Bunu düşünmemeye çalışarak gözlerimi kapattım. Belki de- ne kadar imkansız olsa da- Carter buranın bir balayı süeti olduğunu anlamazdı. Derin bir nefes aldım ve tüm düşünceleri beynimden uzaklaştırdım.

Kafamı küvetin kenarına yasladığımda tüm gerginliğimin azaldığını hissedebiliyordum. Sarı loş ışık, gül yaprakları ve köpüklü su tüm bedenimi rahatlatmıştı. Ancak burada uyuya kalmak falan da istemiyordum. Hem Carter gelmeden bir an önce üzerimi giyinmeliydim. Zaten bir balayı süetindeydik, birde Carter'a çıplak yakalanırsam kesin aklını üşütürdü.

Dikkatlice küvetten çıktım ve kaymamak için soğuk fayanslarda parmak ucunda yürüyerek havluların olduğu rafa doğru gittim. Tanrılar Aşkına! Havlular bile kırmızıydı ve üzerlerinde gül yaprakları vardı.

"Ah, Marcus, seni bir elime geçireyim...."

Homurdanarak kırmızı havluya sarındım ve banyodan çıktım. Giysi dolabını karıştırmak için bir kaç adım atmıştım ki, kapının açılma sesiyle donakaldım.

Lanet olsun... Lanet olsun!

Carter odaya girdiği anda benim gibi donakaldı. Gözleri önce odayı taradı ardından beni görünce fal taşı gibi açıldı.

"Ulu tanrılar..." diye mırıldandı, şaşkınca.

Yanaklarım öyle bir yanıyordu ki gerçekten alev alıp almadıklarını kontrol etmem gerekmişti. Carter'la tekrar göz göze geldiğimizde bakışlarımı kaçırıp yere indirmiştim. Tek elimle kırmızı havluyu tutuyordum diğeriyle de yüzümü gizlemeye çalışıyordum.

"Burası bir..."

"Balayı süeti..." diye tamamladım lafını. "Sanırım Marcus'un işi."

Carter şaşkın şaşkın bir bana birde devasa yatağa bakıyordu.

"Buna şaşırıyorsan birde banyoyu gör." diye mırıldandım. Duymamasını umuyordum ama duymuştu işte...Tekrar göz göze geldik.

"Gerçekten gül yaprakları, falan yok değil mi?"

Şaşırdım. "Nasıl bildin?"

Yüzündeki şaşkın ifade yerini tatlı ve bir o kadarda seksi bir gülümsemeye bırakırken zorlukla yutkundum. Şu anda içinde bulunduğumuz ortamı düşünürsek bu gülümsemeleri hiç yardımcı olmuyordu doğrusu.

Bana doğru yaklaşırken havluyu daha sıkı kavradım. Eğer bana o şekilde bakmaya devam ederse havluyu gerçekten de yere düşürebilirdim.

Tam önümde durduğunda gözlerine bakmamaya çalışıyordum. Biliyordum ki o parlak maviliklere bakarsam saniyesinde dudaklarına yapışırdım ve üzerimdeki havluyla bu çok yanlış anlaşılabilirdi.

Carter eğilip, banyodan sonra tarayıp dağınık bir topuz yaptığım saçlarımın arasından birşey çıkardı. Ne olduğuna bakmama gerek yoktu. Kırmızı gül yaprağını daha saçlarımdan çıkarmadan fark etmiştim. İçimden kendime birkaç kez daha söverken nazik parmaklarını yanağımda hissettim.  İçimi sıcacık hisler kaplarken, geri adım atmamak için kendimi zor tutmuştum. Evet, onu istiyordum. Çok istiyordum ama onun amacının bu olup olmadığından emin değildim. Ve eğer amacı bu değilse rezilliğin dibine vururdum.

Gözlerimi sımsıkı kapatıp kıpırtısız bekledim. Parmakları bir süre daha sol yanağımda gezindi. Sessiz fısıltısını işittiğimdeyse resmen yerimden sıçradım.

"Aç gözlerini, Αυτο μοu."

İkiletmedim. Saniyesinde gözlerimi açmıştım bile. Ve doğrudan onun derin bir laciverte bürünmüş gözleriyle karşılaşmıştım. Biraz daha eğildiğinde, nefes almak artık benim için epey zorlaşmıştı. Nefesi benimkine karışıyor aralık dudaklarımdan içeri kaçıyordu.

Melezin GölgesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin