✖1. Bölüm✖

7.6K 1K 129
                                    

-Şarkı multide var: Little mix- Black Magic

Yıldıray'ın esprisiyle kahkahalar eşliğinde ilk derse giren uzun boylu, oldukça zayıf olan İngilizce hocası, ders kitaplarını masanın üzerine gereksiz bir özenle koyarken yüzüne hakim olan sırıtan ifadesiyle sınıfa döndü. ''Çocuklar neye gülüyorsunuz sabah sabah? Komik bir şey varsa söyleyin biz de gülelim,'' demesiyle sınıftaki gülme sesleri önceden prova edilmiş gibi aynı anda son buldu. Biraz önceki neşenin yerine sınıfa sessizlik hakimdi.

Çoğu kişi gibi gözlerimi devirmekten kendimi alamadım. Bir sınıfta ne olursa olsun hangi öğrenci sınıfta olanları hocayla paylaşıp hep beraber güler ki? Hocaların bu klişe sözü üzerine susmak, bütün sınıfların kalıplaşmış geleneğidir.

Sessizlik karşısında bozulan Altay hoca boğazını temizleyip derse giriş yaptı.

İki saat üst üste olan İngilizce dersinin vermiş olduğu kasvetle zilin çalmasını salise salise hesaplayanlar zili duymaları ile dışarı akın ettiler.

Teneffüslerde bahçenin kalabalığı yerine sınıfın biraz da olsa boşaltılmış, sakin halini seviyordum. Kalabalık alanlardan ve içinde kalabalık kelimesi geçen oluşumlardan haz etmiyordum. Benim çoğu davranış ve duygularımın bir karşıt yansıması olan Zeytin'in ısrarlarıyla nadiren kalabalık alanlara sürüklendiğim oluyordu. Onun da teneffüslerini sınıfta harcamak olarak nitelendirdiği zamanlar şu an ki gibi kafasını kollarının üstüne koyup sırasına yastık muamelesi yaptığı zamanlardı.

Neredeyse yarıladığım romanımın hangi sayfasında kaldığımı ararken, biraz önce sınıfı hızla boşaltanların aksine Gizem bizi yok sayarak, duvar kenarında oturan arkadaşlarının yanına doğru ilerledi. Boş olan sınıfta birbirine karışan fısıltılı konuşmalarından anlamlandırabileceğim kelimeler olmadığı için ne konuştuklarına dair fikir yürütmekte güçlük çekiyordum. Başımı hafifçe çevirip arkaya baktığımda Ece ile göz göze gelip bakışlarımı kaçırdım.

Ece ile arkadaşlığımız yaklaşık bir yıl önce başlamıştı. O grupta tek konuştuğum kişiydi.

Konuşabildiğim...

Birbiri ardına zincirlenmiş dönem ödevlerini yetiştirmeye çalıştığım hafta boyunca dersler bittikten sonra soluğu, okulun bodrum katında olan büyük kütüphanesinde alıyordum.

Okulun oldukça zengin kaynaklı bir kütüphanesi olmasına rağmen kütüphanede vakit geçiren simalar genelde iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az.

Ödev için kütüphaneden aldığım ödünç kitapları çantama dikkatle attım ve kütüphaneden ayrıldım. Eve gitmeden önce kütüphanenin bulunduğu bodrum kattaki tuvalete doğru acele adımlarla ilerledim. Okulun tuvaletleri temiz olmasına rağmen çok zor durumda kalmadıkça kullanmayı tercih etmiyordum.

Ama durum acil!

Hızla çantamı lavabonun yanındaki siyah mermerin üstüne koyup kabine girdim. Kütüphaneyi kullanan doğru düzgün bir topluluk bile yok iken, bu kattaki tuvaletlere de haliyle giren kimse olmuyor.

Kabinden çıkıp ellerimi yıkadığım sırada aynada bütün günün koşturmacasıyla at kuyruğu yaptığım tel tel dağılan saçlarıma göz attım. Gözüm bir an, aynaya yansıyan son kabinden yarısı dışarı çıkmış olan ayağa takıldı. Korku dolu bakışlarımı aynadan alıp direkt o noktaya yönelttim.

Aklıma gelen ihtimallerin zihnimde liste halinde sıralanması zaman almadı.

Uyumuş olabilir...

KESKİNWhere stories live. Discover now