış ve kafası kopmuş göğüs kısımları parça pinçik edilmiş vaziyette yatıyorlardı. Bir hayvan saldırısına uğramış gibiydi. Titus o sırada dağın çeyreğinden aşağısındaki kısmın siyah lekelerle aşağı doğru sürdüğünü gördü. Yaklaşıp parmağına sürdü ve kokladı.

"Bu kan," dedi ve şüpheyle tekrar kokladı tamamen emin olmuştu.

"Eğer Heda'yı sağ salim bulamazsanız bunu hayatınızla ödeyeceksiniz!" Diyerek söylendi Titus, Muhafızlardan biri konuşmaya başladı,

"Çok uzağa gitmiş olamazlar, bu çevrede olduklarına eminim." Diyerek diğer muhafızlarla beraber dağın sol tarafından ilerlemeye başladılar. Çok geçmemişti ki büyük bir göletin olduğu yere geldiler. Göletin suyu coşkuyla akıyordu arkasında kalan orman ise buna tezat düşerek çok kasvetliydi. Sabah erken olmasından dolayı ormana bir sis çökmüş ve normalinden de fazla bir ısı kaybı yaşanmasını sağlıyordu. Ormana ilerledikçe muhafızlar ceketlerine sarılmaya başladılar.

Ormanın ortasına doğru yaklaşırken ağaçlar bir yerde neredeyse tamamen azalıyordu. Üst üste insanlar ölü bedenleriyle atılmıştı. Yaklaşıp insanları incelediler bulundukları yer bir oluktu ve insan dedikleri kişilerin gördükleri kadarının hepsi kadındı. Bir canavar neden sadece kadınları avlardı ki? Ayrıca dikkatli bakınca onlu yaşlardaki kız çocuklarınında ölü bedenleriyle bu seremoniye katıldıkları görülebiliyordu.

"Heda eğer bu kadınların arasındaysa sizede böyle özel bir çukur hazırlatacağım emin olun,"
Derken bir kadın sesi duyuldu, vadinin oradan geliyordu.

"Yardım edin, kimse yok mu?"

***

"Ne düşünüyorsun Thelonious, acılarını geçmişte yaşadığın sıkıntıları ve hatta Oğlun Well'si unutturucak olan bu elimdeki sizin tabirinizle çip denen cihazda." Dün akşam gösterdiği çipten sonra Alie, sabaha kadar yorgun ve neredeyse gözleri kapanacak gibi duran Jaha'yı ikna etmeye çalışmıştı.

Jaha'ya bu hiç mantıklı gelmiyordu, bir çip yutacaktınız ve o çip sizi Işık Şehri adlı sadece zihninizle giriş yapabileceğiniz bir yere götürecekti. Zihin işi ona baya riskli gelmişti.

"Bak Thelonious, eğer bu çip işe yaramasaydı, Becca kıskançlığından beni bu adadaki eve hapsetmezdi." Dedi Alie ezelden gelen bir sinirle.

"Yaratıcın seni buraya hapis mi etti?" Jaha daha da kararsızlaştı. Alie kafasını çok karıştırmıştı. Becca tam olarak kimdi ve neden yapay zekasının çipini kıskanacaktı?

"Bak Thelonious, Işık Şehri'ni buldum ve insanların zihinlerini oraya taşıyacağım, burda bedenin ölse bile orda barış ve huzur içinde zihnin yaşayacak. Öldükten sonra ruhun karmaşayla yerini bulmaya çalışmayacak." Dedi Alie ama Jaha'nın bir şey daha söylerse inanacağını da hissetmişti.

"Oğlun Wells," dedi Alie, "O bu çipi almanı ve hep onunla olan iyi anılarını hatırlamanı isterdi çünkü bu çipi yuttuğunda tüm acıların geçicek hem fiziksel hem ruhsal acıların."

Jaha, Alie'nin uzattığı hapı aldı ve gözlerini kapatarak diline bıraktı. Boğazından kayıp geçen sert ve oval cihazın yemek borusundaki köşelere takılıp tekrar devam etmesi bir süre devam etti. Sonra midesine ulaştığında bir kıvama geldi ve mideden beyne doğru ilerleyen bir damar bularak birkaç dakika sonra omurilik soğanının altında ve enseninde biraz yukarısında bir yere kendini yerleştirdi.

Why didn't say it?Where stories live. Discover now