29. Bölüm

2K 176 91
                                    

Arkadaşlar bölümü yazmaya bir başladım resmen kalkamadım; bir oturuş da iki bölüm yazmışım resmen. O yüzden ikiye böldüm yoksa çok uzun olurdu siz de sıkılabilirdiniz sanırım. Bu arada biraz geç olacak ama iyi bayramlar, küçüklerimin gözlerinden büyüklerim ellerinden öpüp akranlarımın yanaklarından mıncırıyorum.

Birde arkadaşlar sonuna kadar okuyorsanız hiç değilse bir yıldıza basın gözünüzü seveyim bu sıcakta radyasyon manzarasında eriyoruz bölüm şey edelim diye hadi iyi okumalar...

Bölüm şarkısı multide var: Bengü- Sığamıyorum

55 oy - 75 yorum sınır! (Valla bunu yapmayı ben de sevmiyorum kendi kendime itici geliyorum ama 900 kişi okuyor 75'i zar zor tıklıyor sorry :)

Zeytin'le üstünde şık bir gece lambası bulunan komodinin iki yanındaki yatağı sahiplenirken siyah kıvırcık saçlı, hafif dişlek ve zayıf bir kız olan Rezzan ise karşı yatağın üstüne valizini koydu. Nehir Tuğçe'nin ısrarı daha doğrusu yoğun baskısı ile bizimle aynı odayı paylaşmaktan vazgeçip itiraz edemeyeceğini düşünen Rezzan'la yer değiştirmişti. Bu durum Rezzan'ı rahatsız etmezken Zeytin ve beni büyük ölçüde etkilemiyordu.

Sessiz bir ritimle çalınan kapıya daha yakın olduğum için hemen uzanıp aralayınca karşımda Keskin'i görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Ela gözlerinden bakışlarımı çektiğimde elinin üstünde duran özenle katlanmış çarşafları fark ettim. Bu sırada Keskin'in arkasından koşarak geçip üst kata çıkan merdivenlerin başına gelen Ezgi hoca, "Fazla oyalanmayın yemek yiyeceğiz!" diye etrafta tek tük gördüğü kişilere seslenip uyarıyordu.

"Akşama kadar seni bekleyecek değilim." diyen Keskin'e tekrar döndüğümde bir klişeyi daha gerçekleştirip ona gözlerimi devirdim. "Laf mı soktun sen şimdi?"

Arsız bir gülüşle kapının pervazına omzunu yaslayıp dayandığında dudağını büktü. "Hissetin mi?" Elindeki çarşafları bozulmasını umursamadan sinirle kaptım. "Her konuda olduğu gibi hizmet konusunda da yetersizsin anlaşılan!"

Söylediklerim üzerine yüzündeki sırıtış saliselerle gözlerindeki kızgınlığa yerini devredince hamle yapmasına fırsat bırakmadan hırsla yüzüne kapıyı çarpıp saf dışı bıraktım onu. Derin bir nefes alıp topuklarımın üstünde döndüğümde bir iki adım daha atıp yatağıma doğru ilerlediğim an Zeytin merakını su yüzüne çıkararak sordu.

"Ne konuştunuz?"

"Hiçbir şey. Yemek de ne var diye sordum sadece." dedim elimdeki çarşaftan en düzgün olanını yatağımın üstüne atarak.

"O da sana hoşaf mı dedi?" diyen Zeytin'in sesindeki kinaye çok netti. Dalga geçmek için değildi bu söylemi, alenen bana laf sokmuştu. Çünkü inanmayacağını bile bile ona yalan söyleyerek resmen aranmıştım. Zeytin'e yanıt vermek yerine "Çarşaflar ayrıldığımız zaman otele geri teslim ediliyor, depozito gibi düşünebilirsiniz o yüzden dikkatli kullanın." diye mırıldandım elimdeki çarşaftan birini Rezzan'a uzattıktan sonra Zeytin'e doğru yönelerek.

"Dikkatli kullanın demesen şu soğuk Londra gününde çarşafı camdan aşağı sarkıtıp beyaz atlı prensimle buluşurdum."

"İlker at binemez düşer!" diye mekanik bir şekilde cevap verdiğimde ciğerlerini tahriş edercesine öksürdü. Ama çarşafı sıkıştırdığım sırada ardıma baktığımda Rezzan'ın bizimle hiç ilgilenmediğini fark ettim. Ya da bizi tanımadığı için sözlerin gidişatının nereye bağlandığını bilmiyor ve ilgilenmiyordu. En iyisini yapıyordu. Bakışlarımı tekrar Zeytin'e çevirdiğimde fısıldadım.

KESKİNWhere stories live. Discover now