11.BÖLÜM

1.1K 111 59
                                    

Yunan mitolojisine göre, insanlar aslen dört kol, dört bacak ve iki yüzlü bir baş ile yaratılmış. İlk okuduğumda çok şaşırmış olsam da, hatta ve hatta okuduğum internet sitesini kapatmaya hazırlanmış olsam da devamını merak ettiğim için kapatmamış, okumaya devam etmiştim.

İnsanların gücünden korkan Zeus insanı iki parçaya ayırmış ve her insanı hayatı boyunca diğer yarısını arayarak yaşamaya mahkûm etmiş. Zeus'un bu vicdansızlığını bir kenara bırakacak olursam eğer dört kolum ve dört bacağım olmasını asla ama asla istemezdim.

Konumuza dönecek olursak eğer, sahi hiç ikinci yarısını bulduğunu zanneden ve diğer yarısını bulacağına emin olan var mı aramızda? Sizce bir insan usanmadan, bıkmadan birisine sadakatle ömrünün sonuna dek bağlı kalabilir mi?

Acı ama gerçek olan ben inanmıyorum ve hepimiz hayatımız boyunca bir sürü insan tanıyacağız. Sonumuz ise tatlı tatlı, veya acı acı anlatılan anılardan öteye gitmeyecek.

Ama benim istediğim tek bir şey vardı. Herkes bir gün ölecekti ve ölmeden önce dudaklarımda kalan son tadın da, burnuma dolan son kokunun da sahibinin Sehun olmasını istiyordum. Yalnızca bir aydan biraz fazla süredir tanıdığım adam için çok mu uçuk bir düşünceydi? Sorun değildi, bugün olmasa yarın, yarın olmasa bir başka gün ayrı düşsek bile elbette buluşacağımızı düşünüyordum.

Çünkü o'nun hayatımın istisnası olduğunu biliyorum.

O istisna tam şu anda, geçtiğimiz üç saat olduğu gibi karşımda oturuyordu. Bir şeyler sormuştu ama aklım onda olmadığı gibi sorularını da yanıtsız bırakmayı tercih etmiştim. Üç saattir birbirimize bakıp duruyorduk. Sorunumun ne olduğunu anlamaya çalışıyor ama kesinlikle kendisi hakkında bir şey söylemiyordu.

Beni de sinirlendiren buydu ya zaten.

Sehun'a, ondan ne istediğimi söylemiştim zaten. İnatla kendisi hakkında bir şey söylememeye devam ediyordu. Bunun yerine olayı geçiştirmeye çalıştığını da fark etmiştim.

Ayakkabımın ucuyla karşımda duran duvara hafif hafif vururken üst üste koyduğum bacaklarımın arasına ellerimi sıkıştırdım. "Bana bir şeyler anlatsana." diye mırıldandı sıkılmış halimi göz önünde bulundurarak.

"Benim hakkımda ne düşünüyorsun?" diye soruverdim bir an. Onu cevapsız bırakacağımı düşünüyor olmalıydı.

Kaşları hafifçe havislendi. "Senin hakkında çok garip bir genç olduğunu düşünüyorum." diye yanıtladı düşünmeden. "Herkese karşı kullanmasan da sivri dillisin. Bu yüzden başına ne gelirse gelsin her şeyin altından kolaylıkla kalkıyorsun. Bu seni gözümde güçlü bir genç yapıyor."

"Küçük prens'i okudun mu hiç?" Söylediklerini düşünmeyi sonraya bırakmıştım. Zaten o da buna pek fazla takılmadı.

"Hikaye okumak için fazla büyük değil miyim sence?" diye sordu. Dudaklarının kenarı yukarıya kıvrılmıştı ama alay etmek için değil, daha çok sorgular gibi gülümsüyordu.

"Bence küçük prens'i okumak için en uygun yaştasın." dudaklarımı ıslattım. "Küçük prens'in bir gülü varmış, elbet duymuşsundur bir yerde bunu. O gül'e çok bağlıymış küçük prens. Gül'ün dört dikeni var diye kendisini çok güçlü sanırmış ama aslında bir koyunun yemi olacak kadar güçsüzmüş. Bir pençeden korkmazmış gül ama rüzgar onu çok korkuturmuş."

Ona baktım. Bana anlamsız bakışlar attığını gördüğümde bacağımla bacağını dürttüm gülerek. "Bana öyle bakma, devam edeceğim." dedikten sonra derin bir nefes aldım. "Küçük prens kendi gezegeninde yetişen o tek gül'e iyi bakmak için üstüne bir cam örtmüş ki rüzgâr ona zarar vermesin. Yani demem o ki, dört dikenim var diye pençenin bile bana zarar vermeyeceğini düşünmek aptallık. Sen bana bir cam örtersen eğer gerçekten güçlü olurum. Çünkü rüzgâr savuramaz, pençe işlemez. Anladın mı?"

DÜŞLER SENFONİSİ /HUNHAN/Where stories live. Discover now