4.Bölüm

5.4K 745 111
                                    


Sessiz ve boş koridordan geçerken arkadan gelen biri kolumu sıkıca tutup hızla eski arşiv odasına soktu. Ağzım kapatılıp duvara sertçe yaslanınca, karanlık odada tozla birlikte burnuma dolan tanıdık koku beynimde suret buldu.

Gözlerim odanın karanlığına alışmaya başlamış karşımdaki ela gözlere tedirgince bakıyordum.

Arşiv odasının anahtarlarını nereden buldu? Niye beni bu odaya sürükledi diye bin bir sorunun kuyruğunu birbirine bağlarken neredeyse duvarla beni arasında ezecekti. Keşke sevimli hayalet Casper olup şu duvardan aheste aheste geçebilseydim. Belki de sadece sevimlilik vasfı şu an can kurtaran simidim olabilirdi. Korkunun etkisiyle sıklaşan sıcak nefesim onun eline çarpıp bana geri dönerken ağzımı artık gevşediğini hissettiğim elinden kurtarmak için başımı sertçe yana çektim. O kadar temkinli ki kurtulmama izin vermeyerek ağzımı kapatan parmaklarını biraz daha sıklaştırmıştı. Acıyan çenemle birlikte naçizane bildiğim küfürleri ona haykırmak istiyordum. Ama sadece istemekle zorunlu bırakıldım. Elinin hapsinde olan ağzımdan af bulamayan kelimeler, yalnızca homurtular halinde karanlık odada yükseldi... Kısa bir an sessizce güldüğünü duydum. Çok yakındı ama tavrıyla bir o kadar uzak...

Saçımı nazikçe parmaklarının ucuyla geriye doğru attı. Sıcak nefesini yüzümde hissediyordum. Dudakları tenimle temas etmeden yavaşça yanağımdan kulağıma doğru yol izlerken kan dolaşımım hızlanmıştı. Şu an onu tanımlayacak olsam karanlık odada yükselen tozlardan cımbızla seçtiğim kelimeler; soğuk, ürkütücü ve yakıcı olduğuydu.

''Sakın, sınırlarımı, sınama,'' diye kulağıma sinirle fısıldadı. Yutkundum. Paşa sinirlenmiş. Odada birbirine karışan nefes alışveriş seslerinden başka benim tedirginliğim ve onun hakimiyeti kol geziyordu. Söylediği bütün kelimeleri anlamış olduğumdan emin olmak ister gibi tek tek vurgulayıp söylemişti. Yüzünü biraz aşağıya doğru eğdi, boynuma yaklaştırıp derin bir nefes alınca karanlık odada istemsizce ürperdim.

Acaba vampir mi? Belki de bu cool ruh görüntünün altında jilet gibi takım elbisesiyle bir Elijah Mikaelson yatıyordur. Ah! Umarım boynuma dişlerini geçirip sadece derime yapışan kemik kalana kadar kanımı tüketmezdi!

Yine saçmalıkta master yapmış, Zeytin'in 'Saçmalamakta bazen sen beni geçiyorsun Defne!' sitemli teziyle mantık yoksunluğumu ispatlamış oldum.

Yelkovan akrebin peşinden sinsice ilerleyip zamanı tüketirken ben de aynen öyle tükeniyordum. Söylediklerini aklımda gezinen hiçbir olay örgüsüyle bağdaştıramıyordum. Başım arasında bulunan mesafeyi yok etmek isteyen iki mıknatısın arasında sıkışmış, kafamın içinde ince bir baş ağrısı dalga dalga yayılırken yılmış bir halde boşluğa bakıyordum.

''Ne var biliyor musun...'' Hırıltıyla çıkan erkeksi sesi sanki yokluğa mırıldanır gibiydi.

Odanın rahatsız eden tozu burnumda yakıcı bir şekilde sürtünüp kuru bir hava solumamı sağlarken şu an ki tek oksijenim Keskin'di. Yüzümü buruştururken Keskin'in yoklukla olan diyaloğunu tamamlamasını arzuluyordum. Elini yavaşça ağzımdan çekti.

''Seni şurada boğabilirim. Saçından sıkıca sürükleyip okulun bütün koridorlarında delice koşabilirim,'' ve daha fazla tahminde bulunurken ''Saçların cidden, güzel kokuyor.'' demesi benim Ağrı Dağı'nın zirvesinde akrofobim olmasına rağmen amuda kalkıp selfie çektirmem kadar kulağa fantastik geliyordu. Kaşlarım istemsizce çatıldı.

"Ergenlik hormonların mı azdı?" diye aklımdan ilk geçeni dile getirdiğim an soluğu tenime vurunca kahkaha atmamak için kendini tutuğunu anlamıştım. Cevap vermesini beklerken kulakları tırmalayan bir alarm sesi benim geçemediğim duvarları kıskandıracak bir biçimde yalayıp geçti. Ben onun kelimeleri altındaki derin anlamlar çukurunda cebelleşirken o, hemen başımın yanında olduğunu bilmediğim odanın ışığını yaktı. Kısılan gözlerimle ona baktım.

KESKİNWhere stories live. Discover now