29. Bölüm

10.7K 801 162
                                    

    Camım kapalı olmasına rağmen rüzgar sesi gayet açık duyuluyor ve odamda canavarların olduğunu düşündürtüyordu bana. Normalde korkmazdım ama düşüncelerimden dolayı uyuyamamış ve bu tuhaf seslere maruz kalıyordum. Hay ben benim korku filmi sevdama.

   Yatakta doğrulup pencereden yan komşumun evine baktım. Mutfağın Işığı yanıyordu! Yataktan kalkıp haince planlarımı da yanımda götürerek dışarı çıktım. Oturduğumuz yer güvenli sayılabilecek bir yerdi. O yüzden gece olmasını umursamadan mutfağın pencere tarafına geçtim. Ben korktuysam oda korkacaktı. Hani dayanışma?

   Küçük küçük topladığım çakıl taşlarının bir tanesini cama atıp yere eğildim. Camı açıp bakmadığı sürece beni göremezdi. Allah kahretmesin yine çok zekiyim!

   Şom ağzımı açmam nedeniyle camı açtı ve etrafa bakındı. Olduğum tarafa bakmadan camı kapatınca tuttuğum nefesimi verip dizlerimin üstünde mutfağın diğer penceresinin yanına gittim. İki üç tane taşı da buraya attım ve beklemeden diğer camada birkaç tane atınca evin kapısına ilerledim. Yemin ederim tam dayaklığım.

   Kapıyı iki kere tıklattım. Yavaş yavaş ritim tutarak. İçeriden ses gelmeyince yine aynı şekilde tıklattım. Tekrar vurcakken kapı açıldı. Komşum elindeki tavayla sabır dilercesine ban bakıyordu.

"Olum amacın ne?" diye sordu kaşını kaldırarak. "Madem bir iş yapıyorsun seni kapının deliğinden görbileceğimi düşünde ona göre hareket et. Bari ekşın yarıda kesilmesin."

   Konuşmak için açtığım dudaklarımı birbirine bastırdım. Niye düşünemedim lan ben bunu?

"Bö," dedim ellerimi avına saldırmaya hazır aslan gibi kaldırırken. Göz devirdi. "Allah kahretsin korkudan altıma sıçtım."

   Gülüp onu dışarı çektim. İtiraz etmeyip benimle geldi. Kapıyı kapattıktan sonra arka bahçeye ilerleyen beni takip etti.

"Kesinlikle korktuğumdan falan değil can sıkıntısından çıktım dışarı."

"Evet gecenin ikisinde," diye dalga geçti. Olamaz mı allah allah? Can sıkıntısının saati mi olurmuş?

"Aynen öyle." Basketbol sahasına doğru ilerlerken gökyüzündeki yıldızlar dikkatimi çekti. Oha lan buradaki yıldız sayısı daha keşfedilmemiştir. Tabiri caizse zibilyonlarca.

"Beni neden çıkardın bu saatte?" Arkamı dönüp yaramazca sırıttım ve omuz silktim. "Ben demedim ki dışarı gel diye."

   Sabır dilercesine yukarı baktı ve yanımdan geçip basketbol sahasının tam ortasına oturdu. Olum götün donmadı mı diye sormamak için zor tutuyorum kendimi.

"Götün donmuyor mu ya?" Tutamıyormuşum sanırım. Tepkime güldü ve ellerini arkasına yaslayıp kafasını zibilyonlarca yıldızın bulunduğu gökyüzüne kaldırdı. "Gel bak bakalım donduruyor mu,"demeyi de ihmal etmedi.

   Aramızda biraz mesafe bırakıp yanına oturdum. Ne yapayım dibine mi oturayım? Sonrada kafama vurup 'uzak dur ulan benden' desin ve bende paçalarına yapışıp 'Bırakma bana sevdalum' diyerek ağlayayım mı?

" Yıldıza ayak basan ilk insan olmak istiyorum,"dedim küçüklüğümden beri hayal ettiğim şeyi ilk defa birine açıklayarak. Ağzımdan kaçtığı için tepkisini görmek için ona döndüm. Deve kuşları benim yanımda halt yemiş yemin ederim.

   Bana gülümseyerek baktığında dalga mı geçti yoksa normal mi karşıladı anlamadığım için tekrar gökyüzüne kaldırdım kafamı. Ama güzel bakmıştı.

"Yıldıza basan ilk kadın." Haberler deki gibi konuşunca güldüm. Böyle diyince komik gelmişti. "Yıldız olarak hangisini seçtin? Bence güneş olsun," dedi gülerek. "Zeki şey seni," diyerek yapmacık bir kahkaha attım. O kadar da sıyırmamıştım. Yani... Sanırım.

    Kollarını kafasının arkasına koyup basketbol sahasına uzandı. Ayaklarını da birbirinin üzerine attığında, bakışlarım ayaklarına kayarken fark ettim siyah pijamasını. "İnsan bir gezegeni pijama falan giyer. Ne bu böyle ne olduğu belli değil?" dedim eşofmanına bakarken.

"Tanıştırayım. Eşofman uzaylı, uzaylı eşofman." Gözlerimi kısarak ona baktım. "Sonunda doğru birşey söyleyebildin," dediğimde kahkaha attı. Ona dönüp bağdaş kurdum ve ellerimi yanaklarıma yerleştirip onu seyretmeye başladım.

"Sen neden uyanıktın?"diye sordum. Ağzını açtı ama bir süre konuşmadan bekledi. "Bir işim vardı."

   Ellerimle hızla alkışladım. "Bravo mükemmel aydınlattın beni." Tekrar güldü. Tekrar diyorum çünkü daha öncede gülmüştü. Yani bu ilk olmadığı için tekrar dedim. Aman herneyse.

"Üşüdüm ben," diye mızmızlandım. Çocuğu dışarı çıkaran da benim, içeri sokmak için sebep veren de.

"Bekle burada." Ağzımı açmama bile izin vermeden uzun bacaklarıyla bir koşu eve gidip elinde lacivert bir hırkayla geri geldi. Uzun bacaklarıyla dememin sebebi onlara bakmış olmam değil. Yanlış anlaşılma olmasın. Tamamen tahmin. Şans eseri. Tesadüf.

"Al giy uzaylı." Bana uzattığı hırkaya mı şaşırsam yoksa uzaylı dediği için gülsem mi diye düşünürken hırkanın şapkasını kafama taktı ve eve gidip bana hırka getirmeden önceki haline geri döndü. Burnuma çoktan çikolata kokusu dolarken gülümsediğimi fark ettim. Ağzımdan istemsizce "Bu hırka artık benim oldu geri alamazsın," diye bir cümle çıktı. Üzerime giyerken şapkasını hiç çıkarmadım. Fermuarını da çekip hırkanın kollarına baktığımda ellerimi kapattığını gördüm. "O niye?" diye sordu gülerek.

   Dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken "Verilen mal geri alınmaz," dedim. Bunun asıl altında yatan anlam ise buydu; geri vermek istemiyorum çünkü sen kokuyor


Ben geldiiiiiim~
Sınavıma sayılı günler kaldı ve inanın göz altlarım mor dolaşıyorum. Acayip stres içindeyim. Ne olur bana şans dileyin~
Ve birkaç sorum olacak
Hala komşumuzun adı hakkında birşey demediniz sizce değiştirelim mi?
Hikaye hakkında ne düşünüyorsunuz nasıl ilerliyor?
Veeee bu tarz bölümler mi yoksa daha çok mesajlaşma tarzı bölümler mi olsun?
İyi günleeeer💜🙏

| Bilinen Anonim |Where stories live. Discover now