XVIII

59 2 0
                                    


Winter Kontesi

Dük, yol boyunca, olup bitenlerin tamamından değil, yalnızca d'Artagnan'ın bildiklerinden haberdar oldu. Yine de genç adamın ağzından çıkanları kendi anılarıyla birleştirip, kraliçenin kısa ama özlü mektubunu da hesaba katınca, kafasında durumun ciddiyetiyle ilgili kesin fikirler şekillenmeye başladı. Ama onu asıl şaşırtan, genç adamın İngiltere'ye ayak basmasını engellemekte büyük çıkarları olan kardinalin onu yolda durduramamasıydı. Yüzündeki bu şaşkın ifadeyi fark eden d'Artagnan, ona aldıkları önlemleri, kanlar içinde yerlere yığılan arkadaşlarının fedakârlıklarını, kraliçenin pusulasını delen kılıç darbesine hedef olduktan sonra Mösyö de Wardes'a bunun bedelini nasıl ödettiğini anlattı. Dük, çok sıradan bir maceraymış gibi dile getirilen bu öyküyü dinlerken, zaman zaman, henüz yirmi yaşında bile göstermeyen bu yüzde, bunca sakınımlılığın, bunca cesaretin, bunca kahramanlığın nasıl bir araya geldiğini anlayamazmış gibi şaşkın şaşkın bakıyordu.

Rüzgâr gibi giden atlarıyla birkaç dakika içinde Londra kapılarına vardılar. Şehrin içine girdiklerinde, d'Artagnan dükün atını yavaşlatacağını sanmıştı, ama hiç de böyle olmadı: Buckingham yoluna çıkanlara çarpmaktan pek endişelenmeksizin doludizgin ilerlemeye devam etti. Gerçekten de, biraz sonra bu türde iki üç kaza yaşandı, ama dük devrilip düşenlere neler olduğunu anlamak için dönüp bakmadı bile. D'Artagnan küfürleri, lanet okumaları andıran bu haykırışlar arasında onu izliyordu.

Konağın avlusuna giren Buckingham, dizginlerini ne olacağına aldırmadan boynuna fırlattığı atından inip basamaklı sekiye yöneldi. D'Artagnan da aynısını yaptıysa bile değerlerini takdir ettiği bu soylu hayvanlar için biraz endişelendi, ama mutfaklardan ve ahırlardan koşan üç dört uşağın hayvanları zapt etmesiyle içi biraz olsun rahatladı.

Dük öyle hızlı yürüyordu ki, d'Artagnan onu izlemekte güçlük çekiyordu. Fransa'nın en büyük senyörlerinin bile akıl edemeyeceği bir zarafetle döşenmiş birçok salondan peş peşe geçtikten sonra, nihayet bir zevk ve zenginlik mucizesi olan bir yatak odasına girdiler. Dük, bu odada duvarları kaplayan halılarla gizlenmiş bir yüklük kapısını boynuna altın bir zincirle asılmış olan altın bir anahtarla açtı. D'Artagnan sakınımlı davranarak geride kalmıştı, ama kapının eşiğini aşan Buckingham geri dönüp genç adamın tereddüdünü görünce:

"Gelin," dedi, "ve majesteleri tarafından kabul edilme mutluluğunu yaşadığınızda gördüklerinizi kendisine anlatın."

Bu davetle cesaret bulan d'Artagnan, onu izledi, dük kapıyı arkasından kapadı.

Burası İran ipeklileri ve altın nakışlı dokumalarla süslenmiş, çok sayıda mumla aydınlatılmış bir bölmeydi. Sunağı andıran bir masanın üzerinde, üzeri beyaz ve kırmızı tüylerle kaplı mavi kadifeden bir gölgeliğin altında Anne d'Autri-che'in doğal boyutlarda bir portresi vardı, resim kraliçeye öylesine benziyordu ki, kendini tutamayan d'Artagnan şaşkınlıktan bir çığlık attı, Anne d'Autriche adeta konuşacaktı.

Sunağı andıran masanın üzerinde ve portrenin önünde elmasların bulunduğu kutu vardı.

Sunağa yaklaşan dük, İsa'nın önündeki bir rahip gibi diz çöktükten sonra kutuyu açtı.

"Alın," dedi, üzerinde elmasların parıldadığı uzun mavi bir kurdeleyi çıkarırken, "alın, işte birlikte gömülmeye yemin ettiğim değerli elmaslar. Onları kraliçe vermişti, şimdi geri alıyor: Onun isteği tıpkı Tanrı'nınkiler gibi her şeyden önce yerine getirilmelidir."

Sonra ayrılması gereken elmasları tek tek öpmeye başladı. Aniden korkunç bir çığlık attı.

"Ne var?" diye sordu d'Artagnan kaygılı bir ifadeyle. "Neler oluyor Milord?"

Üç SilahşörlerTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon