3.Bölüm

5.5K 823 120
                                    

Arkadaşlar tıklayacağınız küçük yıldız yazar adaylarına mutluluk veriyor haberiniz olsun ...



 Bakışlarımı Keskin'den isteksizce olsa da alıp masada gezdirdim. Gizem ile Ece yoktu.

''Herkes kahve içiyor herhalde?'' Yıldıray'ı hepsi onayladıktan sonra Keskin, ''Dört kahve getirir misin?" diye rica etti.

"Peki, dört kahve.'' diye onu tekrarladım.

Rica etti! Getir değil, getirir misin dedi.

Sen böyle ol, iste üşengeçliğimi tatile çıkarıp bir koşu Yemen'den kapıp getireyim. Sen iste, NASA'ya başvurayım Uzay'dan özel ışınlarla kahve yetiştirip getirteyim be!

İçimdeki tribüncü Hüseyin Abi tezahüratları ayaklanırken şu an en mümkün olan kahveyi elde etmek için Cenk'e siparişleri hazırlamasını söyledim. ''Tamamdır,'' deyip siparişleri hazırlamak için hızla içeri girdi.

Siparişleri almadan önceki gerginliğim onun umursamazlığı ile birlikte yok olmuştu. Bütün hafta okulda stres topu gibi vakit geçirirken olayı fazla büyüttüğümü şimdi anlamış oldum. Saydamlığımı bu kadar hızlı üstüme geçireceğimi düşünmüyordum. Sakinliğini bir çarşaf gibi serip altında gizlemiş olduğu öfkesi ortalarda gezinmiyordu. İçimdeki çılgın renkli uçurtmasının ucundan tutmuş hayalden hayale hoplayıp, zıplayıp, koşarken Cenk'in uzattığı kahveleri aldım.

Adeta göğü delen bir şimşek gürültüsüyle birlikte yağan yağmur şiddetini arttırmıştı. Olduğum yerde boş bulunup sendeleyince kahve dolu fincanlardan bir iki damla tabağa damladı.

''Cenk peçete!''

''Tamam, ben hallettim.'' derken yanıma gelip kahve fincanını hafifçe kaldırıp temizledi.

''Dökmeden götürebilecek misin?'' diye şakayla karışık takıldığında arka taraftan çıkan patronla göz göze gelmem hoş olmamıştı.

Cenk'e cevap verme gereği duymadan on numaralı masaya doğru dikkatli ve bir o kadar hızlı adımlarla ilerledim. Masada dört erkeğin bulunması doğalıyla maç muhabbeti dönüyordu. Ofsaytı bilen havalı kızlardan olamadığım için maç nefretimle tek başıma kaldım. Zeytin bile biliyordu.

Belki bir gün öğrenim. Çok işsiz olduğum bir gün, diye yapılacaklar listeme tükenmekte olan bir kalemle kaydettim.

''Bu kahve soğuk ,"diye kahve fincanını tepsiye geri koyan Keskin'e şaşkınlıkla baktım.

''Kaynar mı isterdin!'' diye saldıracakken kaşını kaldırmasıyla ''-iz yani,'' diyerek bulunduğum konumun gerekliliği olarak kibarca sordum.

''Evet, hem de hemen.'' diye emredip masadaki sohbetine gayet normal bir şekilde döndü.

Hüseyin Abi'yi üstüne salayım mı?

Ukala, herif ne olacak? Her insanın içeceği sıcaklıktaki kahveye bile bahane buldu. Ama haklı, içi o kadar derin bir soğukla kaplı ki, ancak kaynar bir sıcaklık buzları eritmeye yeterli olacaktı.

''Cenk, on numaraya bir adet kaynar kahve," dedim. "Fişek hızıyla havanın soğukluğuna temas etmeden götüreceğim ki, iç organları yüzülsün. Gerekirse moleküllere tekme atarım, röveşata çekerim, kafa vururum. Vay be, birkaç şey biliyormuş futbolla ilgili.''

Siparişi Cenk'e verdikten sonra planımı sesli olarak düşünmüş olacağım ki ''Ne?'' diye olmayan kaşlarını kaldırıp akıl sağlığımı bir an tartar gibi bakınca yüzümdeki heyecanlı sırıtışı silip siparişi yineleyerek normal bir tavra bürünüp beklemeye koyuldum.

KESKİNWhere stories live. Discover now