11.Bölüm

5K 460 60
                                    




Gizem elbisemi katlayıp poşetin içine koyduktan sonra dolabın içine yerleştirdi.Bana doğru dönmüş elini lavaboya yaslarken, gülerek beni izliyordu.Sorar gibi bir ifadeyle ona baktım.

Toparlanan halime çelme takan sözlerine karşı hayretle bakakalmıştım.

"Borçlu kalmayı sevmem. Şimdi ödeştik."

Şaşkınlığımı üzerimden atıp onun peşinden aceleci adımlarla bende banyodan çıktım. Tam merdivenlerin başındayken bileğinden tutunca bana doğru döndü. Söylediklerimi rahatlıkla gözlemleyebileceği bir pozisyon olduğunu düşünerek tane tane konuştum.

"Benim yaptığım insanlıktı, o yüzden hiçbir şeyle ölçülemez. Sen kendi davranışlarını mukayese edip ödeşirken, kendini insan yerinde konumlandıramıyorsan... Ben, üzüldüm senin adına."

Ağzımdan dökülen her bir kelime ile mavi gözleri irileşirken aniden çenesini dikleştirince, taşı gediğine Gizem'i de üstüne oturttuğumu anladım. Gözlerinin içi, dudağının kenarında titreme olduğu sırada Rüzgâr'ın sesi ile kolunu yavaşça çekip merdivenlerden inerken onu izliyordum. Gözlerini kuruladığı gözümden kaçmamıştı. Bir an üzülsem de asıl kendimin üzünelecek halde olduğumu anımsayıp üstüme büyük gelen Polayanna tavrının götünü tekmeleyip merdivenlerden yuvarladım.

Rüzgâr arkadan koluma yapışıp adının hakkını verir gibi hızla merdivenleri inince ben de hızına saniyesinde ayak uydurup paldır küldür gürültüyle inmiştim.

"Refleksler güçlendi mi ne?"

Rüzgâr'ın her ne kadar ciddi de olsa, alay barındıran sözlerine karşı onun bana bakmadığının bilinciyle gözlerimi devirip esir halimle koridoru geçip salona giriş yaptım -tık.

Yağmurun yağdığını güçlü bir şimşeğin gürültüyle salonu bir saniyelik aydınlığa vurmasıyla fark ettim. Gelen ürperme ile bana ait olmayan salaş kazağın kollarını iyice parmak uçlarıma kadar indirdim.

"Üşüyorsan orada oturabilirsin."diyen Rüzgâr'a bakmayarak direkt, Yıldıray'ın izlemeyip kapadığı televizyonun önünden hızlı ve bir o kadar yabancılığın verdiği tedirgin adımlarla yanan şömineye doğru ilerledim. İlk geldiğim an basamakları inmediğim için gözümden kaçan, bir başka ayrıntıydı bu köşe. Birkaç tane yastığın olduğu tekli yere oturup, bacaklarımı kendime çektim ve ellerimi dizimin etrafına sardım. Düşüncelerin indiği kelimelerin ağırlığıyla başımı eğip, çenemi dizlerime dayadım. Çıtırtılarla yanan şöminedeki odunların, dalga dalga yüzüme vuran sıcaklığı bir nebze de olsun iyi hissetirmişti. Dışarıdaki sicim gibi yağan yağmurun sesi vücudumdaki uyku ritmini harekete geçirirken, uykunun sertliğini kırmak için ağırlaşan göz kapaklarımı sımsıkı yumup kırmak umuduyla tekrar açtım.

Bu sefer başımı dizlerime kapayıp karanlığa gömüldüm. Fısıltılı birkaç konuşmanın dışında sesler tekrar kesildi. Uykum, deneme-yanılma yöntemine bile sokmayacağım şekilde karanlığa kapanmamla kırılmıştı. Oysaki karanlıkta uyumak her zaman en kolay yol olmuştu.

Prison Break Defne, adlı yaratıcılıktan uzak kaçış planımı düşünürken belki de doğanın bana karşı asi olduğu bu gece, imkansızlıklardan en önemsiziydi. Derin bir iç çekerken sıcak nefesimin vurduğu dizlerimden başımı giderek yaklaşan tanıdık melodiyle hızla kaldırdım.

"Sakın yanlış bir şey söyleme. Yoksa çocuk ölür!"

"Hangi çocuk?"dedim, eve girdiğimden beri ilk defa gördüğüm Aliş'e garipsiyerek.

KESKİNWhere stories live. Discover now