18

74 9 0
                                    

Annesinin odasında uzunca bir süre vakit geçireceği belliydi. Halil'e gitmesini ve dinlenmeye çekilmesini söyledi. Kitapları, annesinin okuduğu kitapları çok merak ediyordu. Zamanının büyük bir kısmını ona ayırmaya karar vermişti.

Okuma koltuğundan kalktıktan sonra rafların arasında yeniden dolaştı. Rafların bittiği kısımda ince duvara asılmış yağlı boya tablolar vardı. Tabloların sol yakasında diğer tarafa geçen bir kapı, sağ yakasında da yine aynı şekilde diğer tarafı gören bir cam bölme vardı.

İlk olarak cam bölmenin üzerindeki perdeyi aralayıp diğer kısma baktı. Annesinin oturma odası olarak kullandığı yerdi burası. Ardından kapıya kadar yürüyüp o bölmeye geçti. Geniş eski bir kanepe, yanında iki tane tekli koltuk ve ortalarında bir fiskos sehpa yer almaktaydı. Perdeler ise sanki yüzyıl öncesinden kalmış gibi heybetli duruyordu.

Parmaklarını önce perdelerde ardından koltuklarda gezdirdi. Sanki annesinin dokunduğu her yere dokunarak annesini yeniden yaşayacak gibiydi. narince, sessizce dokundu. Az ileride gördüğü vitrine yaklaştı. Vitrinin içinde özel fincan takımları, çay veya kahve içmek için hazırda bekliyorlar gibiydi.

Oturma odasını gezdikten sonra yine solda bulunan geçiş kapısına yöneldi. Burası annesinin yatak odasıydı. Kapı eski olmasına rağmen ses çıkarmadan açıldı. İlk gözüne çarpan, yatağın başucunda duran abajurdu. Abajur halen yanıyor ve sanki annesinin anısının başında nöbet tutuyordu. Ortadaki kocaman yatak, Osmanlı saraylarındaki yatakları andırıyordu. Kenarlarından yukarı uzanan ahşap kolonlar ve sivrisineklerden korunmak için yapılmış tepesinden sarkan tül perdelerle doğuya has bir kraliyet dairesi izlenimi uyandırıyordu.

Yine aynı şekilde usulca yatağa yaklaştı. Parmaklarıyla tül perdeleri araladı. Ardından elini yatağa uzattı. İpek üzerine yaldız işlemeli beyaz renkli pikeye dokundu. Yumuşaklığında annesinin yumuşaklığını aradı. Hemen ardından yatağa oturdu. Farkında olmadan başı yastığa doğru kaymıştı bile. Annesinin yastığına başını koyup ayaklarını karnına doğru çekti. Cenin pozisyonu alarak annesinin anılarına sığındı.

Uzunca bir süre orada öylece bekledi. Gözlerini kapattığında, annesinin başını okşadığını hayal etti. Sallanan tül perde, sanki annesinin eliymiş gibi ara sıra yüzüne vuruyor, sanki annesiymiş gibi saçlarını okşuyordu. Bir süre bu huzurlu anın tadını çıkardı. Gözleri bir açıldı bir kapandı. Yatağın ve anın konforuyla uykuya dalacağını hissetti. Ama buna müsaade etmedi. Uyuduğu zaman korkuyla uyanacağını biliyordu. Ayrıca uykuya dalarak bu anın kısa sürmesini istemedi.

Gözlerini açıp yeniden doğruldu. Yataktan çıktı. Yatağın karşısında duran bir hayli iri gardırop dikkatini çekti. Yavaşça oraya yöneldi. Sürgülü kapıları olan, kapağında özel işçilikle süslemeleri bulunan bir dolaptı. Usulca dolabın sürgülü kapılarından birisini çekti. Raylı sistem kendiliğinden kaydı.

İlk gözüne çarpan annesinin çeşitli kazak ve günlük kıyafetleriydi. Hepsi de özenle katlanmış, dolabın raflarında hazır bekliyorlardı. Daha sonra kapağı diğer tarafa ittirdi. Gözüne bir anda büyük bir beyazlık çarptı. Kocaman askılı bölmede, onlarca, belki de yüzlerce kıyafet asılıydı. Hepsi de beyazdı. Bembeyaz. Çeşitli desen ve motiflerle süslenmiş, aynı renkte onlarca elbise...

Annesinin beyaz rengine olan merakını anımsadı. Birden aklına gün içerisinde gördüğü düş geldi. Annesini kırmızı bir elbisenin içerisinde koşarken görmüştü. Ancak burada kırmızıdan eser yoktu. Bütün kıyafetleri beyaz renkteydi.

Merakla diğer kapakları araladı. Birkaç tane daha kıyafet buldu. Ancak onların da rengi beyazdı. Başka hiçbir renge denk gelmemişti. Bu durum tuhafına gitti. İki gün önce gece gördüğü ve peşinden koştuğu silüeti düşündü. Acaba annesiyle onu karıştırıyor olabilir miydi?

