29. Bölüm

169 20 5
                                    


Deri kapaklı, kahverengi defteri yastığımın altından çıkardığımda kalp atışlarımın sesi nefes alış verişlerimin derinliğine gizlenmek istedi. Elimde yer edinen defteri açtım. Beni solgun yaprakların üzerinde, dağınık bir el yazısı karşıladı. İç içe geçmiş harfler, ingilizceyle trigedasleng karışımı yazılar. Ve hatta bazı ilginç semboller.

Kafasının içindeki binbir çeşit düşünceyle olan çatışmasında Kumandanların ona vermek istediği akılı, zihninde yer edinen tecrübelerinin diğer ikisiyle olan karışıklığını hissettim. Yaşadığı her şey, düşündüğü her şey bu defterdeydi. Gözlerimi yumdum.

Çevirdiğim diğer sayfada geçen isim hızla yutkunmama sebep oldu...Costia bana ondan hiç bahsetmemişti. Finn benim için neyse Costia'da onun için oydu. Merakla satırları okumaya daldım. Kelimelerin dağınıklığı bunu engellesede kendimi trigedasleng de geliştirmiştim.

Rüyamda korkunç şeyler görüyorum, yapayalnızım, hiç aydınlanmayan ormanda tek başıma kalmış gibiyim. Kumandanların anıları beni bir türlü bırakmıyor. Sheidheda kafamı bulandırıyor, tarihin en karanlık zamanlarında ailemi katletmesi...ama zayıflık gösteremem çünkü ben Kumandanım. Kumandanlığımın üçüncü yılını doldurmak üzereyim. Anya'nın bana öğrettiği şeyleri uygulamak zorundayım. Şu anda düşünmem gereken tek şey on iki klanın tek bir Koalisyon olması. Ben Trikrudan Lexa ve hiç kimseye duygularımdan açık veremem. İçimi garip bir duygu sarmalıyor ve ben bunu keşfetmeye korkuyorum.

Merakla diğer sayfayı çevirdim.

Yönelimimin kızlar olduğunu öğreniyorum, vay canına bu çok garip. Bunu ilk kez Costia bugün bana destek olmak için sarıldığında karnımdaki kelebeklenmeden anlıyorum. Kafam karışıyor çünkü Kumandanken toplantılar haricinde dışarı çıkamıyorsunuz ve kendinize özel bir hayatınız olmuyor. Şimdiye kadar hiçbir insana karşı sevgililik anlamında birinden hoşlanmadığım için cinsel yönelimimi anlayamamıştım. Bu gerçekten benim için hâlâ çok yeniydi. Halk hakkımda ne düşünecekti. En önemlisi Costia...onun hisleri benim için önemliydi. Her şeyimi danıştığım akıl hocama bunu utanarak söylüyorum, o ise cinsiyeti değil kişiyi sevdiğimi söylüyor. İçimde garip bir rahatlama hissediyorum. Ama garip olan bir şey var, insanlar...onları içimden gelen bir arzuyla sürekli kararlarımı sorgulamamaları için uyarıyorum, dilime yapışıp gidecek bu cümle, kararlarımı sorgulayamazlar.

O hissi biliyordum, ilk kez onunla ilgili bir arkadaştan daha fazlası olabileceğimi düşündüğümde anlamıştım. Bir kalıba sığdırmasam bile dudaklarımdaki çilek tadındaki dudakları garipti. Finn'den sonra birinden özelliklede bir kızdan hoşlanmak tuhaftı ama bu giderek içimde büyüyerek hoşlantıdan daha büyük yerleri ateşliyordu. Gözlerimden yaşların akmasına engel olamazken sayfaları daha ileriye çevirdim.

Kumandanların hiçbir şeyi umursamaması gerekir çünkü eğer birini sevip onu umursarlarsa bu onların sonunu getirir. Gecesinde bana sarılarak uyuyan Costia, sabahında Azgeda tarafından kaçırıldı. Kaçırılmasına o kadar üzülüyordum ki ama zayıflık göstermemem için yalnızken bile gözümden bir damla yaşın düşmesini engelleyen içimdeki Kumandanlar vardı. Kafayı yemek üzereydim. Sevgi zayıflıktı, bunu bir daha asla yapmayacağım.

İlk tanıştığımız zamanlarda bana sürekli söylediği sevgi zayıflıktır mottosunu düşündüm. Bunu söylemesinin sebebi onun için çok ağır olmalıydı. Hayat şartları onu gerçekten çeşitli şekillerde yontmuş ve acımasız olmaya itmişti. Nasıl bir kaderdi bu? Onun ne suçu vardı?

O an aklımdan farkında olmadan bir dilek tuttum, gerçekleşmesi imkansız olsa bile: "Umarım, seninle benim bir gün halkımıza hiçbir borcumuz kalmaz, Heda," gözyaşlarımın sardığı yanaklarımı kontrollüce silerek defteri ıslatmamaya çalıştım. Başka bir sayfaya çevirdim.

Kendime verdiğim basit bir sözü bile tutamıyorum, Anya öldüğünden beri kafam darmadağın. Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Biri var, kalbim çok hızlı atıyor, tehditkar ve fark etmeden bakışlarında baştan çıkarıcılık olan biri. Bir sarışın, sarışınlar genellikle Buz Ulusunun gen yapısına uygun olurdu. Ama o farklı, o gökyüzü halkından, gökyüzünden, binlerce yıldızın kayıp benim için tuttukları dileklerin kabul olması gibi. Gökyüzü sanki onu bana göndermiş, yeryüzüne benim için inmiş gibi, bu çok bencilce...

Yanaklarımda kuruyan yaşlar yerini tazelerken hıçkırıklarım odayı doldurdu.

Dayanadım. Onun benimle kalmasını farklı bir yöntemle söylemek için generallerimin, Weather Dağı için yaptığımız toplantı bittikten sonra toplantı odasından ayrılmalarını bekledim. İttifak er ya da geç sonlanacaktı...ve onla bir daha asla görüşemeyebilirdim. Kendimi topladım, beynimdeki karışıklıkla tepkisinin ne olacağını ilk kez umursamadan sadece onu öpmek istedim. Mum ışığında parlayan dudakları kalbimi hızlandırırken, dışarıdan gelen sinyal sesi buna engel oldu.

Defteri okumaya daha fazla katlanamadım, yastığımın altına geri koyarken hıçkırıklarım devam etti. Beynim bir kez daha tekrar etti: o beni çok erken sevmişti bense onu çok geç sevmiştim.

***

"Ne demek hissetmiyorsun? Derin nefes al, ritüeli eksiksiz yerine getirdim," Titus'ın konuşmalarına karşı tepkili olan Aden'ı kaşlarımı çatarak izliyordum.

"Tamam, üzgünüm Heda. Sadece sakinleşin lütfen Lexa Kom Trikru'nun ruhunun Flame'e yeni yerleştiğini unutmayın." Onların konuşmasına arkamı çevirdim. Daha fazla dinlemek istemiyordum. Kalbime batırılan binlerce ucu sipsivri iğneyle odama doğru adımladım.

***

Lexa'nın defterinde yazının yetmediği ve sembolle kendini ifade ettiği sayfalardan birine gelmiştim. Kafasındaki karışıklığı kalem yoluyla defterine geçirdiğini düşünüyordum. Ama semboller garipti, demek istediğim daha sihirsel olmalarını bekliyordum. Daha modernlerdi. Bu yüzyıla ait değilmiş gibiydi.

Bir satır boyunca yedi tane sembol vardı. İlki açık bir göz, ikincisi kapalı bir göz, üçüncüsü içi siyaha boyanmış bir yuvarlak, dördüncüsü -güneş olduğunu düşünüyordum- içi boş yuvarlağın etrafını çevreleyen kısa çizgiler vardı. Beşinci sembolde sağa yatık bir yuvarlak ve sağa yatık olduğunu düşünmemi sağlayan sol tarafındaki çizgi, eğer doğru tahmin edebiliyorsam sanırsam o büyüteç gibiydi yani benziyordu. Altıncı sembol üç tane ışıltıya benzer semboldü yıldıza benziyorlardı. Yedinci sembol sola yatık bir el feneriydi ve ucundan ışık saçtığını gösteren bazı işaretler vardı. Tabii başka bir şeyde olabilirlerdi ben kendimce benzettiğim şekillerde ifade etmiştim. Onun o an hangi psikolojiyle bu sembolleri çizdiğini asla bilemezdim.

Sembollerden hiçbir anlam çıkaramazken yastığımın altına geri koymadan önce bugünlük bir sayfa daha okumaya karar verdim.

Tekrar olmasına izin veremem, onunda sonu Costia gibi olamaz. Mektupta açıkça Kraliçe tarafından esir alındığı yazıyordu. Bana karşılık onu serbest bırakacaklardı. En azından kurtulma ihtimali vardı. Onu kurtarmak için her şeyi yapardım...

Hafifçe duraklayan yazı birkaç satır altta devam etti.

Eğer bunu okuyorsan...bana kimin o mektubu yazdığını bulmalısın Clarke, içimdeki Kumandan Becca Pramheda korkunç şeylerin olacağını söylüyor. Bu yüzden sana bu notu bırakıyorum. O mektubun sahibini bul ve sembolleri ona göster. Mektubun sahibi hangi semboller olduğunu biliyor.

Beynime kan gitmiyordu, içime derinlemesiye oksijen çekerken yine de yetersiz olduğunun farkındaydım. Neler olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu? Lexa beni Azgeda Sarayından kurtarmak için gelmeden önce bana böyle bir not bırakıyordu. Titus'ta bu kitabı bana ulaştırıyor.

Mektubun sahibini bulmamı istiyordu ama neden? Mektubun sahibi elbette Roan'dı bana bunu kendisi söylemişti ve anlattığında zaten mantık örtüşüyordu. Lexa, beni mahzenlerin dışarıya doğru ulaştığı karanlık koridorda buluyor ve çıktığımızda Roan onu muhafızlarıyla bekliyordu. Ayrıca Kraliçe beni kaçırttıktan sonra zindana attırmadan önce Roan Pauna'yı Lexa'nın öldürdüğünü söylemişti. Pauna'yı bu denli önemli yapan şey neydi?

Defterdeki sembolleri açtığımda altı sayfadada farklı farklı satırlarda semboller vardı ve hangisinden bahsettiğini anlamıyordum. Ama Roan biliyordu. En azından Lexa'nın bıraktığı not buna işaretti. Ayrıca neden not bırakmıştı?

Why didn't say it?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin