51-) "Kötülük Hastalığı."

990 104 37
                                    

Bölüm Elli Bir

"Kötülük Hastalığı."

.
.

Çok karanlıktı.

Ya da belki de benim gözlerim kararıyordu.

Oldukça soğuk bir hava. Birkaç saat önce üzerimde olan ve beni bir nebze de olsa koruyabilen montumu sanıyorum ki Fatih'in delik deşik suratının bulunduğu odada unutmuştum. Artık muhtemelen kan gölüne dönmüş olan yatağın kenarında bir yerlerinde, ikinci kere kusmaya gitmeden önce çıkarıp koymuştum. O zaman sıcak basmıştı.

Şimdi ise kaynayan kanıma rağmen çok üşüyordum ama bunun tek sebebi üzerimdeki incecik saten elbise değildi. Dahası vardı. İçimden alkolün ve adrenalinin etkisiyle dışarıya sarkan birçok karmaşık duygu ve düşünce vardı.

Yalpalayarak yürüyordum sokakta. Malikane ne kadar arkamda kaldı bilmiyordum, dönüp de bakmaya yeltensem yeniden kusacağımdan korktuğum için bakmamaya karar verdim. Dakikalardır yürüyorsam epey bir geride bırakmış olmalıydım o koca altından hurdayı.

Tekin bir mahalle değildi burası. Güzel bahçelerle ve evlerle süslenmiş olabilirdi ama yine de geceleri diğer bütün mahalleler gibi gölgeler ardında birilerini saklıyor ve bir çift kırmızı göz arada sırada karanlığı yararak yolun ortasından gidenleri izliyordu. Kurban potansiyeli taşıyan biriyse bu cesur yolcu, o zaman harekete geçiliyor ve çoğunlukla yılların getirdiği tecrübeyle arkasından avını birden kavradığı gibi bıçağını boğazına dayıyordu. 'Sus!' diyordu kulağına doğru. 'Yoksa öldürürüm!' Aslında içten içe bir de ekliyordu: 'Şimdi sussan bile yine de öldüreceğim seni ama gel bana bir iyilik yap!'

Kurban olarak seçildim. Yani öyle zannettim çünkü karanlığın ardından bir çift göz görür gibi oldum. Sıradan avcılar gibi arkamdan saldırmadığına şaşırdım, direkt karşımda dikiliyordu 'Ben buradayım!' der gibi. Yüzünü seçmekte zorlansam da dimdik duruşu bana beni küçümsediğinden ötürü klasik avcı muhabbetlerine bile girmediğini düşündürüyordu.

Onu umursamadan ona doğru yürümeye devam ediyordum. Demek istiyordum ki: 'Bak, yalnızca söylüyorum, az önce bir herifin güzel suratına 6 kurşun boşalttım! Belki fikrini değiştirirsin.' Ama tek bir kelime çıkmıyordu ağzımdan, yanından yürüyüp gitmek istiyordum yalnızca. Yolda yürürken devrilmemek için bütün dikkatimi adımlarıma vermek zorunda kalıyordum. Bir sağ, bir de sol! Aferin! Böyle devam! Az da olsa kanıma karışmış adrenalin gittiğinden şimdi daha da iyi hissedebiliyordum alkolün etkisini. Sayamadığım kadar bardak devirmenin sonuçlarını yani. Olsun, yine de kızmıyorum kendime. Ne de olsa kendimi geçmişimden kurtarmak için içtim. Bir süreliğine de olsa unutmak ve dikkatimi dağıtmak için.

Varlığını unuttuğum adamın yanından geçecekken birden tuttu kolumu. Belki de az önce aklımdan geçen konuşmayı ona da söylemeliyim diye düşünüyordum o anda. Ama tehdidim yarım kalabilirdi, neticede tabancamdaki bütün kurşunlar güzel yüzlü ceset torbasındaydı. 4'ü alnında, biri elmacık kemiğinde, diğeri de çenesinde. 6 kurşuna rağmen öylece yatarken yine de güzel göründüğünü düşünmeden edemedim. Ölünce herkes çirkin gelir diyordum, demek ki yüzünü delik deşik etmeme rağmen herkes için geçerli değilmiş bu kural.

"Eylül?"

Çok tanıdık geldi bir an bu ses. Hatta benliğime anne babamdan bile daha çok kabullendirebildiğim bir adamın sesiydi bu. Eren'in sesi.

Başından beri gördüğüm avcının Eren olmasına gülmeye başladım. Hayatımdaki tek insanı bile tanıyamayacak kadar afallamıştım!

Masum CinayetlerWhere stories live. Discover now