5

107 8 0
                                    

Semih, yıllar sonra ilk defa girdiği evde kendisini bir hayli tedirgin hissediyordu. Adım attığı her yerde sanki hatıraları vardı. Koştuğu, merdivenlerinden yuvarlandığı ya da tırabzanlardan kaydırak yaptığı her yer, bir film şeridi gibi gözlerinin önünden hızlıca akıp geçiyordu.

İçeriye attığı ilk adımdan itibaren bir ürperti hissetti. Sanki soğuk bir rüzgar tüm bedenini sarmıştı. Tüyleri diken diken oldu. Buna neden olan şeyin ne olduğuna bir anlam veremedi. Yıllar öncesindeki hatıralarının gözünde canlanması mı yoksa evin kendisini istememesi mi bir türlü ayırt edemedi.

Halil Bey'in rehberliğinde eve girmişti. Ortada çift yönlü açılan, dört metrelik bir kapı vardı. Kapıyı geçer geçmez holün tam ortasında, eski İstanbul'dan kalma Hipodrom'da, bugünkü adıyla At Meydanı olarak bilinen yerde bulunan, Yılanlı Sütun'a benzer bir heykel vardı. Yılan ya da ejderhaya benzeyen mitolojik iki hayvan, birbirlerinin bedenlerini sarmal yaparak yukarı doğru uzuyor; ağızlarından ise sanki sonradan eklenmiş iki şamdan çıkıyordu. Şamdanların ucundaki mumlarda yanık izleri kendini belli ediyordu. Demek ki dedesi halen bu mumları kullanıyordu.

Heykelin hemen arkasından üst kata yönelen iki çapraz merdiven vardı. Merdivenler üst kata çıkmadan önce kesişiyor, hemen ardından üst kata evriliyordu. Dikkatli bakıldığı zaman öndeki heykelin bir benzeri gibi sarmaşık halinde yükseliyordu.

Merdivenlerin başlangıç kısmında, sağ ve sol yönde iki eski kapı bulunuyordu. O kapılarsa alt kata inen merdivenleri açılıyordu. Holün hemen sol tarafında sıralanmış odalar sırasıyla çalışma odası, kütüphane, misafir odası ve yemek salonuydu. Bu odaların hepsi boğaza bakıyor, önünde ağaçlar manzarayı bozmamak için özenle budanıyordu. Sıralanan odaların karşılarındaki odalarda yine misafir yatak odaları ve oturma odaları bulunmaktaydı.

Koridorlar pırıl pırıldı. Adeta bal dök yala denilecek cinsten, ışıl ışıl parlıyorlardı. Ahşaptan yapılmış bütün parçaların cilaları sanki yenilenmiş gibiydi. Ya da ilk günden beri olağanüstü bir temizlikle muhafaza ediliyordu.

Semih, Halil Bey'in yönlendirmesi ile birlikte sağ tarafa yöneldi. Koridordaki yumuşak zeminde, topuklarının sesi emiliyor gibiydi.ses çıkarmak için ayaklarını sertçe vursa bile bir türlü ses çıkarmayı başaramıyor, ses adeta yer tabanında sönümleniyordu.

Koridorda ilerledikten sonra durdular. Halil, hemen önlerinde duran büyük bir kapıyı tıklattıktan sonra kulpuna yöneldi. Bu durum Semih'in dikkatini çekmişti."Neden kapı tıklatıyorsun?" diye sordu.

Halil, kapıyı açmadan yanıtladı."Beyefendi'nin özel talimatıydı. Odaların boş olduğunu bilsek bile öncelikle ses çıkacak şekilde kapıya vurulacak, ardından beş saniye bekledikten sonra kapılar açılacak."

Semih,"Bizim ihtiyar da amma takıntılıymış."diye söylendi. Ama içinden beşe kadar saymayı ihmal etmedi. Gerçekten de beşinci saniyede Halil kapıyı açtı. Karşılarında, Beyaz Ev'in tüm çalışanları sıralanmış bekliyorlardı. Askerde komutanlarının gelmesini bekleyen bir mangaya benzer şekilde ip gibi sıralanmışlardı.

Kapı açılır açılmaz Halil koşar adım önüne geçti. Sıranın başına kadar ilerleyerek hizayı bozmadan dönüp durdu. Tıpkı diğerleri gibi ellerini yanlarına indirip başına dik bir şekilde kaldırdı.

Semih neler olduğunu anlamaya çalışırken Halil gür bir sesle bağırdı.

"Konağımızın yeni sahibi Semih Beyler teşrif etmişlerdir!"

Halil'in bu cümlesi ile Büyük bir şaşkınlık yaşadı. Kocaman yemek salonunda ses bir süre yankılandı. Yankılanma biter bitmez bu kez başka bir şaşkını yaşadı. Sıralanmış olan herkes, bu kez hep birazdan ve gür bir sesle aynı şeyi tekrarladı.

İnönü'den Önceki Beyaz Ev & Semih KılıçsoyOn viuen les histories. Descobreix ara