X

102 3 0
                                    


D'Artagnan bu tavsiyenin oldukça makul olduğunu düşündü, var gücüyle koşarak Mösyö de Tréville'in konağına gitti, herkes gibi salonda beklemek yerine, doğrudan çalışma odasına girmek istedi. Konağın müdavimlerinden olduğu için kendisine hiçbir zorluk çıkarılmadı ve Mösyö de Tréville'e, kendisine söyleyecek önemli şeyleri olan genç hemşerisinin özel bir görüşme talep ettiği bildirildi. Beş dakika sonra, Mösyö de Tréville, d'Artagnan'a kendisi için ne yapabileceğini ve bu geç saatteki ziyaretini neye borçlu olduğunu soruyordu.

Yalnız kaldığı sırada saati kırk beş dakika geri almış olan d'Artagnan, "Pardon, efendim!" dedi, "saat dokuzu yirmi beş geçtiği için, hâlâ sizinle görüşebileceğimi düşünmüştüm."

"Dokuzu yirmi beş mi geçiyor?" dedi Mösyö de Tréville saate bakarak, "ama bu imkânsız!"

"Benimkine de bakın, efendim," dedi d'Artagnan.

"Doğru," dedi Mösyö de Tréville, "daha geç olduğunu sanmıştım. Evet, söyleyin, benden ne istiyordunuz?"

O zaman d'Artagnan, Mösyö de Tréville'e kraliçeyle ilgili uzun bir hikâye anlattı. Majesteleri ile ilgili endişelerini dile getirip, kardinalin Buckingham hakkındaki planlarından söz etti ve bütün bunları öylesine sakin bir ifadeyle söyledi ki, Mösyö de Tréville hepsine inanmış gibi göründü, hatta kendisi bile kardinal, kral ve kraliçe arasında yeni gelişmeler sezinlemiş olduğunu düşündü.

Saat onu çaldığında d'Artagnan bu bilgileri aktardığı için kendisine teşekkür eden, kral ve kraliçeye yürekten bağlı kalarak hizmetlerine devam etmesini öğütleyen Mösyö de Tréville'in yanından ayrıldı. Ama merdivenleri indiğinde, bastonunu yukarıda unuttuğunu hatırlayıp yeniden yukarı çıktı, çalışma odasına yeniden girdiğinde, ertesi sabah saatle oynanmış olduğu anlaşılmasın diye parmağıyla saati ileri aldı. Artık suç işlendiği saatte olay yerinde olmadığını kanıtlayacak bir şahidi vardı, merdivenleri inip caddeye çıktı.

Entrika Gelişiyor

Mösyö de Tréville'e yaptığı ziyareti tamamlayan d'Artagnan, düşünceli bir ifadeyle evine giden en uzun yolu kat etmeye başladı.

Böyle yolunu uzatıp yıldızlara bakarken, kâh içini çekip, kâh gülümseyerek acaba neler düşünüyordu?

Düşündüğü Madam Bonacieux'den başkası değildi. Acemi bir silahşor için genç kadın neredeyse ideal bir âşıktı. Güzeldi, gizemliydi, sarayın bütün sırlarından haberdar olması zarif hatlarına çekici bir ciddiyet katıyordu, duygularını belli belirsiz dışa vurması yeni âşıklar için karşı konulmaz bir cazibeydi, üstelik onu üzerini aramak ve götürmek isteyen alçakların elinden kurtarmıştı ve bu önemli hizmet kendisine karşı kolayca sevgiye dönüşebilen bir minnet duygusu beslemesine neden olmuştu.

D'Artagnan hayal gücünün kanatlarında uçuşan düşlerde, daha şimdiden genç kadının gönderdiği bir aracının kendisine bir buluşma mektubu, bir altın zincir, bir elmas parçası uzattığını görüyordu. Daha önceden de söylediğimiz gibi, erdemli olmanın gerektirdiği değerlerin çok fazla ciddiye alınmadığı o dönemde, genç silahşorlar krallarından olduğu gibi metreslerinden de hiç sıkılmadan hediye kabul ederlerdi ve bu sevgililer, adeta duygularının kırılganlığını bağışlarının sağlamlığıyla kapatmak istermişçesine, neredeyse her zaman kalıcı ve değerli hediyeler verirlerdi.

O sıralarda, gençler hiç yüzleri kızarmadan, kadınlar sayesinde yükselebiliyorlardı. Yalnızca güzel olanlar, güzelliklerini veriyorlardı, hiç kuşku yok ki, dünyanın en güzel kızı yalnızca sahip olduğunu verir deyişi buradan geliyordu. Zengin olanlar ayrıca servetlerinin bir bölümünü de onlara aktarırlardı ve bu hafif meşrep dönemde metreslerinin eyer çatılarına iliştirdiği az ya da çok dolu kese olmasa, donanımlarını ve sonraki savaşlarını kazanamayacak pek çok kahraman vardı.

Üç SilahşörlerWhere stories live. Discover now