- 34

20.4K 1K 312
                                    

Bu bölümü aslında sabah yayınlayacaktım ama son 4-5 sayfalık kısmı ben tamamen saçma sapan bir ayarlama ile uğraşırken yanlışlıkla silindi. Neredeyse bilgisayarın ekranını yumruklayacaktım.

Lütfen o kısmı tekrar yazmak zorunda kaldığımı hesaba katarak okuyun. İlki kadar iyi olamadı, üzgünüm ve sizi bekletmek istemedim...

Beklediğiniz ve sabrınız için sonsuz teşekkürler... Bölüm @pembebal için. :)

Sizi özledim.
İyi okumalar...

-

Gökyüzü sanki yırtılıyormuş gibi gürlediğinde gözlerimi, kurumaya yüz tutmuş, sert çimenliklerin üzerinde açtım. Başta nerede olduğumu idrak etmem oldukça güç gelse de sonradan her şey, ağır ağır, bilinenle bütün olmaya başlamıştı. Dirseklerimden destek alarak doğrulduktan sonra daha bu sabaha kadar yemyeşil olan çimenlerde gezdirdim ellerimi. İçimi yoğun bir hüzün kaplarken neyin ters gittiğini anlamak için etrafıma bakındım. Her yer gecenin karanlığı ile örtülmüştü ama yine de cılız bir ışık vardı, görmeme yetecek kadar.
Tersliğin kaynağı görünmese de sonuçları her yerde kendini kolayca belli ediyordu.

Sıkışan kalbime ellerimi koyarak ayağa kalktım. Kalkmamla, gökyüzünde şiddetli bir şimşeğin çakması aynı anda oldu. İrkilerek lacivertin en uğursuz tonundaki koyu, yıldızsız gökyüzünde parlayan şimşeğe baktım. Bir şeyler kesinlikle ters gidiyordu. Tam bu sırada çöl kumlarını da beraberinde getiren bir rüzgâr esmeye başladı. Yaydığı tüm huzursuzluk vahama dolmuştu. Kumlardan korunmak için kolumla yüzümü kapattım.

Evet, oradaydım... Kendimi ait hissettiğim tek yer olan bu hayal ile gerçeklik arasındaki vahada...

Gözlerimi sıkı sıkıya kapattım. Bu uğursuz lacivert buraya çok fazlaydı; yeşil olan bir şeyler eksikti.

Yeşil...

Bunu düşünmemle yeni bir şimşeğin etrafı önce aydınlatıp sonra da gürültüsüne boğması bir oldu. Ve sonra ben, düştüm...

Düşüşüm ne kadar sürdü bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda boğazımda yoğun bir baskı vardı. Nefes alma isteğiyle dudaklarımı araladıktan sonra boğazımı sımsıkı saran ellere yapıştım. Lord Bruce'tu... Kalbim korkuyla çarparken ne yapacağımı bilemeyerek çırpınmaya başladım. Muhtemelen yine bir sinir harbine girmişti ve kendinde değildi. Hatta bu kez kendini kontrol edebilecek kısa bir vakit bile bulamamış olacak ki şu an beni ciddi anlamda boğuyordu.

Acaba şu an, başka bir rüyanın içinde miydim?

Vücudumdaki tüm kaslar aynı anda kasıldı. Öyle bastırıyordu ki boğazımla çevresi feci şekilde acıyor, ciğerlerim bir zerre hava için çığlık atıyordu. Elmacık kemiklerime kadar ulaşıyordu sızı. Panik git gide daha kontrol edilemez bir hal alırken tek elimle Lord Bruce'u itmeye çalıştım. Ama şu an hem kendinde değildi hem de krizin verdiği sinirle eminim beni hissetmedi bile. Öyle öfkeli görünüyordu ki gözlerinden fışkıran o saf duygu dahi beni güçsüzleştirmeye yeterdi. Koyu sarı saçlarının birkaç tutamı terlemiş alnına yapışmıştı. Ayın, gece ömrünü tükettikçe ve hükmünü yavaş yavaş yitirdikçe daha da cılızlaşmış ışığı sadece bu kadar görmeme müsade ediyordu.

Ben, kesinlikle bir rüyada değildim...

Ellerimle sıkıca kavradığım bileklerini var gücümle çekmeye çalıştım inlerken. Kalbim artık durmanın eşiğinde, inanılmaz bir ritimde atıyordu. Her şey gerçekti...

Ve o sırada, şu an beni kurtarabilecek kimsenin olmadığını fark etmem uzun sürmedi. Havasızlıktan gözlerim kararmaya başlamıştı. Can havliyle omzuna bastırdığım elimi ise güçsüz ve bir o kadar kontrolden yoksun bir şekilde yüzüne doğru götürdüm. Neden bilmiyorum ama onu hissetmek istemiştim. Yüzüne gitmeden evvel son bir kez dokunabilmek...

Kurtarıcı ve MaviWhere stories live. Discover now