Hayır, karıştırmıyordu. İkisi bambaşka kişilerdi. Üstelik annesinin o anını net bir şekilde hatırlıyordu. O anı yeniden görmeyi denemek için gözlerini kapattı. Elbiselere dokunarak gündüz gördüğü düşü anımsamaya çalıştı. Birkaç saniye içerisinde gözünün önünde aynı sahne yeniden belirdi. Hiç zorlanmadı. Bilinçaltı ona annesini armağan etmişti. Annesi aynı şekilde kırmızı bir elbise ile gülerek yanından geçip gidiyordu. Annesi kaybolurken gözlerini açtı. Elbiseleri yeniden kontrol etti. Hiçbirinin rengi değişmemişti. Bembeyazdı.

Gardırobun kapaklarını kapatıp yeniden yatağa yöneldi. Bu kez diğer yakasından yaklaştı. Yatağın pencereye yakın kısmında başka bir yağlı boya tablo asılıydı. Tabloda beyaz kıyafetli bir kadın, elinde çiçek sepeti ile orman gibi bir yerde yürüyordu. Gözleri çok gerçekçiydi. Açısını değiştirip her baktığında, sanki kadın her açıdan kendisine bakıyor gibiydi.

Tabloyu bir süre çeşitli açılardan inceledikten sonra tül perdeyi aralayıp yatağa uzandı. Yönünü bu kez pencereye çevirdi. Bedeni yavaş yavaş kontrolünden çıkıyorummuş gibi hissetti. Daha fazla direnmek istemedi. Diğer yöndeki abajura uzandı ve kapattı. O da bir anda karanlığa büründü. Sadece pencereden sızan loş ışın tül perdedeki ve pikenin yaldızlı işlemelerindeki yansıması vardı. Bakışlarını son kez pencereye çevirip başını yastığa yerleştirdi. Pencereden perdeye, perdeden yağlı boya tabloya doğru dönüp bakışlarıyla gözlerini kapattı.

Tam gözlerini kapattığında birden irkildi. Yağlı boya tablodaki kadın, açısı çok dar olmasına rağmen kendisine bakıyor gibi hissetti. Göz kapaklarını milimetrelik bir dilimde araladı ve tabloya baktı. Evet, kadın adeta göz bebeklerini sağ alt köşeye çevirmiş, onu izliyordu. Tuhafına gitti. Kadının gözlerinden gövdesine, gövdesinden elinde tuttuğu çiçek sepetine görebildiği kadar bakıp gözlerini tamamen kapatacakken farklı bir şey fark etti. Çiçek sepetinin hemen altında bir yazı vardı.

Gözlerini birden sonuna kadar araladı. Dikkatle yazıya baktı. Ancak yazı bir anda ortadan kaybolmuştu. Şaşırdı. Yataktan doğrulup abajurun düğmesine bastı. Tabloya yeniden baktı. Hayır, herhangi bir yazı yoktu.

yazının olmadığından emin olduktan sonra abajuru yeniden kapattı ve başını yastığa bıraktı. Son kez tabloya bakarak göz kapaklarını hafifçe kapatmaya başladı. Yazıyı yine yok diye düşünürken göz kapaklarının kapanmasına ramak kala yazı yeniden belirdi. Gözlerini açtı, yazı kayboldu. Büyük bir şaşkınlık yaşadı. Aynı şekilde yavaşça göz kapaklarını kapatırken kirpiklerinin arasından yazıyı bir kez daha gördü.

O an fark etti ki yazı sadece yastığa başını koyduğu açıdan, belirli bir ışık yoğunluğunda ve göz kapaklarını biraz kısıttığında belli oluyordu. Mistik, gizemli bir tabloya denk geldim diye düşünürken yazıyı merak etti. Göz kapaklarını aynı açıda tutarak yazıyı okumaya çalıştı.

Yanılmıştı. Gördüğü şey bir yazı değil, sayı dizisiydi. Eski el yazısı ile yazılmış bir sayı dizisi. Dikkatle sayıları çözmeye çalıştı.

İlk görebildiği 1 sayısıydı. Emin olmak için göz kapaklarını birkaç minik hareketle oynattı. Evet, İlk sayı 1'di. Hemen arkasından 6 sayısı geliyordu. Onun arkasından tekrar 1 ve en sonda 8 sayısı."Bin altı yüz on sekiz,"diye içinden mırıldandı. Bir anlamı var mıydı çözmeye çalıştı.

1618

Parmaklarını hızla hareket ettirdi.Kaba bir hesaba tutuştu. 1618 sayısında bir gizem aradı. Çarpanlarını veya bölenlerini merak etti. Parmaklarından akan çeşitli sayılar zihninde belirdi. Ancak hiçbir anlamlı sonuca ulaşamadı. Parmakları yavaş yavaş hareketlenmesini durdurdu. Göz kapakları parmakları ile eş zamanlı olarak kapandı. Bedenini daha fazla kontrol edemedi ve karanlığın içindeki kocaman 1618 sayısı ile uykuya daldı.

İnönü'den Önceki Beyaz Ev & Semih KılıçsoyWhere stories live. Discover now