1

576 15 2
                                    

Birçok mistik ve gizemli hikayede ortak bir kurgu vardır: Şehre veya kasabaya yabancı bir adam gelir, ardından kaos başlar...

Semih, beş yaşında ayrıldığı İstanbul'a yirmi iki yıl sonra dönmüştü.Dedesinin ölüm haberiyle. Mezarının başında dikiliyordu. Üzerinde yırtık kot pantolonu, burnunda yarı siyah yarı gümüş rengindeki hızması ve hafif dağınık saçlarıyla defin kültürüne aykırılığı her halinden belliydi. Her zaman yanında taşıdığı siyah güneş gözlüğünü takmak istedi; ancak bu durum, filmlerdekinin aksine cenazeye saygısızlık sayılabilirdi.

Defin işlemleri bittikten sonra, dedesinin mezarının birkaç metre gerisindeki Arnavut taşlarıyla döşenmiş yola çıktı. Gelen taziye dileklerini burada kabul edecekti.Hoş, dedesinin onca servetine rağmen çok az kişi taziyeye gelmişti. Mahalle eşrafından birkaç esnaf, ihtiyar azası, muhtar ve malikanenin çalışanları... Kimisi sırtına dokunuyor,kimisi öpmek istiyor, kimisi sadece tokalaşmakla yetiniyordu. Oysaki fiziksel temastan nefret ederdi. Ama mecburdu. Olağanüstü bir zenginliğin tek varisiydi. Devasa bir para imparatorluğu'nun yeni sultanıydı.

"Kıçımın imparatorluğu"dedi kendi kendine, son taziye tokalaşmasını yaparken. Dedesini neredeyse hiç tanımıyordu. Üstelik kendi dışında pek kimsenin de tanıdığı söylenemezdi. Malikane çalışanlarının üzüntülerine ve Semih'e olan saygılarına bakılırsa; dedesi çalışanlar tarafından çok seviliyordu. Ancak bu paranın,şanın, şöhretin; hepsinden öte çalışanların duymuş olduğu bu abartılı saygının nereden geldiğini bilmiyordu.

Bir süre zihnini bununla meşgul ettikten sonra vazgeçti. Bilmek de istemiyordu. Annesinin ölümünden sonra, henüz daha 5 yaşındayken kendisini zorla yurt dışına gönderen ve yılın her 22 aralık günü,yani annesinin ölüm yıl dönümü dışında arayıp sormayan bir dedeyi akraba olarak bile kabul etmek istemiyordu.

Bütün kalabalık dağıldıktan sonra saatini kontrol etti. Yirmi üç dakika... Mezarın kapanmasının ardından sadece yirmi üç dakika geçmişti.Seksen iki yıllık bir ömrün taziyesi yirmi üç dakikada bitmiş ve mezarın başında bir tek kendisi kalmıştı. Dakikalarla ve sayılarla arası her zaman çok iyi olmuştu. Sağ elinin başparmağını, serçe parmağından diğer parmaklarına doğru değdirerek saymaya başladı: Seksen iki yıl, yirmi dokuz bin dokuz yüz otuz gün, yedi yüz on sekiz bin üç yüz yirmi saat, kırk üç milyon doksan dokuz bin iki yüz dakika!

Hesabı bitirdikten sonra yeniden mezarın başına geçti. Kimsenin kalıp kalmadığını anlamak için etrafı kolaçan etti. Ayakucunu bombeleşmiş ve üzerine yalandan çiçekler ekilmiş toprak yığınına bastı. Ayakkabısının ucundaki metal parça güneş ışığı ile parıldadı. Dedesini ayaklarının altına almak, yıllardır içinde biriktirdiği öfkesini yenmeye yetmedi.İşemek istedi, henüz yeni ekilmiş çiçeklere en baştan ıslatarak kurutmak. Ama vazgeçti. Son kez toprak yığına baktı ve tükürdü. "Hak ettiğin bu kadar" dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı.

Yeniden Arnavut kaldırımlı yola çıkmıştı ki arkasından bir kadın sesi duydu.

"Başınız sağ olsun. Siz torunu Semih olmalısınız."

İçinden,"umarım tükürme faslımı görmemiştir,"diyerek arkasını döndü. Karşısında genç bir kadın vardı. Kısa boylu, kahkülleri alnına taşmış, beyaz tenli, seksi bir kadın...

"Teşekkür ederim," dedi, "evet torunu Semih ben."

Kadın birkaç adım daha attıktan sonra tokalaşmak için elini uzattı.

"Arden ben de. Yeni duydum, duyar duymaz çıktım yola ama yetişemedim. Çok üzüldüm inanın."

Semih'in zihninden onlarca soru geçiyordu. Kimdi bu kadın? İhtiyar azasının nadide bir parçası olması imkansızdı. Malikanede çalışanların yaş ortalamalarına göre ise bir hayli küçüktü. Bakışlarındaki soru işaretlerini kadın fark etti ve açıklama yapma ihtiyacı hissetti.

"Dedenizden aldığım bursla okumuştum. Hayatıma dokunan bir insandır. Bu yüzden çok kıymetliydi benim için."

Semih, dedesinden beklemediği bu iyiliğe bir sürü şaşırdıktan sonra, "ne güzel" dedi, "şimdi ne iş yapıyorsunuz peki?"

"İç mimarım"diye yanıtladı kadın, "üst mahallede bir ofisim var"

Semih bir süre daha ayaküstü Arden ile sohbet ettikten sonra ayrıldı. Malikaneye gidip, çocukluk anılarıyla bir an önce yüzleşmek istiyordu.

İnönü'den Önceki Beyaz Ev & Semih KılıçsoyWhere stories live. Discover now