31.Bölüm

2.1K 144 120
                                    

Bölüm Şarkımız: Destiny's Child-Survivor

Merhaba arkadaşlar bölüm sonu spoi ve not var, bu arada yıldıza basıp başlarsanız çok sevinirim. İyi okumalar.

"Neye gülüyorsun öyle?" diye sersemlemiş bir halde ben ona bakakalırken Keskin, gözlerine yaşlar yürüyene kadar bana gülmüştü. Ona ciddiyetle bakmayı sürdürünce gülüşü, tereddütlü bir hal aldı gözleri benim üstümde tam anlamıyla odaklanırken.

Tek heceli bir gülüşün daha yankısı aramızda can bulurken "Londra da bir gölün kenarında, akşama doğru, hava bulutlu ve oldukça serin..." diye sanki duyu organlarımdan yoksunmuşum gibi çevreye bakarak etrafı betimleyen Keskin'i sabırla dinledim. Tekrardan bana dönüp güldü. "Etkileyici bir gün seçmişsin. Doğru politika tebrik ediyorum seni." deyip dalga geçmek amacıyla bana sarılırken, tepkisiz vücuduma karşın omzunun üstünden boş araziye doğru gözlerimi devirdiğimde ayağa kalktı.

Teklifimde ciddi olmadığımı o da biliyordu; yoksa tek kelime bile etmezdi.

"Ben olsam benimle çıkardım." diye omuz silktiğimde oldukça net bir şekilde "Olmaz," dedi. Ne kadar ciddi olmasak da incinmiştim. Onunla şakalaştığım nadir anlardan biriydi. Kırgınlığımı alaylı bir gülüşle ekarte etmeye çalıştım.

"Niyeyse şaşırmadım. Yanlış kararlar almaya alışıksın ne olsa." deyip ilerlerken ellerini kabanının ceplerine koyup "Niye benimle çıkmak istiyorsun," diye peşimden gelmeye devam eden Keskin'e bakmadan yanıtladım onu. Bu sırada gruba yetişmiştik. Sorduğu soruyu garipsemeden edememiştim.

"Daha çok soru sorabilmek için."

"Ne yani tek bu mu seni genç kurt?" deyince verebileceğim en iyi cevap umursamaz bir gülüş olmuştu. Ona sözlü yanıt vermek yerine sırt çantamı ilerleyen Yıldıray'dan kapıp hızlıca içindeki eldivenleri soğuktan uyuşmaya başlayan parmaklarıma biraz uğraş sonucunda geçirdim. Elindeki fotoğraf makinesi ve üstündeki bir sürü yükle ilerleyen Yıldıray'ın kucağına çantamı tıkıştırıp Keskin'i ve onları ardımda bırakırken Zeytin'den ziyade Rezzan'a yaklaştım.

Bir iki adım önümüzde olan Ezgi hocanın, kardeşine katı bir şekilde talimatlar verdiğini fark ettiğimde onun için açıkçası biraz üzüldüm. Bu yaştaki bir insan olur olmaz yerde aşağılanmayı kesinlikle hak etmiyordu. Bunu yapan kişi ablası olsa bile.

Otele vardığımızda yemek yiyemeyecek kadar yorgun hissediyordum. Benim gibi birçoğunun da öyle olduğuna adım gibi emindim. Bir ara diğerlerinden bana sıra gelince yorgun argın odamdan çıkıp Altay hocanın temin ettiği telefonla annemle kısa bir görüşme sağladım.

Gözaltlarım yorgunluktan ve soğuktan şişmiş, gözlerim kapanmak için dayanılmaz bir istek duyarken kulağıma dayalı telefonun ahizesi çoğunlukla gözkapaklarım gibi kayıp yanağımda sabitlendi. Böylelikle annemi kulağım yerine oramla dinleyebilmiştim. Sıkı giyin, yemek yemeyi ihmal etme, millete sataşma gibi at, avrat, silah yerine geçen kutsal üçlemesini detaylandırmasını dinleyemeyecek kadar kendimde değildim. Elimin çekilip telefonun soğukluğu tekrar kulağımda hissedince irkilerek gözlerimi açtım. Karşımda duran Altay hocaya yorgunca tebessüm ederek "Tamam anneciğim sen de kendine iyi bak," diye sonunda mırıldanmalarımdan başka doğru düzgün bir cümle kurmayı başarabilmiştim.

Tekrar odama dönüp yatağıma girdiğimde cama vuran yağmur damlaları bedenimdeki sızıları canlandırırken, yağmur sesiyle birlikte yorganımı üstüme çektiğim an sabaha kadar aralıksız sürecek olan derin uykumun kollarını araladım.

KESKİNWhere stories live. Discover now