10-) Duygular

3.3K 266 144
                                    


Bölüm On

Her şeyi soyut algılamak.

Sanki, uzun ve derin bir rüyadaymışım fakat rüyada olduğumun farkındaymışım gibi bir serüvendi bu. Kıpırtılar, sesler duyuyor, bedenimde karıncalanmalar hissediyordum fakat bir türlü uyanıp da neler olup bittiğine bir açıklık getiremiyordum. Yalnızca zihnimin derinliklerinde sürükleniyordum. Sıcacık, güven veren, taze bir hissiyatı bu. Buna sarılıp sonsuza dek böyle kalmak da istiyordum artık uzuvlarımı hareket ettirebilmeyi de.

Bu kararsızlık, bu çatışma içerisindeyken bilincim anca tam olarak yerine gelebilmişti. Başta varlığını hissettirmese de her bir saniye yavaşça vücuduma akın eden, yayılan acı, nihayetinde beni şoka maruz kalmışçasına gerçek hayata döndürmüştü. Oldukça can yakıcı bir süreçti bu. En küçük noktama kadar ulaşmayı başarabilmiş bu acı, henüz daha gözlerimi açamadan dahi dişlerimi sertçe birbirine bastırmama, varlığını zar zor hissedebildiğim ellerimi yumruk yapıp tırnaklarımı avuç içime bastırmama sebep oluyordu.

Böylece cebelleşirken birkaç dakika boyunca, sonunda derin bir nefes alıp aralamıştım yavaşça gözlerimi. Sanki, bunca zaman boyunca nefes almıyormuşum da bu ilk nefesimmiş gibi, kalbim hızlanmaya, ciğerlerim biraz daha fazla oksijen için yalvarmaya başlamıştı. Burnum tıkalı gibiydi, nefes alış verişim düzensizdi. Göğüs kısmım feci halde ağrıyor, bu ağrı daha kendini unutturamadan ise sol ayak bileğimin sızısı başımı döndürüyordu.

"Uyandın demek sonunda." Bu sesi duyduğum vakit kavrayabilmiştim nerede olduğumu çünkü bundan öncesinde, gözlerim açık dahi olsa acıdan başka düşünebildiğim ve kavrayabildiğim bir şey yoktu.

"Sen?.." diyebilmiştim çatallı sesimle yalnızca. Ona bakmaya çalışırken hafifçe başımı yukarıya kaldırmış, bu sefer de boynumun ağrımasına vesile olup acıyla inleyerek kıpırdamamaya çalışmıştım.

"Ben?" diye sordu o da gülerken. Yine o imalı, sanki hakkımda kimsenin bilmediği sırlar biliyormuş gibi tehditvari olan gülümsemesini seriyordu. Üstünde beyaz, ince bir tişört vardı. Saçlarının uçları ıslaktı, birkaç küçük damla arada uçlardan koparak tişörtüne damlıyor, beyaz tişortte grimsi lekeler bırakıyordu.
"Çok havalıydın." diye mırıldandı karşıma otururken. Elinde bir kupa vardı. Ondan bir yudum almıştı ağır ağır, ardından o simsiyah duran gözleriyle beni süzmüştü. "Yani yamaçtan yuvarlanırken çok havalıydın. Seni izledim."

Bir şey söyleyecektim yine fakat dilim varmamış, yine herhangi bir yerim ağrısını belli ederek yüzümü buruşturup susmama vesile olmuştu.

"Ama çok da yüksek bir yamaç değildi orası. Eğer yuvarlanmayı bu kadar çok sevdiysen seni daha büyük bir yamaca götürebilirim. Ne dersin?"

Masum CinayetlerOnde as histórias ganham vida. Descobre agora