3

165 9 2
                                    

Semih, mezarlıktan ayrıldıktan sonra bir süre mezarlığın dışındaki yolda yürüdü. Cep telefonunu kontrol etti. Birçok cevapsız arama ve mesaj vardı. Hiçbirisini yanıtlamak istemedi. Sadece,Sidney'deki iş ortağı Brian'a dönüş yaptı.

"Hello Semih,how's it going?"

"Thanks Brian.The funeral is over.I wanted to take a walk."

"Yürüyüş yapmana sevindim Semih. Çünkü sana danışmam gereken acil konular var."

"Tabii ki. Sorun yok."

"Bu tescilini aldığımız konsept tuttu gibi. Yeni bayilik verdiğimiz iki kafeye de büyük ilgi var. Özellikle senin getirttiğin Meksika kahvesi için sıraya girmişler. Bu sabah bir e-posta geldi. Zengin bir yatırımcı hem beş tane şube açmak hem de Meksika kahvesini özel bir ambalajla piyasadaki marketlere dağıtmak istiyor."

"Haberler iyi desene Brian.Bence çok güzel bir gelişme.Fiyat teklifi sunabiliriz."

Uzun yıllar Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde eğitim alan Semih, son olarak Avustralya'nın Sidney kentine yerleşmişti. Dedesinden gelen düzenli paralardan dolayı pek çalışmakla meşgul olmamıştı. Sidney'de tanıştığı ve yakın zamanda iyi bir dostluk kurduğu Türk asıllı Brian ile butik bir kafe açmışlardı. Kısa sürede kafe meşhur olmuş, özellikle Semih'in Meksika'da özel olarak ürettiği bir kahve tüm şehirde dilden dile dolaşmıştı. Bunun doğal bir sonucu olarak bayilik başvuruları patlamıştı. Bir süre ne yapacaklarına karar veremeyen ikili, sonunda bayilik vermeyi kabul etmiş ve elde edecekleri gelirlerle başka yatırımlar yapmayı kararlaştırmışlardı.

Semih, bir süre daha Brian ile konuşarak yürüyüş yaptı. Rahatlamıştı. Dedesine olan öfkesi bir nebze de olsa dinmişti. Artık yıllardır beklediği yüzleşmeyi yaşamak istiyordu. Henüz daha 5 yaşındayken ayrılmış olduğu o büyük eve geri dönmek, annesinin mezarının yerini öğrenmek için sabırsızlanıyordu.

Yoldan çevirdiği ilk taksiye atladı. Taksi şoförünün kendisini turist sanarak İngilizce konuşma çabası hoşuna gitmişti. İngilizce karşılık vererek bir süre taksi şoförü ile sohbet etti. En çok da ne kadar ücret ödeyeceğini merak ediyordu. Çünkü ne zaman İstanbul'u gezmiş bir yabancı arkadaşına Türk olduğunu söylese, arkadaşlarının taksilerden yedikleri kazıkları dinliyordu.

Eve yakın bir yerde durmasını rica etti. Yolun her tarafı ağaçlarla kaplıydı. Yeşilin göz kamaştırıcı ve insana iyi gelen tüm tonlarına canlı şahitlik ediyordu. Ama buna rağmen, birazdan o eve girecek olmanın tedirginliği tüm bedenini kasmaya yetmişti.

Taksi ücretini taksimetrede gördü. Arkadaşlarının biraz abarttığına karar verdi. Türkçe "Üstü kalsın"deyince taksi şoförü afalladı. Araçtan inerken arkasından, "Ulan herif Türk'müş ya"diye gelen mırıldanma son kez gülümsemesini sağlamıştı.

Karşısında dar bir yokuş bulunuyordu. Yokuştan devam eden yol sol tarafa dönüyor; ardından eve doğru rampa aşağı iniyordu. Bir anda hatırlamıştı o yolu. Kenarlardaki ağaçlara baktı. Annesi ile diktiği fidanlar acaba uzamışlar mıydı? Şu gördükleri, belki de az ileridekiler; belki de tam yol ağzındakiler; bunlardan bazıları annesiyle diktiği ağaçlar olabilir miydi?

İstanbul'da uzun süre kalmayı düşünmüyordu. En fazla bir,bilemedin iki gece kalıp Sidney'e dönmesi gerekiyordu. Bu yüzden yanına ne bir çanta ne de bir valiz almıştı. Sadece havalara güvenemediği için, omuzundan aşağı parmağıyla sarkıttı deri ceketi vardı. Ceketin ucundaki zincir ara sıra kemerindeki metal süslere çarpıyor, mekanik bir ses ağaçların arasında ilerlerken sessizliği bozuyordu.

İlk yokuşu bitirdi. Yokuşun tepesine vardığı an ağaçların arasındaki ev göründü. Nefesi daralmıştı. Uzun zamandır yaya olarak yokuş çıkmadığı için mi yoksa yıllar sonra karşısında o evi gördüğü için mi emin değildi. Bir süre durup evi izledi. Nefesini dengeledi. Daha sonra eve inen yola doğru adımını attı.

İnönü'den Önceki Beyaz Ev | Semih KılıçsoyWhere stories live. Discover now