- 21

11.9K 840 42
                                    

İyi okumalar...

-

« Bruce »

Şatonun, odamın olduğu koridorun sonundan başlayıp büyük girişte son bulan merdivenlerinden ağır ağır inmeye başladım.

Bu yerde uzun bir süredir benim için her gün bir öncekinin aynısıydı.

Birazdan beni merdivenin sonunda birkaç hizmetçi karşılayacak, her gün reddettiğimi bile bile bana kahvaltı hazırlamalarını isteyip istemediğimi soracak, her zamanki gibi reddettiğimde ise işlerinin başına dönüp beni rahat bırakacaklardı. Ben de bunun üzerine ya talime gidecek ve üzerimdeki stresi boşalacaktım ya da ahırdan atım Paleon'u alıp ormana kaçacaktım.

Belki de birkaç günlüğüne orman evine gitmeliydim. Üzerinden üç gün geçmesine rağmen şenlik, hala kafamı dolu hissetmeme neden oluyordu. Kalabalık, uzun zamandır dayanamadığım bir şeydi. Orman evi beni rahatlatırdı.

Büyük girişe ulaştığımda beni -tahmin ettiğim gibi- üç tane hizmetçi karşıladı. Daha sorularını sormadan onlara, "Aç değilim, bir şey istemiyorum." dedim ve hız kesmeden yanlarından geçtim. En azından onlara iş çıkarmamış oluyordum, öyle değil mi? Bir şey söyleyecek gibi oldular ama onları dinlemedim. Saçma ısrarları canımı sıkıyordu.

Ön bahçede yürümeye koyuldum. Eğer şanslıysam kimseyle karşılaşmadan ahıra ulaşır, Paleon'u alır ve buradan uzaklaşırdım. Bu yüzden yönümü arka bahçeye doğru çevirdim. Orası günün bu saatlerinde genellikle boş olurdu. Ahırlara giden yolu biraz uzatmış olsam da burası daha kullanışlıydı.

Arka bahçeye uzanan yolu bitirdiğimde pazar çıkışına doğru yürümeye başladım. Bir yandan da etraftaki çardakları kolaçan ediyordum. O Henson denen baş belası buralarda olabilirdi ve peşime takılıp beni gün boyu sinir edebilirdi. Onu def etmek her zaman kolay olmuyordu.

Henson'ın beni ve eski günlerimizi özlediğini biliyordum. Ama beni artık böyle kabul etmesi gerekiyordu. Ben, var olan tüm duygularımı derinliklerime gömmüştüm ve yeniden değiştirilmem söz konusu bile olamazdı. Eğer beni artık böylece kabul etmeyi başarabilirse her şey ikimiz için de daha kolay olacaktı. Ama o kalın kafalı bu ısrarından bir türlü vazgeçmiyordu. Küçükken de böyle inatçıydı.

Tam çıkışa yaklaşmıştım ki yanıma kılıcımı almadığımı fark ettim. Bu aralar cidden dalgın mı olmaya başlamıştım ben? Derin bir iç geçirdikten sonra topuklarımın üzerinde döndüm ve yürüdüğüm yolu geri dönmeye başladım. Kendimi daha fazla aptal hissedemezdim.

Belki de kılıç değil de oklarımı almalıyım, diye geçirdim içimden. Ormanda bir av gezisi yapmak fena olmazdı.

Ama en son okla avlanmaya çıktığımda olanlar gözümün önüne geldiğinde durakladım.

Kurdu öldürdüğüm gün...

En son o zaman avlanmaya çıkmıştım. O güne ait görüntüler bir anda zihnime doluşmaya başladı. O kurdu öldürmek aslında asla istemediğim bir şeydi. Bunun için hala pişmanlık duyduğumu fark ettim. Bir avcı, aralarında eğer herhangi bir sürtüşme yoksa asla diğer avcıya zarar vermezdi. Bu bir doğa kanunuydu. Bunu, burada yaşayan ve doğaya sonuna kadar uyum sağlamaya yemin etmiş herkes bilirdi. Ama ben, bu kanunu çiğnemiştim...

Bir kurt, diğer kurdun elinden minik ceylanı kurtarmıştı.

Evet, yaptığım tam olarak buydu. Ama yine de ulaştığım bu sonuca 'Neden?' sorusunu sorduğumda ise karşılığında gelen, koca bir hiçti... Cidden, o kızı neden kurtarmıştım? Neden avcı dostumu feda etmiştim? Beni, bu kuralı çiğnemeye iten neydi?

Kurtarıcı ve MaviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin