Ulu tanrılar! Vakit gelmişti ve ben...ben sağlıklı düşünemiyordum. Elim Ayağım birbirine dolanıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum! Plan...plan neydi?! Tanrım! Burada ölmek istemiyordum!
Sakin ol, bebeğim. Sadece sakin ol... Başaracaksın. Arkandayız...Baban ve ben her zaman arkandayız...

Bu ses... Annem... Benle konuşuyordu. Sesi öyle bir huzurluydu ki. Bana öyle bir cesaret veriyordu ki... Sanki koca bir orduyla çarpışabilir mişim gibi hissediyordum. Ya da dev bir tanrı'yı gözümü kırpmadan öldürebilir mişim gibi....

Derince bir nefes aldım ve içimdeki o sese - annemin sesine- herşeyimle tutunarak planımın ilk aşamasını uygulamaya geçtim. Kendimi alelacele döşeğe, yüzüm duvara dönük olarak attım.

Bir dakika sonra hücrenin ana kapısı gıcırdayarak açıldı, ardından cızırdayan florasan lambalar yandı. Anahtar şıkırtısını duyduğumda ise kıpraşmamak için kendimi zor tutuyordum. Elim avcuma tamamen sığmayan paslı dev çivinin sapını sımsıkı kavramıştı. Sakinleşmek ve titrememi önlemek için bir kaç kesik nefes aldım.

Scott olduğunu tahmin ettiğim kişi hücrenin kapısını açıp içeri girdi ve ardından kapıyı geri kapadı.

"Günaydın, küçük kaltak..."

Bu kesinlikle Scott'ın sesiydi. Sesinin, o mide bulandırıcı tizliğini ta iliklerime kadar hissetmiştim. Vücudumda ki her bir adele harekete geçmek için adeta kasılıp titriyor, adrenalin kanımda deli gibi kükrüyordu. Kendimi sıkıp tamamen hareketsiz kalmaya çalıştım.
Bekle....şimdi değil...yaklaşmasını bekle...

Beynim bana talimatlar gönderirken nefes almayı bırakmıştım. Annemin sesi kadar beni sakinleştiremese bile kendi iç sesimi dinlemek hiç değilse kontrolü kaybetmememi sağlıyordu. Scott ve adım sesleri yattığım döşeğe doğru yaklaşırken gözlerimi yumdum.

"Hey, burası gerçektende bok gibi kokuyor, kaltak...tam da layık olduğun yer."

Biraz daha yaklaştı...

"Ne o uyanmaya niyetin yok mu?... Eh, bende birazdan öleceğimi bilsem hiç değilse bir kaç dakika daha uyumak isterdim."

Bu defa usulca döşeğin kenarına oturdu. Bacağımın biri onunkine hafifçe değiyordu ve bu bile midemin bulanmasına yetiyordu. İblislerden işte bu kadar çok tiksiniyordum.

Scott'un ağır ellerinden birini kolumda hiseddince neredeyse ani bir refleksle öğürüyordum ki kendimi zor tuttum. Hızla beni sarstı ve sırt üstü yatmamı sağlayacak şekilde döndürdü.

"Hey! Sana diyorum... Kalksana artık!"

Kılımı bile kıpırdatmadım. Kirpiklerimin arasından yüzünde ki şaşkın ifadeyi görebiliyordum. Öyle komikti ki...

Kolumu bir kez daha sarstığında yüzünde ki panik artık daha da belli oluyordu. Yüzünü benimkine biraz daha yaklaştırdı.

"Mia?"

Aramızda ki mesafenin azlığı giderek gerilmeme sebep oluyordu. Usulca sağ elimdeki çiviyi sıktım.
Bir...

Öldüğümü düşünmeye başlamış olacak ki, irisiz gözleri fal taşı gibi açıldı.
İki...

Ardından kaşları telaşla çatıldı.
Üç. Şimdi!!

Bir anda yerimden öyle hızlı fırladım ki, Scott dengesini kaybedip döşekten yere yuvarlandı. Döşekten hızla inip, Scott daha yerden kalkamadan üzerine oturdum. Tıpkı onun beni ısırdığı zaman yaptığı gibi kollarının üzerine basarak etkisiz hale getirdim ve elimdeki çivinin sivri ucunu boğazına dayadım. Çivinin titanyum olmaması benim için kötü bir dezavantajdı ancak bu ona zarar veremeyeceğim anlamına gelmezdi. Eh, iblis bile olsa, kim boğazına paslı, dev bir çivi sokulmasını isterdi ki?

Melezin GölgesiWhere stories live. Discover now