15. Bölüm

276 28 6
                                    


"Üşümüyorum,üşümüyorum." Fısıltılarımı elimin içine doğru üflüyordum. Nefesim dahi soğuyordu. Gözlerimi kapatıyordum. Gözyaşlarım yanaklarımdan akıyor çizdiği yolda ilerleyerek boynuma varıyordu. Biri, biri beni bulmalıydı.

Sesim benden habersiz çıktı, "Nerdesin Heda?" Sesimdeki umut kırıntıları gerçekten bir ahmak olduğumu gösteriyordu. Beynim bile sesimdeki umudu duyunca bana acır gibi bakıyordu bunu hissedebiliyordum.

Birkaç dakika geçmeden kapıda bir hareketlilik hissettim. Sonrasındaysa kapı açıldı. Bir ara gerçekten sonumun yanımdaki iskeletler gibi olacağını sanmıştım. Çok üşüyordum, çok. Beynim inanmak istediği şeye inanıyordu ama daha fazla 'üşümüyorum,' diyemezdim çünkü artık hissetmiyordum. Dudaklarımın morardığına o kadar emindim ki. Ama elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Kafamı dahi kaldıramıyordum. Kimin geldiğini bu yüzden bilmiyordum. Donup kalmış gibiydim. Her iki tarafımdanda tutup ayağa kaldırmaya çalıştılar ama oturduğum yerden saatlerdir kalkmamıştım. Tenim birbirine yapışmış ve top gibi içe kıvrılmıştı ayrıca ayağa kalkacak gücüde kendimde bulamıyordum.

Birkaç dakika boyunca iki kişi hiç durmadan beni ayağa kaldırmaya çalıştı ama bir türlü olmuyordu. Ayağa kalktıktan sonra dizlerimin bağı çözülüyor ve anında yere düşüyordum. Korumalardan biri bu sefer beni kucağına aldı ve hücreden çıkardı.

Kapıdan çıkarken ayakta bekleyen ve elleri birbirine kenetlenmiş olan Titus'ı gördüm. Yüzü asıktı sanki, azarlanmış gibi gözüküyordu. Tam emin değildim ama yüz ifadesine bakan her kimse bariz şekilde bunu anlardı.

"Wanheda'yı, Heda'nın odasına götürün!" Dedi sesinde de bi azarlanılmış tınısı vardı. Ama hiçbir tepki veremiyordum. Ölü gibiydim sanki.

Beni taşıyan koruma ilk önce merdivenleri tırmandı. Neredeyse elli kat kadar beni kucağında taşıyarak çıkardı, ayağa kalksam bile elli kat çıkana kadar muhtemelen düşmüş ve merdivenlerden yuvarlanmış olurdum. Acaba ben bunları nasıl düşünüyorum diyede sordum kendime çünkü beynim buz tutmuş gibiydi.

Elli dördüncü kata çıktığımızı korumanın birkaç saniye kadar soluklanıp bu sefer dümdüz koridorda ilerlediğinde anladım. Gözlerim kapalıydı, hislerim açıktı. Beni taşıyan korumamın yanında başka korumalar olduğunu kapıyı başka biri açtığında anladım.

"Heda, emrettiğiniz gibi," Titus'ın sesini duydum. Sonrasındaysa asıl duymak istediğim ses kulaklarımdaydı.

"Clarke," sonrasında bu ses devam etti,

"Onu yanıma getirin," dedi ve beni taşıyan koruma ilerledi, sırtım yumuşak yatakla buluşunca gözümden tutamadığım yaşlar akmaya devam etti. Hâlâ top pozisyonunda olan bedenime değen elle irkildim.

"Hepiniz dışarı!" Az önceki narin sesin yerini korkunç bir kükreme aldı ve sonrasında da ekledi. Kindar bir ses tınısıyla: "Seninle de sonra görüşeceğiz Titus,"

Herkes Heda'nın odasından çıktı ve o az önceki halini yeniden almıştı. Kaplandan yine kediye döndü. Onun bu değişimini görmek, bilmek ve hissetmek eşsiz bir şeydi. Tepki verememem onu daha çok endişelendiriyordu ki bunu sesine yansıtıyordu. Gerçi benimleyken ses tonundan tüm duygularını anlayabiliyordum. Unutmayın kumandanların aldığı ilk eğitim duygularını gizlemeyi öğrenmekti.

"Clarke," eli nazikçe saçlarımda geziniyordu. Saçımdan yüzüme, şakaklarıma gelince:
"Donuyorsun," dedi. Hayır...donmuyorum...sadece çok soğuk.

Üzerimi koyun postlarıyla örttü ve kollarının arasına aldı. Kafamı göğsünün üzerine yasladı.

"Geçecek Clarke, geçecek," diyordu mırıltılar halinde ilginç olanıysa bunu sanki bana söylemiyordu. Kendi inandığı şeyi kendine fısıldayarak ayakta kalmaya çalışır gibiydi.

Why didn't say it?Where stories live. Discover now